ABD’ye Özgü Kavramlar Sözlüğü – “Çalışma Hakkı Eyaleti (Right-to-Work State)”
Kenan Erçel

1961 yılında Martin Luther King, Jr. demiş ki: “Yurttaşlık hakları uğruna verdiğimiz şanlı mücadelemizde, ‘çalışma hakkı’ gibi yalan sloganlar tarafından kandırılmaya karşı temkinli olmalıyız. Bu bizi yurttaşlık haklarımızdan, iş hakkımızdan yoksun bırakmak maksatlı bir yasadır. Amacı işçi sendikalarını, toplu sözleşmeyi yok etmektir…”[1] 

Çalışma (work) hakkı (right) kulağa müspet bir kavram gibi gelse de King’in işaret ettiği üzere muktedirlerin icat etmekte mahir oldukları Orwell-gil tabirlerden (örn. “Hayata Dönüş”, “Zeytin Dalı”) biri aslında. ABD’de 50 eyaletin (state) 28’inde geçerli olan bu “hak”, iş imkânını garantiye almaktan ziyade sendikal örgütlenmeyi engellemeye yönelik bir yasal düzenleme. O yüzden bu Sözlük[2]  maddesini “örgütsüz çalışma hakkı eyaleti” olarak, asıl maksadını ifşa edecek şekilde çevirmek de mümkün.

1947 senesinde yürürlüğe giren Taft-Harley Yasası çalışanların, işyerlerinde örgütlenmiş sendikalara üye olmadan ve o sendikalara aidat ödemeden sendikal kazanımlardan istifade edebilmelerine imkân sağlayan düzenlemelerde eyaletlere özerklik tanıdı. 2010 yılı itibariyle bu özerkliği kullanan eyaletlerin sayısı 22 iken o tarihten bu yana gruba 6 eyalet daha eklendi.

“Çalışma hakkı” taraftarlarına bakılırsa maksat çalışanların bireysel hürriyetlerine sahip çıkmak, onların sendikaya katılıp katılmama hususunda özgür bir tercih yapabilmelerini sağlamak. Ne var ki Taft-Harley öncesinde de bir işyerinde çalışmak için o işyerindeki sendikaya üye olmak gibi bir zorunluluk yoktu zaten. Mesele hakikaten bireysel hak ve özgürlükler olsaydı çok matah bir uygulama olmasa da Türkiye’deki gibi, sendikaya üye olmak istemeyen ve fakat toplu sözleşmeden faydalanmak isteyenlere “dayanışma aidati” ödeme imkânı verilebilirdi. Güya sendikalaşma açısından tarafsız olan “çalışma hakkı” düzenlemesinin, özünde işçilerin örgütlenmesi karşıtı, işveren yanlısı bir ideolojiye dayandığı ayan beyan ortada. Çalışanlara, aidat ödemeden sendikal faaliyetlerin meyvelerini toplama fırsatı tanınması bedavacılığı kolaylaştırdığı ölçüde örgütlenmeyi zorlaştırıyor. Nitekim 2011 yılında “çalışma hakkı” eyaletlerindeki sendikalaşma oranı %5.7 iken diğerlerinde bu oran %15.8 idi. Başka bir örnek vermek gerekirse, 2016 yılında sendikal seçimler için yapılan başvurular “çalışma hakkı” eyaletlerinde diğer eyaletlere nazaran %70 daha düşüktü.[3]

Sendikalaşmanın ya da sendikalaş(a)mamanın etkileri işyerinde örgütlü çalışanların oranından ibaret değil, kuşkusuz. Economic Policy Institute’un (EPI) yaptığı ve yaklaşık 300 bin çalışanı kapsayan çalışmaya göre[4] “çalışma hakkı” eyaletlerindeki ortalama saatlik ücret diğer eyaletlere kıyasla %3.2 daha düşük. Aradaki fark sadece “çalışma hakkı”nı benimsememiş eyaletlerdeki sendikalı işyerlerinin daha yüksek ücret vermesinden değil, o eyaletlerdeki sendikasız işyerlerinin de rekabet edebilmek için çalışanlara daha cazip ücret sunma gerekliliklerinden kaynaklanıyor.

Mevzuya daha makro bir ölçekten bakıp sendikalaşma oranı ve ücretlerin tarihsel seyrini izleyince ikisi arasındaki bağıntı daha da sarih bir hal alıyor. Kamu sektöründeki sendikalaşma oranı onyıllardır yüzde %35-%40 bandında seyretse de Reaganomics ile birlikte özel sektörde sendikalaşma 80’li yıllardan bu yana sürekli düşüşte. Reagan’ın 1981 senesinde 11,000 hava trafik kontrolörünü kovarak kırdığı grev sendikal hareket için sonun başlangıcı oldu. 1983 yılında %17 olan özel sektör sendikalaşma oranı 2017 yılı itibariyle %6.5’a kadar geriledi. Aynı dönemde çalışanların verimliliğinin hızla artmasına rağmen reel ücretler sabit kaldı; yani, emekçilerin pastadan aldığı pay küçüldükçe küçüldü. Günümüz ABD’sinde gelir eşitsizliğinin en son 1920’li yıllarda, Büyük Buhran öncesi görülmüş rekor seviyelere varmış olmasında emek örgütlülüğünün içler acısı durumu önemli bir pay sahibi. En zengin %1’lik dilimin gelirden aldığı pay 1950 ile 1980 arası dönemde %10 civarlarina gerilemişken neoliberal kontraatak ile birlikte son yıllarda %23’e kadar çıktı. 

Genel gidişat böyleyken “çalışma hakkı” eyaletleri ile diğerleri arasındaki ayrışma örgütlülüğün faydalarına (ya da örgütsüzlüğün zararlarına) dair bir bakıma toplumsal bir deney işlevi görmekte. Örneğin, ABD’nin en büyük sendika federasyonu AFL-CIO’nun verdiği rakamlara[5]  göre “çalışma hakkı” eyaletlerinde yoksulluk oranı %15.3 iken diğerlerinde bu oran %12.8. Aynı kaynakta yer alan bir başka istatistiğe göre ABD’de kadınlarla erkekler arasındaki ücret makasının en açık olduğu, yani ücrette cinsiyet ayrımcılığının en derin olduğu 15 eyaletten 12’si “çalışma hakkı” grubundan.

2017 Eylül’ünde Senato’daki Demokratlar “çalışma hakkı” düzenlemesinin kaldırılması için yasa teklifi verdi.[6]  Hem Senato hem Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçiler’in çoğunlukta olduğu ve Beyaz Saray’da Trump’ın ikamet ettiği bir dönemde ölü doğan bu teklif Demokratlar adına daha ziyade sembolik bir kalkışmaydı ve bir yere varmadı.

Bitirmeden önce “çalışma hakkı” bahsi vesilesiyle, yazının başında çok kısaca değinilen isimlendirme meselesine geri dönelim. Reformların, icraatların, yasa paketlerinin, vs. nasıl isimlendirildiği gayet önemli. Bilişsel dilbilimci ve felsefeci George Lakoff uzun yıllardır özellikle ABD siyaseti bağlamında bu hususun altını çiziyor. Lakoff’a göre muhafazakârlar bu alanda çok daha becerikliler çünkü kitabın kapağının, içeriği kadar ve hatta bazen ondan daha önemli olduğunun ayırdındalar. Mesela, değeri 5.5 milyon doların üzerindeki mal mülkün miras bırakılması durumunda uygulanan veraset vergisini Cumhuriyetçiler “ölüm vergisi” diye yaftalayarak bu vergiyi ödemek şöyle dursun ondan istifade edecek düşük gelirli kesimlerde bile söz konusu düzenlemeye karşı bir antipati uyandırmayı becerdiler.

Benzer şekilde, emekçilerin menfaatleriyle doğrudan çelişse de uygulamanın adının “çalışma hakkı” konmuş olması sendikaların sahaya 1-0 yenik çıkması, ideolojik ilüzyona karşı Martin Luther King Jr.’in yukarıdaki alıntısı gibi izahatların onyıllardır mecbur kılınması demek. Dikkat edilecek olursa bu yazıda “çalışma hakkı” eyaleti olmayan eyaletleri, tam da bu şekilde, “çalışma hakkı” eyaleti olmayışları üzerinden, negatif bir şekilde, “diğerleri” olarak tanımladık. Zira bu eyaletleri adlandırmak için kullanılan yaygın bir niteleme yok. “Sendikal güvence” (union security) eyaletleri gibi isimler tedavülde olsa da “çalışma hakkı” kadar yerleşik değiller. Dahası “çalışma hakkı” tabirinin de popüler, karşı-hegemonik bir ismi yok. Muhalifleri bile çoğunlukla bu eyaletleri (bazen “sözde” şerhi düşseler de) “çalışma hakkı” diye anıyor.

Halbuki aslolan içeriktir varsayımıyla Sol’un isimlendirme mücadelesini tali sayma lüksü yok.


[1] https://aflcio.org/issues/right-work

[2] Bu Sözlük’ün maksadına dair bir giriş yazısı için bkz.

[3] https://www.bna.com/labor-organizing-righttowork-n73014463154/

[4] https://www.epi.org/publication/right-to-work-states-have-lower-wages/

[5] https://aflcio.org/issues/right-work

[6] http://www.ibew.org/media-center/Articles/17Daily/1710/171017_LaborAllies