Muhataplık Meselesini Bir Daha Düşünmek…
Kemal Can

12 Haziran’da gazeteduvar’da yayınlanan “Erdoğan neden saklanıyor?” başlıklı yazıda (GazeteDuvar) bir yan tema olarak muhalefetin Erdoğan karşıtlığı meselesindeki sıkıntısına şu satırlarla değinmiştim: 

“Erdoğan’ı özel olarak koruyan dinamiklerden biri de, muhalefetin bitmeyen paradoksu: Eleştirinin merkezine Erdoğan’ı yerleştirince iktidarın ihtiyaç duyduğu gerilime ortak olup konsolidasyona -kesin kaybedecekleri blok/kimlik sayımına- katkı vermiş oluyor. Erdoğan yokmuş gibi davranınca da, sorunların asli kaynağının görünmez olmasını sağlayan koruma kalkanına destek sağlıyor. Bu yüzden, çok zarar yerine hep az faydaya razı oluyor. Ama artık Erdoğan iktidar sorunlarını muhalefetle girdiği ilişkiyle değil, kendi destek çevresiyle çözmek zorunda ve burada denklem ters işliyor.” 

Artık çok kısa süre kalan 23 Haziran seçimi öncesinde yeniden alevlenen bu mesele, kendi başına bir yazıyı hak ediyor. Özellikle bütün muhalefet seçmeninin siyasi iletişim uzmanı kesildiği, sosyal medyanın “aman ha…” mesajlarından geçilmediği bu günlerde. 

Küresel bir dalga halinde dünya turnesi yapan otoriter sağ popülist liderlerin kendilerine yönelen tepkileri siyasi avantaja dönüştürebilmeleri çok özel becerilerden kaynaklanmıyor. Kurdukları -veya üzerine yerleştikleri- siyasi zemin ve bu zemindeki toplumsal destek mekanizmaları -amorf kimlik kalabalıkları- böyle bir “ayna-kalkan” yaratıyor. Trump patavatsızlığına, Putin soğukluğuna, Dutarte ağzı bozukluğuna, Modi vahşiliğine, Orban kabalığına, Barosso lümpenliğine rağmen, hatta bu vasıfları dolayısıyla popülerlik sağlıyor, koruyabiliyor. Cahilliğin, adaletsizliğin, baskıların, yalanın normalleştirildiği kutuplaştırıcı siyasetin iktidarları, karakterlerini ve aslında temel tercihlerini lider performansları üzerinden gösteriyor. Onların, karşısında oldukları her şeye yönelen kolektif nefreti tatmin eden aşırılıkları destek görüyor, eleştirildikçe -alay edildikçe- daha kıymetli hale geliyor. Zaman ve mekandan bağımsız, daha önce de örnekleri yaşanmış küresel bir realite bu. Coğrafyanın kader olduğu, daha mümbit topraklarda, bu bildik mekanizma daha da etkili oluyor.

Popülist sağ siyasetin destek tabanı, tamlamanın ilk kelimesiyle uyumlu olarak öncelikle kalabalık gerektiriyor. Çoğunluk olmayı sağlayacak etkili kalabalık da, en belirsiz (dolayısıyla en geniş) kimlik tarifi ama en keskin (ve en saldırgan) karşıtlıklarla tanımlanıyor. Belki kötü bir benzetme olacak ama; kötü genlerin dominant olması gibi, bu iki ihtiyacın buluşması doğal çekimle sağlanıyor. Kimlik kalabalıklarının kültürel, etnik veya dini referanslarının daha kuvvetli olduğu, tarihsel ve toplumsal olarak kışkırtılmış deneyimlerle olgunlaştığı zeminlerde, bu süreç daha sert veya daha kalıcı. Liderler ve siyasi akımlar için destek kalabalıklarıyla kurulan otantik temsil ilişkisi daha derin. Liderine edilen laf, çok kalabalık bir seçmen grubu için kendine söylenmişçesine içselleştiriliyor, muhalifler tarafından küçümseyici bir tonda kullanılsa da bazı kişilik özellikleri de kolay üstleniliyor. Bir suçlamanın, eleştirinin doğru ve haklı olup olmamasının herhangi bir önemi kalmıyor, sözün kendisi değil kim tarafından ve kime karşı söylendiği belirleyici oluyor. Karşılaştırma yapılabilir ortak zemin ortadan kaldırıldığı veya kullanılamaz ölçüde daraltıldığı için -sürekli kullanımda olan- hemen her kavramın içi boşalıyor. Tepki ölçebilecek bir kamuoyu kalmıyor.

Gelelim yazının temel sorusuna: Kişisel özellikleri iktidarının temel tercihleriyle tam entegre, iktidar stratejisini üslubunda kristalize etmiş liderliği muhatap almadan muhalefet yapmak mümkün müdür? Ondan bahsedilmesinin destekçilerini konsolide ediyor olması, itiraz edilecek her şeyin kişisel temsilini görmezden gelmeyi başarılı bir taktik haline getirir mi? Sonuç alıyor olmak bir şeyi doğru yapar mı? Alınan sonuç, nihai (veya kalıcı) sonuç olur mu? Son yıllarda siyasal iletişimcilerden bağımsız araştırmacılara, siyaset bilimcilerden kampanya yöneticilerine, siyasi yorumculardan gazetecilere kadar çok farklı çevreden insan, “Erdoğan karşıtlığı” üzerinden siyaset yapmanın sakıncaları ve sonuçsuzluğu üzerine dikkate değer görüşler öne sürüyor. Seçim sonuçları, seçim öncesi ve sonrası araştırmalar da, bu konudaki yorumları destekliyor. Sadece 31 Mart’ta muhalefetin aldığı sonuç bile, değil bu konuda karşı tez ileri sürmeyi, acaba demeyi dahi zorlaştırıyor. Koşullardan yol-imkan bulmakla, koşulları zorlama riskleri fena halde çatışıyor.

23 Haziran yaklaşırken bütün muhalefetin birbirini en çok uyardığı mesele; tuzaklara düşmemek. Tuzak olarak da gaflara neden olabilecek polemikler, iktidar tarafından kullanılmaya müsait gerilimler işaret ediliyor. Bir taraftan son anda sahneye çıkabilecek Erdoğan’dan endişe ediliyor, bir taraftan da “aman ha sakın onu muhatap almayın” deniyor. Dengeyi değiştirebileceğine kuvvetle inanılan baş aktörü yok saymanın şimdilik daha hayırlı olduğu söyleniyor. Muhalefet, olası zarar yerine az faydaya razı olmanın telaşı içinde. Söz konusu bir yerel seçim, hatta özel olarak bir şehirdeki seçim olunca hedefe odaklanmanın itiraz edilecek bir tarafı yok elbette. Açıkça sonuç aldığı görülen bir kampanya stratejisini tartışmaya açmak da saçma gelebilir. Muhalefetin, öncelikle kazanabileceğini veya kaybettirebileceğini göstermek istemesi de son derece makul. Fakat artık başta iktidar koalisyonu olmak üzere herkes, 23 Haziran sonucunu değil, onun da sonrasındaki siyasi tabloyu hesaplıyor, pozisyonlarını ona göre belirliyor. Dolayısıyla, “sonuç alma” meselesine bir haftalık bir gelecek için bakmak biraz eksik kalabilir.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, muhalif çevrelerin hakim siyasi üslubu -çoğunlukla da iktidarı- şahsen temsil eden, döneme ruhunu veren liderleri mesele etmenin “sonuç alabilir” bir yolunu bulması gerekiyor. “Aman onu karşınıza almayın, muhatap etmeyin, bu onun işine yarıyor” uyarısı, uyumlanmak gereken hakikat olmaktan çıkmak zorunda. Çünkü tamamen merkezileşen bir siyasi zeminde -ister mutlak iradesiyle, ister onu destekleyen güçlerin idaresiyle olsun- bizatihi sorun odağı olan ve siyasi mimari gereği bunu sembolize edeni muhatap almadan, doğrudan böyle bir siyasi rejimi tartışmadan nasıl muhalefet yapılabilir? Ya da şöyle soralım: Sizi karşınıza alabildiği, karşıda tutabildiği için güçlü duran bir aktörü, karşınızda yokmuş gibi yaparak gerçekten yenmeniz mümkün mü? Doğru muhatap almanın yollarını üretememek, kişiliğini değil kişiliğinde temsil ettiği her şeyi tartışmaya açamamak, bir yere kadar politik beceriyle ilgili. Fakat asıl önemli nokta, bu liderlerin ve liderlik tarzının iktidarlarını ve onu besleyen popülerliklerini sağlayan siyasi mekanizmayla ilişki. Bu noktadaki önemli şans, bu mekanizmanın kullanım süresi ve gücünün sınırlarının olması. Hiçbir siyasi aktörün destek çevresini sonsuza kadar savunmada tutabilmesi mümkün değil. Kendiliğinden ve kendi içinden bozulmaya başlayan bir mekanizmadan endişe etmeyi bırakıp müdahale seçeneklerini düşünmeye başlamak için de artık daha fazla neden var.