"Ertesi Gün" İçin Şimdiden
Ömer Laçiner

Seçim kampanyası başladığından bu yana AKP’nin –AKP/MHP ittifakının– iki seçimden en az birini, belki de ikisini de kaybedeceği ihtimalini güçlendiren alametler giderek çoğalıyor. Kaldı ki; AKP o seçimlerin birini veya ikisini de ancak kıl payı farkla ya da hile hurdayla kazansa bile; bu sonuç, devrinin bitmekte olduğu gerçeğini değiştirmeyecek.

Dolayısıyla; 24 Haziran seçimlerinin sonucu nasıl olursa olsun Türkiye toplumu, daha şimdiden “AKP tecrübesini” de yaşamış olmaktan çıkardığı “dersler” ışığında kendini nasıl var edeceğini düşünmeye, bu sorunu son yüzyıllık tarihi bağlamında tartışmaya başlamalıdır.

Şüphesiz, bu düşünme-tartışma sürecinin seyrini ve içeriğini –en azından ilk aylar boyunca– belirleyecek ilk önemli etken AKP yönetiminin ve asıl olarak da bu partinin omurgasını teşkil eden üst-orta sınıf Sünni muhafazakârlığın bu bitiş gerçeğini idrak –kabullenme veya red– tarzıdır. Örneğin, o üst-orta sınıf –zayıf bir ihtimal olsa da– AKP’nin seçimleri hilesiz hurdasız az farkla kazanmış olmasına rağmen halen yürürlükte olan dayatmacı, diktatoryal yönelimden mutlaka vazgeçilmesi kararlılığını yüksek sesle ifade edebilirse önümüze açılacak süreç ile; hile hurdayla kazanılmış bir seçimi rakiplerini yok etmek için kullanılacak bir fırsat olarak gören veya böyle bir fırsat kullanımına zaten teşne AKP-MHP liderliğine ses etmeyen aynı sınıfın varlığında yaşanacak süreç, tamamen farklı ihtimallere gebe olacaktır.

Yine örneklerden gidecek olursak; AKP yönetimi ve omurgası, seçimleri –birini dahi– kaybetmesi halinde, son on yıldır hemen tamamen kendi denetimi altına almış olduğu çekirdek devlet kurumlarına, polis adliye, ordu ve istihbarata dayanarak “direnme” yolunu seçerse ya da bu durum karşısında –bekleneceği üzre– “AKP aygıtı” çözülürse bambaşka süreçler bizi bekliyor olacak.

Ancak şu nokta bilhassa kavranılmış olmalıdır ki; bizi yukarda işaret edilen süreçlerden hangisi bekliyor olursa olsun; orta vadede belirleyici olacak faktör, Türkiye ortalamasının, AKP deneyiminden hangi “dersleri” çıkarmış olarak AKP sonrası geleceğini tasarlıyor olduğudur.

Bu tasarım yapılırken göz önüne alınması gereken ilk veri, yenilmiş olması halinde bile AKP-MHP ittifakının halen ve daha bir süre en az % 35-40’lar civarında bir oy desteğine sahip olacağıdır. 24 Haziran seçimini kazanan taraf ancak HDP destekli CHP-İYİ Parti-SP ittifakı gibi heterojen denilebilecek bir blok olabileceği; bu partilerden CHP’nin bile sınırlı bir hegemonik gücü olabileceği dikkate alındığında; derhal bir hükümet kurabilseler dahi, ülkenin acil çözüm bekleyen sorunlarına ilişkin politikalarda anlaşmış olarak işe başlayamayacakları görülür. AKP’den –ertelendiği için daha da ağırlaşmış– kriz halinde bir ekonomi, berbat edilmiş bir dış politika, eğitim düzeni ve adalet mekanizması devralınacak olması bu handikapı daha da ciddileştirecektir.

AKP sonrası hükümet, bu handikapı, sorunların bilgi ve bilincine sahip olmayı teşvik eden ve böylece çözümleri için sorumluluk, yükümlülük alma duygusunu harekete geçirecek bir “yeniden inşa” seferberliği ile lehine çevirebilir. Aksi halde, yani “oy verin gerisini bize bırakın” diyen bir muhalefet bloku, herhangi bir esaslı sorunu çözmeye kalkışmadan dahi, dağılma tehlikesiyle baş başa kaldığı gibi; ülkeyi bugünleri bile aratacak bir kriz, kutuplaşma ve hatta çatışma ortamına sürükleyebilecektir. Sorunların ve kutuplaşma/bölünme tehlikesinin günümüzle kıyaslandığında daha hafif olduğu 1990’lı yıllarda, “çözümü bize bırakın” vaadleriyle işbaşına gelmiş koalisyonların akıbeti hatırlanmalıdır. Daha gerilerde ise 1977 seçim sonrasının gayet düşündürücü ibreti var: o tarihte, bizzat kendi ifadesiyle ülkeyi “70 cent’e muhtaç” bir ekonomik sefaletin eşiğine getirmiş AP’li koalisyona karşı, kıl payıyla takviyeli bir tek parti iktidarı kuran CHP, bir buçuk yıl sonra %42’ye varan oyunun %30’ların altına düştüğü bir hezimeti yaşamıştı.

Koşulların her durumda epeyce farklı olduğu söylenebilir elbette. Ama mutlaka dikkate alınması gereken nokta şudur: Kitleleri, seçmenlerini sorunların çözümünde bilgi, bilinç ve sorumluluk üstlenmeye çağırmayan; onları yalnızca sonuca, bu sonuçların basit ihtiyaçlarını karşılama derecesine bakmaya yönelten klasik siyasetin-partilerin diskurları, böylece oluşturdukları edilgen –bir tür müşteri– seçmen kitlesinin bu sığ yaklaşımı nedeniyle kısa vadede onları tatmin edecek sonuçlar elde edilemediğinde; sadece iktidarı değil kendi parti olarak varlıklarını da ağır tehlikeye atmış olurlar.

Bu noktayı yalnızca Türkiye tarihindeki örnekleri hatırlatarak belirtiyor değiliz. Klasik siyaset dilinin ve parti gibi kurumların çok daha yerleşik, “sağlam temelli” gibi gözüktüğü Batı toplumlarında, özellikle de Türkiye ile daha benzer özelliklere sahip Güney Avrupa, Akdeniz kuşağı toplumlarında son yıllarda tanık olduğumuz “klasik” merkez sağ-sol partilerin çöküş-çözülüş trendini de dikkate alıyoruz. Bu toplumlarla kıyaslanamayacak ölçüde ağır ve karmaşık sorunlarla yüzyüze olan Türkiye’de, bu kategoriye giren Millet İttifakı partileri, yurttaş inisiyatiflerinin önünü bilhassa açmadıkları takdirde, çok daha kısa bir sürede o trendin kurbanları olabilecekleri gibi; ülkenin tam bir kaosa sürüklenmesi de kaçınılmaz olacaktır.

O nedenle; şu sıralarda AKP sonrası için kendi aralarında yeniden parlamenter sisteme dönüş programı hazırlama görüşmelerini başlatan Millet İttifakı partileri bu konuyu yönetici-uzman ekiplerine havale edebilirler. Ama başta eğitim-ekonomi ve dış politika olmak üzere ülkenin yakıcı sorunları için –diyelim– yurttaş meclislerinde yürütülecek bir konuşma-tartışma mekanizmasını da vakit geçirmeden devreye sokmalıdırlar.

Ayrıca önemle belirtilmelidir ki; bu “mekanizma, resmen “Millet İttifakı”na dahil edilmemiş HDP’lileri mutlaka kapsamalı ve en yakıcı sorunumuz olan Kürt sorunu bağlamında Kürtler bütün öteki sorunlar hakkında düşündüklerini söyleme- diyalog imkânına sahip olmalıdırlar.

Bu nokta, AKP iktidarının, AKP-MHP ittifakının seçimleri kaybetme ihtimali büyüdüğü ölçüde, seçimleri iptal veya lehine çevirebilmek için kullanabileceği son koz olabileceğinden kuşkulandığımız “Kandil’e geniş çaplı bir askerî operasyon” çılgın projesine karşı toplumsal sağduyuyu harekete geçirmek açısından da hayati önemdedir.

Muhalefet partilerinin seçimlerin sonucu belli olmadan AKP hükümetinin böylesi bir askerî operasyona kalkışma hakkı olmadığını yüksek sesle ve ortakça ilan etmeleri ilk ve acil adım değerindedir.