23 Haziran Seçimi ve İyimserlik Siyaseti
Kenan Erçel

31 Mart seçimleri öncesi ve sonrasında muhalif kesimde cereyan eden hararetli tartışmalar arasında öne çıkan temalardan biri iyimserlik — ve haliyle, karşıtı kötümserlik. Bu konuyu en ısrarla işleyen isim Ruşen Çakır herhalde. İyimserlik/kötümserlik eksenini siyasi analizinin tam merkezine yerleştirdiği son dönemdeki Medyascope yayınlarında Çakır, Erdoğan’ın hakimiyetinin düşüşe geçtiği tespitinden hareketle daha özgüvenli ve soğukkanlı bir muhalefetin bu düşüşü hızlandırabileceğini ve pekala iktidara talip olabileceğini iddia ediyor. Henüz #herşeyçokgüzelolacak sloganı sosyal medyayı kasıp kavurmadan önce kullandığı “Be Cool” ifadesiyle sükûnet ve itidal sayesinde güzel günlerin gelebileceğini muştuluyordu. 

Bu akıl yürütmeden devamla Çakır, muhalefete en büyük zararı verenlerin —kendi deyişiyle “paradoksal” bir biçimde— iktidarın gücünü abartan kötümser muhalifler olduğunu söylüyor. İktidarın kaybetmeyeceği seçimlere girmeyeceği gibi kısır döngüsel bir mantıkla yenilginin kaçınılmazlığına kani bu felaket tellalları için iyimserlik naiflik ile eşanlamlı. Benzer şekilde Ümit Kıvanç da “iyimserlik polis”i diye tanımladığı, ““Bırak kardeşim!”le başlattığı cümlelerle iyimserlik girişimini gördüğü yerde boğmakta mâhir insanlar”dan yakınıyor.[1] Özetle, böyle yandaşları varken muhalefet için rakibe ne hacet.

Kötümserliği benimseyenlerin —bunun iradi bir tercih olduğunu varsayarsak— duygusal yatırım stratejileri kabaca şöyle işliyor olsa gerek: Netice olumsuz çıkarsa en azından haklı çıkmanın üstünlüğünü yaşarız; tahminlerimizde yanılır da netice olumlu çıkarsa istediğimiz sonucu almanın tatmini haksız çıkmanın ezikliğini fazlasıyla telafi eder nasıl olsa. Ve zaten yanlış öngörüyü her zaman bir bahaneyle gerekçelendirmek mümkün. Özetle, hüsranı asgari düzeyde tutmaya, her neticeden bir haz almaya odaklı bir duygusal ekonomi kötümserlerinkisi. 

Ve fakat bu statik kavrayış, kendi eyleyiciligini, kurduğu söylemin edimselliğini (performativity) yadsıyor. Kötümserler, kaçınılmazlık atfettikleri gidişatın gerçekleşmesinde bizzat kendi kötümserliklerinin, öğrenilmiş çaresizliklerinin payı olduğunu görmüyor —daha doğrusu, görmezden geliyor. Zira kendi rolünün idraki, sorumluluk alma gerekliliğini teslim etmek ve dolayısıyla duygusal ekonominin bozulması demek. 

Öte yandan, iyimserler, iyimserliklerini çoğunlukla eyleyiciliklerinin farkındalığından alıyor. Neticeye çok mütevazı bir düzeyde de olsa etki edebilecekleri inancı onları ataletin konforlu uyuşukluğundan çekip çıkarıyor. Tabii, bu daha riskli bir duygusal yatırım stratejisi çünkü ne denli düşük ihtimalli olursa olsun yalnızca başarılı neticeden medet uman ve başarısızlığı, sadece dışsal bir hadise olarak değil, kendi eyleyiciliğinin de yenilgisi olarak çifte hezimet şeklinde yaşama üzerine inşa edilmiş bir strateji.  

Belirtmek gerekir ki gayretkeş bir kötümserlik de, edilgen bir iyimserlik de mümkün. İlki için bizzat Ümit Kıvanç’ın kendisini[2] ya da Ateş İlyas Başsoy’un sosyal medya üzerinden yaptığı “her şey çok zor olacak” uyarısını örnek verebiliriz. İkincisi için de yine Başsoy’un “kendi yankı odamıza çekilip makara yarıştırma zamanı değil“ ikazıyla muhatap aldığı kesim güzel bir örnek teşkil ediyor.

Dolayısıyla bu yazıda kötümserlikten bahsederken salt olumlu neticeye düşük ihtimal biçmeyi değil, kinizmi, topyekûn bir beyhudeciliği kastediyorum;[3] benzer şekilde, iyimserlik derken bedavacı bir zafer beklentisini değil, en özlü ifadesini “iradenin iyimserliği” tamlamasında bulan, yılgınlığa direnen ruh halini kastediyorum. 

Peki, bu daha dar anlamıyla tanımlanmış (sebatkâr) iyimserliğin de hataları olamaz mı? Diğer bir deyişle, iyimserliğin kinizme üstünlüğünü teslim etmek onun her daim doğru bir yaklaşım olduğu anlamına mı gelir? Kanımca, 31 Mart seçimlerinin YSK tarafından iptali sonrası Millet İttifakı’nın takındığı tutum iyimserliğin de kimi durumlarda sakıncalarının olabileceğinin manidar bir örneği. 

YSK’nın absürd kararı sonrası muhalefetin önünde bir çatal oluşmuştu: Ya karara karşı bir direniş sergilenecekti ya da bir sonraki seçim için kollar sıvanacaktı. Ve fakat birkaç ilçeyle sınırlı, spontan proteso yürüyüşlerinden ibaret kısa soluklu bir eylemlilikten sonra muhalefet “hodri meydan” dedi. İmamoğlu’nun mazbatasının iler tutar yanı olmayan gerekçelerle geri alınmasının toplum vicdanını yaraladığına, bu mağduriyetin 23 Haziran’da daha açık farkla tekrar bir zafere tahvil olacağına dair güçlü bir kanaat hakim şimdi muhalif kesimde. 

Ve bu kanaati sadece tribün şakşakçıları değil, Canan Kaftancıoğlu gibi mücadeleyi cephenin en ön saflarında veren isimler dillendirmekte. Örneğin, YSK’nın iptal kararı sonrasında İrfan Aktan’la söyleşisinde[4] “…kimsenin aklına gelmeyen manipülasyonların devreye sokulabileceğine dair kuşkular dillendiriliyor. Sizce böyle bir yol var mı?” sorusuna “Hiçbir şekilde böyle bir yol yok“ şeklinde kat’i bir yanıt verebiliyor Kaftancıoğlu. Keza yukarıda kinizmle malûl olmayan bir kötümserliğe örnek olarak alıntıladığım Başsoy bile “normal şartlarda İmamoğlu’nun yüzde 70 alması mümkün” diyebiliyor. Halbuki bloklar arası geçişkenliğin hemen hemen hiç olmadığı, alabildiğine kutuplaşmış böylesi bir siyasi ortamda bu kadar kısa süre zarfında bırakın %20’lik artışı, %2’lik bir artış bile muazzam bir başarı olur. Tamam, Başsoy’un “normal şartlar”dan kastının ne olduğu çok açık değil ama normal şartların hüküm sürmediği yeterince açık. 

Teslim etmek gerekir ki yeni bir seçime gitme tercihinin alternatifleri hiç de kolay seçenekler değil. Sivil itaatsizlik? Boykot (hani şu neredeyse tabu mualemesi gören, ağzına almaya cüret edenin derhal yuhalandığı şey)? Ne var ki bildiğimiz kadarıyla muhalefet liderleri bu alternatifleri masaya yatırıp artıları eksileriyle değerlendirmiş değil. Yenilenecek seçimlerde kazanacaklarına dair inançları başka bir stratejiyi peşinen geçersiz kıldı zaten. Kılıçdaroğlu’nun 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde dile getirdiği “Kazanacağımız seçimleri niye boykot edelim?” hissiyatı şimdi daha da hakim görünüyor. YSK daha iptalin gerekçeli kararını açıkla(ya)mamışken “31 Mart artık mazi, biz önümüze bakalım” havası esiyor.   

Bu bakımdan 23 Haziran seçimine bağlanan umutlar iyimserlik siyasetinin de kör noktaları, handikapları olabileceğini gösteriyor. Gerekirse bir sonraki seçimi boykot[5] (yine o nahoş kelime) etmeyi göze alarak kazanılmış seçimi müdaafa etmektense “rövanş zaten bizim” coşkusuyla sahaya tekrar çıkılıyor. Temkinlilik elden bırakılmasa da 1 Kasım 2015 hezimeti tekerrür etmez güveniyle hareket ediliyor – üstelik 7 Haziran 2015 sonrası olup bitenlerle doğru dürüst yüzleşilmemiş olmasına rağmen. Nitekim Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesi sonrası HDP’nin İmamoğlu’ndan desteğini çekeceği spekülasyonlarının hızla yayılması muhalif kanadın milliyetçilik kaynaklı kırılgan yapısını bir kez daha gözler önüne serdi.   

Peki, 23 Haziran seçimine “herşey çok güzel olacak” şiarıyla dolu dizgin koşan muhalefetin iyimserliğini eleştirmek “iyimserlik polisliği” midir? Birçokları tarafından böyle niteleneceği kesin ama burada asıl maksat —artık tren kaçmış olsa da— “iradenin iyimserliği”ni “aklın kötümserliği” ile dengelemek. Aşırı özgüven yüzünden bu ihtimal azımsanıyor olabilir ama yenilenen seçimi, öyle ya da böyle, Cumhur İttifakı kazanacak olursa İmamoğlu’nun bir önceki seçimdeki galibiyetinden geriye yalnızca bir hoş sada kalacaktır çünkü muhalefet, 23 Haziran seçimine girerek o seçime hak etmediği bir meşruiyet kazandırmış, bir öncekini de kendi eliyle silmiş olacaktır.



[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/04/18/mucadele-dusmani-iyimserlik-polisi/

[2] Zira yukarıda bahsolunan yazısını şöyle bitiriyor Kıvanç: “Sizi temin ederim, değerli okurlar, köşe yazarınız tanıyıp tanıyabileceğiniz en kötümser insanlardan biridir. Fakat mevzu bu değil.” Bu kesif kötümserliğe rağmen Kıvanç, kinizm kampında yer almadığı aşikar, mücadeleci bir aydın.

[3] Aslı Erdoğan’ın 13 Mayıs tarihli bir söyleşide yaptığı “AKP’nin kazanmaması mümkün değil” tahmininin kinizm ile kötümserlik ayrımının hangi tarafına düştüğünü söylemek zor: https://www.youtube.com/watch?v=Jq9noNpluao

[4] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/05/12/canan-kaftancioglu-akp-istanbulu-tekrar-kaybettigi-an-dagilir/

[5] https://www.birikimdergisi.com/haftalik/8978/bir-ihtimal-daha-vardi-boykot#.XNtJKShKg2w