Babacan’ın Hatrı
Polat S. Alpman

Türkiye’deki aşırı sağ ile merkez sağın aşırılıkta buluşarak kurdukları iktidar bloğunun siyasal alanı daraltma girişimlerinin pek işe yaramadığını sıklıkla ifade ediliyor. Bu tespitlere iktidar bloğunun birbirlerini aşağıya çektiği ve gittikçe daha fazla ham cebre, istikrarsızlığa ve savrulmaya maruz kaldığı da eklenebilir. Bu durum, Türkiye’deki sağ siyasetin iç krizi olarak ele alınabilir ve bu krizin sol için bir alan açtığı düşünülebilir, ancak Türkiye’de solun temsil krizi devam ediyor. 

Türkiye’de solda siyaset yapan ve siyasetlerini Meclis’e taşıma kapasitesine sahip partilerin var olduğu konusunda iyimser olmak için pek fazla neden yok. Yine de solun birçok konudaki söylemlerini bir ölçüde sahiplenen HDP ile sola yakın durduğu iddia edilen CHP’nin varlığı, Türkiye’deki siyasal alanın solu olarak kabul ediliyor. Bu partilerin siyasal eğilimleri ile seçmenlerinin beklentileri arasındaki mesafe ve ilişki ise neredeyse tamamen iktidar bloğu tarafından inşa ediliyor.

Bu, hem iktidar bloğunun kendini sıkıştırdığı siyaset tekniğinin bir sonucu, hem de kendi siyasetini inşa edemeyen solun kolaylıkla savrulmasına neden olan siyasetsizliğin bileşkesinde gerçekleşen bir sürecin sonucu olarak yorumlanabilir. Bunun nedenlerinden biri devlet ile iktidar bloğunun yekpare hale gelmesiyle sonuçlanan rejim bunalımı ve Türkiye’deki egemen siyaset anlayışının gittikçe aşırı sağa kayması. Bu tür rejimler, kendilerini iç krizlerle yeniden üretme dinamiklerine sahip olsalar bile bunun sınırlı olduğunu ifade etmek gerekir. Bu sınırlılık bir yasa olmadığına göre her an yeni hamleler ve stratejilerle geliştirilebilir. Ancak Türkiye’deki sağ siyasetin yaşadığı bu sapmanın enerjisini kısa zamanda ve büyük ölçüde tükettiği gözlemlenebiliyor.

* * *

Ali Babacan ve kurulacak yeni partinin Türkiye’deki aşırı sağ sapmaya, yine sağın içerisinden verilen bir yanıt olduğu düşünülebilir. Merkezin kayan şirazesini yeniden bir denge noktasına yerleştirmek, iktidar bloğuna sıkışmış halde bulunan seçmenlere nefes alabilecekleri yeni bir mecra oluşturabilmek ve bu sapmayı olması gereken yola döndürmek gibi amaçlara sahip olan bu yeni girişim, sağın kendi iç krizini aşması için gerekli kabul ediliyor.

Babacan, kendisini AKP’nin kuruluş ve iktidar olma süreçlerini içeren altın zamanlarına ait hissediyor. Bu nedenle o dönemlerdeki söylemler ve politikalar ile hesaplaşmak gibi bir derdi yok. Bu durum, şirazesi kaymış olan sağın yeniden merkeze çekilirken çizdiği rotanın ne olduğunun anlaşılması için bir referans noktası olarak kabul edilebilir. Bunun dışında söylediği ya da söyleyebileceği fazla bir şey yok. Suskunluğunun ve vaatlerini ötelemesinin nedeni de bu yokluk hali. Kendi altın zamanlarından farklı olarak söyleyeceği herhangi bir şeye niyetlendiğinde bile sağın Türkiye’deki egemenliğine çarpmaktan korkuyor.

Böylece dönüp dolaşıp aynı tartışmanın içine çekilmiş oluyoruz. Türkiye’nin farklı başlıklar altında tartışılan sorunlarına yeni bir sağ partinin verebileceği cevapların genel çerçevesi, iktidar yürüyüşünün alışkanlıkları olan söylemlerle inşa ediliyor. Türkiye’nin temel meseleleri söz konusu olduğunda gerçekçi çözümlerden daha çok hegemonik söylemlerin içerisinde köşe kapmaca oynamaya devam eden bu siyasal eğilimin tıkandığı yerlerde aşırılıklara savrulmasını engelleyebilecek bir siyasal kültürü de yok.

* * *

Peki, siyasal alan yeniden ve sağ siyasetler marifetiyle genleştirilmesi için ortam müsait mi?

HDP’nin şu an içinde bulunduğu sıkışmışlık kendi siyasal tarihleri açısından alışık olmadıkları bir durum değil. Ancak Çözüm Süreci gibi bir tecrübenin ardından iktidar bloğunun Kürt siyasi hareketini cebirle kimlik siyasetine itelemesi, kayyım atamalarıyla Kürt seçmenlerin iradesini yok sayması ve benzeri gelişmeler, iktidar bloğu lehine hiçbir fayda üretmese de HDP’nin deneyimlediği daralmayı yoğunlaştırıp onu yaklaşılması tehlikeli bir maddeye dönüştürüyor. Çıkmaya çalıştıkları yere yeniden kapanmalarını kolaylaştırıyor. Diğer taraftan bu kapanma siyasal etkilerini dar alanda yoğunlaştırıyor. Bu nedenle şu sıralar Diyarbakır HDP İl binası önünde PKK tarafından kaçırılan çocukları için nöbet tutan ailelerin varlığı bile iktidar bloğunun beklediği tepkiyi üretemiyor.

CHP ise Ekrem İmamoğlu’nun seçim başarısının arkasına yerleşip biraz durmak, dinlenmek istiyor, ancak Türkiye’nin gündemi buna müsaade etmediği gibi bu başarının bedelini de ödemek gibi bir süreçle karşı karşıya. Canan Kaftancıoğlu’na attığı tweetler nedeniyle verilen yaklaşık 10 yıllık cezanın siyasi olduğunu söylemek dışında makul bir açıklamanın yapılamamasının nedeni bu. Toplumun farklı kesimleriyle konuşmaya çalıştıkça iktidar bloğu tarafından yeniden kuşatılan CHP’nin siyaset yapma iradesi sürekli sağcılıkla test ediliyor. CHP’nin sıklıkla kendini sağ söylemlerin içerisinde bulması işini kolaylaştırmadığı gibi Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal sığlığa herhangi bir derinlik de kazandırmıyor.

Babacan, biraz da bu saha temizliği sayesinde parlıyor. İktidar bloğunun HDP’yi terörle, CHP’yi dinle tepeleyerek daralttığı siyasal alanda söylenecek ferahlatıcı her söz işe yarıyor. Böylesi bir alanda ve siyaset yapmaksızın siyasal alanda yer almanın Türkiye’deki merkez sağ için özel bir başarı ya da cesaret gerektirdiğinden emin değilim. Bu girişim siyasal alanı yeniden genleştirme ihtimali nedeniyle değerli kabul edilebilir. Ancak teklif etmeyi taahhüt ettiği siyasete ilişkin hafızası, AKP’nin altın zamanlarını özlemle anmaya ve taşımaya devam ediyor. Eğer yeniden şirazeyi merkeze taşımak gibi bir teklifle gelinecekse, bu teklifin AKP’nin altın zamanlarından fazlasını içermeyecek olmasından endişelenmek gerekir.