Diyanet’in Raporu: Dinime Dahleden Bari Müselman Olsa
Polat S. Alpman

Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından hazırlanan "Dinî-Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler" isimli “gizli” rapordan Tayfun Atay’ın “Bir 'dinî-ortodoksi' deklarasyonu: Diyanet raporu” [1] isimli yazısı sayesinde haberdar oldum. Böyle bir raporun hazırlandığına ilişkin fısıltılar dolaşımda olmasına rağmen hazırlanma sürecine ve tamamlandığına ilişkin kamuoyuna herhangi bir bilgi verilmediği için içeriğini bilmiyorduk. Daha sonra Özlem Akarsu Çelik, Gazete Duvar’da “Dini Oluşumlar Raporu'nu Diyanet, kime yazdı” [2] yazısında raporda yer alan başlıkları aktardı. Akarsu bu yazısında rapora dikkat çeken ilk yazının Ahmet Nesin tarafından Mart ayı başında yazıldığını söylüyordu [3]. Rapora ulaşmaksa medyascope.tv sayesinde mümkün oldu [4]. Daha önceki bir yazıda bildiğimiz cemaatlerin sonuna geldiğimizi, cemaatlerin devlet tarafından yeniden düzenlendiğini ve düzenleyici, denetleyici ve yönlendirici erk olarak devletin, dini alanı belirleme hakkını tekeline almayı başardığını ifade etmiştim (link: Haftalık Birikim). Bu rapor, bu durumun biraz da tescillenmesi anlamına geliyor.

Cemaatler ve kişilerle ilgili raporda verilen bilgilere, raporun diline, içeriğine, amacına ve değerine ilişkin birçok şey söylenebilir. Raporun Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından hazırlandığı ifade edilmiş olsa bile -ki Din İşleri Yüksek Komiserliği de denebilirdi- yukardaki yazarların yorumlarında da ifade edildiği üzere istihbaratçı dili rapordaki yorumların tümüne sinmiş. Cemaatler ve kişilerle ilgili bilgilerin doğruluğu, yanlışlığı ya da içeriğinden bağımsız olarak bir fişleme ve etiketleme işi olan raporun satır aralarındaki bakış açısı, 28 Şubat sürecinin yol taşlarını döşeyen Batı Çalışma Grubu ile benzer içeriğe sahip. Burada Cumhuriyet’in kurucu ethosunun hâlâ etkili olduğu ve dini alanda henüz çoğulculuk denilemeyecek olan çokluğu denetleme arzusunun devam ettiği öne sürülebilir. Bunun Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının mutlak egemenliği altında gerçekleşmiş olmasında şaşacak bir şey yok. Bilindiği üzere devletin otoriter aklının AKP’yi uzun süredir denetimi ve kontrolü altına aldığına ya da gerçek ittifakın bu kesimler arasında olduğuna ilişkin epey yorum yapıldı. Gerçekten de AKP’nin ve iktidar bloğunun 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra girdiği yollar, tercihleri, işleyiş biçimi ve niteliği Türkiye’deki kurumsallığı ortadan kaldırdığı gibi zar zor direnen rasyonaliteyi de tümüyle korkulara teslim etti. Bu gelişmelerin dini cemaatler üzerindeki tesirleri birçok araştırmanın konusu olması gerekirken devletin ve Diyanet Teşkilatı’nın ön alması, Türkiye’deki cemaatlere yönelik siyasal kuşatmanın yeni bir evresi olarak yorumlanabilir.

Türkiye’deki dini cemaatler, Cumhuriyet tarihi boyunca siyasal alanın faillerinden biri olageldi. Bugün, bu siyasallığın yeni bir aşamaya geçtiğini, ‘partili cemaat’ modelinin dayatıldığı söylenebilir. Bunu tamamlanmış ya da tamamlanması mümkün bir proje olarak değil, bir siyaset tekniği, işleyiş biçimi ve tahakküm ilişkisi olarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Bu nedenle Türkiye’deki iktidar bloğu açısından Diyanet’in cemaatlerle ilgili hazırladığı istihbarat raporunun -düşünüldüğünün aksine- cemaatlerin bu blok etrafında örgütlenmelerini zorlamaya yönelik bir girişim olarak değerlendirmek mümkün.

İslâmî muhitlerde hükümete, yeni rejime ve onun liderine yönelik gözle görülür memnuniyetsizliğin sadece ekonomik gelişmelerle ilgili olmadığını da ifade etmek gerekir. Bir tür nefessizlik, daralma ve kontrol kaybının neden olduğu güvensizliğin, özerklik kaybının İslâmî muhitlerde bir süredir dile getirilme biçiminin de bu raporun hazırlanmasında payı var. Bu nedenle rapor, AKP’ye, iktidar bloğuna ve onların temsilcilerine ilişkin bastırılan hoşnutsuzlukların, gizli eleştirilerin, üstü kapalı itirazların gittikçe açık hale gelmesine yönelik ön almanın hamlelerinden biri olarak yorumlanabilir. Dini cemaatleri ve bazı kişileri fişleyen bu raporun içerisinde geçen “bidat” ve “hurafe” gibi kelimelerden de fark edileceği üzere raporun kendine mahsus bir dini görüşü var. Bu görüşün dışında yer alan cemaatleri ve kişileri hedef haline getirmesi, birçoğundan kriminalleştiren bir üslupla söz etmesi ise AKP çevresinde örgütlenen dini cemaatlerin birçoğuna sınırlarını yeniden hatırlatmanın post-Kemalizm’e özgü tekniklerinden biri olarak kabul edilebilir.

Raporun bu konuda, yani cemaatlerin denetlenmesi, düzenlemesi ve kontrolü hakkında sunduğu çözüm önerilerinin başında ise Meclis-i Meşâyih (Şeyhler Meclisi) geliyor. 1860’lı yılların sonunda kurulan bu Meclis, Osmanlı’daki merkezileşme çabalarının dini alanı düzenlemek için geliştirdiği bürokratik hamlelerden biriydi. Tarikat liderlerinin ve şeyhlerin birbirlerini sapıklıkla itham etmelerinden dolayı kurulduğu ifade edilse de asıl nedenlerinden birinin tarikatlara ait mülklerin ve idarenin denetlenmesi, kontrolü ve düzenlenmesiydi. Bu nedenle tekkeler idari olarak Şeyhülislamlık makamına bağlıyken mâli olarak Evkaf-ı Hümâyun Nezâreti'ne bağlıydı. Raporda bu kurumun ya da buna benzer bir şeyin bir çözüm olarak sunulması Türkiye’deki merkeziyetçilik baskısının kendilerini özerk sivil toplum paydaşları ambalajı altında örgütleyen cemaatlerin mülklerinin, ekonomik ilişkilerinin ve idarelerinin merkezi bürokrasi tarafından denetim ve kontrol altına alınması anlamına geliyor. Buna Türkiye’deki İslâmî muhitlerden destek verecek epey kişi olmasının yanında bu muhitlerden uzak ama devletçilik bahsinde onlarla ortak olan kesimlerin de destek vermesi mümkün.

Özerliklerini yitirdikçe aparat haline gelen bu toplulukların meşruiyetleri aşınırken etkileri de zayıflıyor. Bugün Türkiye’deki dini cemaatlerin etkisi altındaki seçmenlerin kaç puana karşılık geldiğini kestirmek zor olsa da on yıl öncesiyle karşılaştırıldığında anlamlı bir düşüş olduğunu söylemek zor değil. Cemaatlerin iktidar bloğundan kopma eğilimlerini durdurmak ya da yavaşlatmak için salladığı bu parmağın işe yarayıp yaramayacağını; mevcut iktidar bloğunun sıklıkla havuç dağıttığı cemaatlere bu rapor vesilesiyle gösterdikleri sopanın ne anlama geldiğini, Türkiye’deki siyasal gelişmelerle birlikte izlemek gerekecek. Bu cemaatlerin karşısında ise onlarla kesişim yerleri olan, ancak Erdoğan’ın şahsında kümeleşen diğer büyük dini cemaat, nam-ı diğer cami cemaati yer alıyor. Bu heterojen cemaatin ortak noktası liderlerinin karizmatik çekim alanı, pekişmiş tutumlar ve kutuplaşma dinamikleriyle örüldü. Burada mevcut iktidar bloğunun neden olduğu başarısızlıkları, sorunları ve krizleri göz ardı etmelerine neden olan sıkışmışlık ile kendi gündelik faydaları arasındaki boşluğun kapatılamayacağından duyulan endişenin ise gittikçe yükseldiği gözlenebiliyor. Cemaatler, bir süre de olsa, bu sıkışmışlığın üstünü örtme işlevini üstlense de artık bunu sürdüremedikleri için Diyanet’in doğrudan müdahil olması gerektiğini de eklemek lazım.

Binali Yıldırım’ın pek bilinmesini istemediği İsmailağa Cemaati’ni ziyaret etmesi ya da Diyanet’in Erdoğan’ın katılımıyla Yenikapı’da düzenlediği teravih namazı mitingi gibi [5] gelişmelerin gösterdiği üzere AKP’nin siyaset tekniğinin gittikçe dini alanda işe yaramasını umdukları, bunun dışındaki alanlarda ise etki üretmediğini fark ettikleri bir düzeye geldi. Seçmenleri sadece dini inançlarıyla çerçeveleyen bu bakış açısının bir işe yarayıp yaramadığı ise dini alanın dışındaki gelişmelerle sıkı sıkıya bağlı. Demokratik bir ülkede olmaması gereken her şeyin kademeli olarak kendine yer bulabildiği Türkiye’de Diyanet’in varlığını eleştiren ve kapatılması gerektiğini öne süren İslamcılıktan Diyanet’in gerekliliğini savunan ve diğer cemaatlerin hepsini iktidara biat etmek ile suç şebekesi olmak arasında karar vermeye zorlayan İslamcılığa geçiş süreci, her şeyi tek-tipleştirdiğinde bütün sorunların çözüleceğine iman eden geleneksel ve bürokratik devlet aklıyla uyum içinde olabilir. Bu aklın görmek istemediği şey toplumun gerisinde kalmış olduğu değil, toplumla arasında bir boşluk oluştuğu ve boşluğun gittikçe bir uçuruma dönüştüğü. Bu boşluktan dolayı topluma bühtan etmek ise Kemalizm’den devraldıkları babaerkil sapkınlığın “ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur” nobranlığından öte bir anlam taşımıyor.


[1] Tayfun Atay, “Bir 'dinî-ortodoksi' deklarasyonu: Diyanet raporu”, T24, link: https://bit.ly/2WQiVTC [27.05.2019].

[2] Özlem Akarsu Çelik, “Dini Oluşumlar Raporu'nu Diyanet, kime yazdı” Gazete Duvar, link: https://bit.ly/2wy5Y1U [31.05.2019].

[3] Ahmet Nesin, “Perinçek-Ergenekon-Erdoğan şeytan üçgeninin Diyanet kitabı...”, ArtıGerçek, (09.03.2019), link: https://bit.ly/2Mpbw9v [31.05.2019].

[4] Medyascope.tv’de yer alan rapor için bkz. Türkiye’deki Dinî-Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Akımlar başlıklı raporun tam metni, link: https://bit.ly/2InR1Fg [31.05.2019].

[5] TRT Haber’deki haberin ayrıntısı için bkz. “Cumhurbaşkanı Erdoğan 'Enderun Teravihi'nde yüz binlerce kişiyle saf tuttu”, link: https://bit.ly/2Imw2m7 [02.06.2019].