Olmamış Olmuş Olamaz mı?
Polat S. Alpman

“Gündem değiştirmek” diye özetlenen ve gerçek sorunların konuşulmasının, tartışılmasının önüne geçmek için toplumdaki bazı kesimlerin hassas olduğu konularda sivri çıkışlar yapmak, bir süredir etkili ve kötücül bir siyaset tekniği olarak kullanılıyor. Buna birçok örnek verilebilir, fakat dramatik örneklerinden biri Uludere’de ölen kişilerin konuşulmaması için kürtaj hakkının tartışmaya açılmasıydı.

Gündem değiştirilirken gündemin değişmesine hızla uyum gösterenler ile buna direnenler arasında anlamlı bir fark olduğunu öne sürmek zor. Gücü elinde tutanlar gerçeği örtbas etmek ve gündemi değiştirmek istediklerinde buna direnmek kolay değil. Bu nedenle gündemin değişmesini istemeyenlerin bu tür girişimleri öfkeyle karşılaması, ancak değişen gündemi tartışmaktan geri duramamasını anlayışla karşılamak gerek; bu tavır bir tür mevzi koruma, elde olanı muhafaza etme kaygısından kaynaklanıyor. Kaldı ki; gündemin değiştirilmek istendiğini, gerçeğin üstünün örtüldüğünü ve bunların herkesin gözleri önünde gerçekleştiğini seziyor, görüyor, anlıyor olmak, fakat buna direnç gösterememek başlı başına öfke sebebidir.

Gündem değiştirmek, yalan söylemek değildir. Siyasal alanda, genellikle AKP tarafından icra edildiği ifade edilen bu performans, güncel bir meseleyi başka meselelerin altında boğmak, çoktan unutulmuş ya da çözülmüş meseleleri yeniden sorun haline getirmek ya da aslında sorun olmayan, olmaması gereken meseleleri kanırtmak şeklinde icra ediliyor olsa da bunun işe yarıyor olması, meselenin AKP ile sınırlı olmadığını gösteriyor. Nereye basacağını, bastığı yerden nasıl bir tepki alacağını bilmenin sağladığı özgüven, biraz da buradan geliyor.

* * *

Gerçeklik yamultulabilir, esnetilebilir ve bükülebilir. Gerçek ne kadar gizlenirse gizlensin, muhakkak bir gün ortaya çıkar düşüncesinde olan kişilerin bu iyimserliğinin bir temenni olduğunu, gerçekle ilgili bu genellemenin abartıldığını ve gerçek denilen şeyin de tarihsel ve toplumsal bağlamlarının bulunduğunu akılda tutmakta fayda var. Yine de her gerçeğin bir gün muhakkak ortaya çıkacağını söylemek politik bir tavır olarak değerlendirilebilir ve bu haliyle epey güçlü bir iddia ve mesaj içerir. Ancak gerçek denilen şey, artık o her neyse, kendisinden daha çok muhatabıyla ilgili bir mesele. Gerçeğin üstünün örtülebildiğinden bahsedilen bir yerde gerçeği -mümkün olduğu oranda olduğu gibi, yalın haliyle- bilmek isteyenlerin olup olmadığını sormak gerekir. Yalan söylemeyi marifet addeden ve söylediği yalanların ortaya çıkmaması için çevresini sürekli manipüle eden ilişki biçiminden ya da siyaset tekniğinden daha çok bu yalanlara inanmaya ya da onları hızla reddetmeye hazır bir çeviklik içerisinde olanlar için gerçek, çoğu zaman boş beleş bir laf olmaktan öteye geçmez.

Post-truth, namı diğer hakikat sonrası denilen ve yüzyıla damgasını vuran bu tamlama benzer bir şeyi gösteriyor. Hakikat sonrası denilen şey ile anlatılmak istenen düpedüz yalan değil. Ortada gerçek olmayan, çoğu zaman yalan olduğu belli olan, ancak mebzul miktarda kişi tarafından gerçek olduğuna kanaat getirilen bir malumatın kabulünü içeriyor. Herkesin yalanı kendine gerçek, der gibi. Bu yalan söyleme biçiminin, günümüzdeki sosyo-kültürel ve ekonomi-politik gelişmeleri açıklamak için kullanılan post-modernite ile içsel bir bağı var. İnanmanın kendisini biricik hale getiren, inanılan şeyin ise niteliğinin bir anlamının kalmadığı bu yalan söyleme biçiminin, inanan kişilere güçlü bir haklılık ve meşruluk duygusu verdiği muhakkak.

* * *

Türkiye’de her türden yalana inanmaya hazır olanların devasa kalabalıklar halinde bulunuyor olması sadece bir bilgi ya da eğitim sorunu olarak kabul edilebilir mi? Burada çok daha karmaşık bir durumun olduğunu, içinde güçlü bir acımasızlık, küçümsenmesi zor bir nefret barındıran kitle ruhunun kalabalıkları teslim aldığını ve gerçeğin kendisine olduğu kadar gerçeği dile getirenlere karşı duyduğu hıncı görmek zor değil.

Gerçekleşmemiş, en azından söylenildiği gibi olmamış olanlara inanmaya hazır olanların kalabalık olduğu yerlerde gerçek, gerçeği bilmekte olanı teselli edebilir ama teskin etmez. Bu da bu çağın laneti.