Modern Dünyada Çekiç Sesleri: Friedrich Nietzsche (I)
Derviş Aydın Akkoç

Elias Canetti’nin 1968’de yayımlanan Marakeş’te Sesler adlı kitabı, birbirinden ilginç ve lezzetli öykülerin yanı sıra, muhtelif konuları işleyen kısa denemelerden ve aforizmalardan oluşur.  Elias Canetti, bu kısa denemelerinden birinde, hayranlık duyduğu iki filozofa işaret eder: Thomas Hobbes ve Joseph de Maistre. Bu düşünürlerin Canetti’de hayranlık uyandırmasının nedeni, “korkunç olanı söyleyebilmeleridir”.1 Bu iki düşünür de, “insanların kötülüğünü çıkış noktası” olarak almış, ama bu kötülükten kendilerini azade kılmamış, kire bulanmış fakat gerçekliği yozlaştırmadan tartışmış ve kendilerine özgü, “ikna gücü” yüksek “dünya” imgeleri yaratmışlardır...

“Korkunç olanı” dillendirmek hayranlık uyandırır: fakat cüret yahut gözü kara bir tutumdan ziyade yordamla alakalı bir hayranlıktır Canetti’ninki. Nitekim “korkunç düşünürlere” duyduğu hayranlığın nedenlerini izah ederken yordamın önemine de dikkat çeker: Söz konusu düşünürlerin dillendirdikleri düşünceler onları baştan çıkarmamış, yani korkudan, korkunç olanı anlatmaktan “şehevi bir haz” almamış, dahası korkuyu “el altından kendi çıkarları için kullanmaya” yeltenmemişlerdir. Öte yandan, “özyaşamlarına ilişkin dışavurumlarında” takdire şayan bir “sadeliği” de muhafaza etmişlerdir.

Elias Canetti’ye göre, bu iki filozofta tecessüm eden “sadeliğin” karşıt kutbunda yer alan, fakat bu kez hayranlık değil, yoğun bir “tiksinti” yaratan düşünürler de var: Korkunç olanı dillendirirken, kötülük üzerine söylem üretirken bu edimlerinden gizli  hazlar alan, korkunç olanı âdeta bir “kamçı gibi” insanların sırtına indiren, “hayvansal bir büyüklük” duygusuna kapılmış düşünürlerdir bunlar. Bu düşünürlerin belirgin bir niteliği de “yücelerde poz takınma”larıdır. Kendilerini önemli, sonsuz derecede risk almış, tehlikelerle boğuşan kişilikler olarak sunarlar.2

Ne var ki, her ne kadar yücelerden konuşsalar da sarf ettikleri sözler, önünde sonunda “iliklerine kadar düzmecedir”. Tiksinti, bu noktada sahtekârlıktan, palavradan kaynaklanır gibidir. Fakat palavra yalnız başına tiksintiyi izah etmek için yetersizdir, zira bu düzmece sözlerin Elias Canetti’ye göre, alımlanması, yorumlanması, saptırılması, siyaseten kullanılması da söz konusudur: çarpıtılmaya müsait bu düzmece sözlerin, “insanlığı onur ve umudundan yoksun bırakmak isteyenlerin” ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işlevi yoktur. Elias Canetti bu türden tiksinti yaratan düşünürlerden biri olarak Nietzsche’nin ismini zikreder:

“Nietzsche’nin sözlerinden pek çoğu, tıpkı bayağı bir zorbanın ağzından çıkmış gibi tiksintiyle doldurmuştur içimi; Nietzsche’nin özgürlük isteği, doğasındaki iktidar tutkusuyla çirkin bir çelişki içindedir.”3

Nietzsche’nin “ağzından çıkan sözleri” işitenlerin midesinin bulanmasında şaşılacak bir taraf yok aslında. Nietzsche’nin kendisi de bu durumu tasdik edebilir hatta: kolay ve rahat sindirilebilir olmaktansa, mideye hasar veren, ruhu sarsan, zihni kışkırtan düşünceler... Gelgelelim tıpkı yalan gibi tiksintinin de hakikati ucundan kıyısından da olsa aydınlatma potansiyeli vardır. İktidar mikrobu her yerde ve herkestedir, bunun en iyi farkında olanlardan biri de Elias Canetti’dir. Canetti’nin içinin tiksintiyle dolmasının nedeninin, Nietzsche’nin düşüncelerinin “insanlığı onurundan etmek isteyenlerin” işine yarayabileceği kanısı olduğu aşikâr, zira “zorba” yahut despot nitelemeleri boşuna değil. Ne var ki, Canetti’ninki toplumsal ve siyasal olana uzanan, dışsal olduğu kadar şahsi bir reaksiyondur da. Nietzsche’den işittiği sözlerin çoğuna -hepsine değil- karşı alerjik bir tepki geliştirir: tepki duyulan nesneyi olduğu kadar tiksinti duyan faili de gözler önüne serer ama bu tutum...

Elias Canetti gibi sabırlı ve feraseti geniş bir düşünür niçin tiksiniyordur Nietzsche’den? Korkunç olanı dile getirirken Nietzsche’nin yücelerde poz kesmesi ya da sözlerinin insanlığı haysiyetinden etmek isteyenlerin işine yaracağı için mi? Kendi yaşamında bir sadeliğe sahip olmadığını düşündüğü için mi? Ya da her açıdan bir sahtekâr olduğu için mi? Sadece bu görünür nedenler olsaydı, tiksinti derhal geçip gider, mide bulandıran sözler çabucak unutulur, tiran yahut faşist gibi uluorta etiketlerle de durum idare edilirdi; dün olduğu gibi bugün de Nietzsche söz konusu olduğunda icra edilen kimi kısır ve tembel zihinsel tepkilerde olduğu gibi...

Gelgelelim Elias Canetti hamkafa bir düşünür değildir, kendi reaksiyonları üzerine de eğilebilecek bir donanıma ve erdeme sahiptir. Kaldı ki, “çirkin” bir çelişki yakalamıştır Nietzsche’de, tiksintiyi yoğunlaştırıp bir düşünce nesnesine dönüştüren, Nietzsche’nin ağzından çıkmış sözleri uzaklaştırma, püskürtme arzusunu hararetlendiren bir çelişkidir bu: “özgürlük isteği ile iktidar tutkusunun çelişkisi.” Canetti’ye bakılırsa Nietzsche’nin iktidara duyduğu tutku özgürlük isteğine galebe çalmakla kalmamış onu yıkıma da sürüklemiştir. Tartışmaya açık fikirlerdir bunlar ama şu da var: herhalde Kafka’yı saymazsak iktidar yahut özgürlük üzerine kafa yoran kim muaftır ki bu yıkıcı çelişkiden. Nietzsche’de yakaladığı çelişki Elias Canetti’nin kendisini de yakalamıştır. Çirkin çelişki, dolambaçlı, karanlık ve sapa yollardan bu iki düşünürü birbirine bağlamış; üstelik Elias Canetti bu tekinsiz ilişkinin adını koymaktan da imtina etmemiştir: “düşmanlık.”

Nietzsche, Elias Canetti’nin düşmanlarından, belki Hobbes’tan bile daha acımasız düşmanlarından biridir. Nietzsche gibi bir düşmanla boğuşmak için salt tepki göstermek hiçbir işe yaramaz ama: Bir tür zayıflık belirtisi olarak tiksinti, öfke ya da küçümseme jestleri bu edimlerin öznesini vurur öncelikle. Nitekim zamanla Canetti’deki reaksiyoner tavır geri çekilir, refleksler değil, zihinsel bir enerji deveranı ön plana çıkar; uzaklaştırmaya çalıştıkça daha da yakınına sızan, öldürücü darbeler indirdikçe dirilen, unutmak istenince kendini hatırlatan Nietzsche, hayranlık duyulmasa bile saygın bir “büyük düşman” statüsü edinir...

Elias Canetti nezdinde vahşi ve ilkel bir “zorba”dan verimli bir “büyük düşmana” doğru yer değiştiren ve bu süreçte dönüşen Nietzsche imgesi ve imgenin merkezinde yer alan, Canetti’yi de çarpışmak üzere bir mıknatıs gibi kendisine çeken çelişki: özgürlük isteği ile iktidar tutkusu arasındaki gerilim. Bu gerilimi sürgit kılan geçişler, sızmalar, bağlantılar; modern dünyanın özgürlük hareketlerinin de yakasına yapışmış “çirkin çelişki”, demek düşman Nietzsche, çelişkilere aldırmayan Nietzsche bir ayna tutuyordur: “Benim için ‘dünya’ nedir biliyor musunuz? Aynamda size göstereyim mi?”



1 Elias Canetti, Marakeş’te Sesler, çev. Kâmuran Şipal, İstanbul: 1990, Sabah Nobel Dizisi, s. 160.

2 “Tehlike”, “risk” ve buradan doğan sahtekârlık bahsinde Elias Canetti, Fransız romancı Malraux’ya çatar, yarı şakacı bir tonla: “Nietzsche’den ‘beslenen’ Malraux, ‘tehlikelerini’ hesaba katıyor. Her şey heyecan, serüven, soğukkanlılık, ve ondan da sonra da bakanlık.” (Elias Canetti, İnsanın Taşrası, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: Payel Yayınları, 2011, s. 320.)

3 Elias Canetti, Marakeş’te Sesler, çev. Kâmuran Şipal, İstanbul: 1990, Sabah Nobel Dizisi, s. 160.