Velayet
Tanıl Bora

Velayet konusuyla ilgili en fazla haber, tespit edebildiğim kadarıyla, Yeni Akit’te çıkıyor. Genellikle, çocuğun velayetinin kadına (hele, “iffetsiz anne”ye) verilmesine veryansın eden haberler bunlar. Bol bol “velayet zulmü”nden, “velayet mücadelesi”nden söz ediliyor. Muhafazakâr muhitlerde velayet ‘müessesesi’, ailenin ve kadının toplumsal vaziyetinin dönüşümüne gösterilen tepkinin bir aleti. Genel olarak kadın lehine düzenlemelerin evlilik ve aileyi ‘bozduğunu’ düşünüyor; çocuk üzerinden ailenin bakiyesini devam ettirebilecek velayet kurumunun da, kadına ‘fazla yetki’ verdiğini düşünüyor, bundan rahatsızlık duyuyorlar.[1] On gün sonra (1-3 Kasım) Erzurum Atatürk Üniversitesi-KADEM işbirliğiyle, velayet mefhumunun “bütün yönleriyle” ele alınacağı geniş bir sempozyum yapılacak. Odakta “aile birliğini destekleme misyonu” yer alıyor.

***

Müesseseyi kısaca hatırlayalım: Velayet, hısımlıktan (ilk olarak anne-babalık) doğan bir ilişki; küçüklerin veya ergin kısıtlı çocukların kişiliklerinin ve mallarının koruması ve temsili ile hak ve yükümlülükler, anlamına geliyor.

***

Arapça wly kökünden türeyen kelime sözlüklerde genellikle şöyle açıklanıyor. 1. Yakın olma, yanında olma, 2. koruma ve kollama, gözkulak olma, bir sorumluluk üstlenme, bir işin başında durma, velilik, valilik, evliyalık. Birinci anlamdaki yakınlığa İslâm’da yüklenen anlam, bir dolaysız ve ‘su sızmaz’ bağı tanımlıyor: “İki şey arasında kendilerinden olmayan bir şey girmesine izin verilmemesi.”[2] Ötüken Osmanlı Türkçe Sözlüğü’ndeki anlam sıralaması şöyle: 1. Dost olma; sadakat gösterme. 2. Ermiş olma; velilik. 3. Sözünü geçirme; otorite. 4. Başkalarının kişiliği ya da malları üzerinde söz sahibi olma yetkisi. 5. Küçüklerin ve kısıtlıların kişilikleri ve malları üzerinde anne ve babaların sahip oldukları yetkilerin tümü.

***

İslâmî tasavvurda buradaki “yakınlık” anlamının Allah’a yakınlığı da imâ edebiliyor; kelimenin ermişlik-evliyalık anlamını pekiştiren bir nokta. Velî, hem dost sayılan, hem yetkilendirilen ve otoritesine boyun eğilendir. Esasen Allaha ait addedilen mutlak velayet hakkının, sosyal ve siyasî işlerde, liyakate ve diğer insanların rızasına bağlı olarak, yöneticilere devredildiği düşünülür.

***

Şiâ’da, velayet kavramının siyasî önemi çok büyük. Siyasî yönetim yetkisi anlamında velayeti peygamberden devralan masum imamların on ikincisinin gaybeti döneminde, bu yetki fakihlerdedir. Fakihlerin, devlet idaresiyle ilgili işlerde, “tıpkı velisi bulunmayan küçüğün üzerindeki velâyeti gibi halk üzerinde de velâyeti vardır,” diye düşünülür.[3] Humeyni’nin yorumladığı velâyet-i fakih teorisi, fakihlerin ortak aklı yerine siyasî otoritede cisimleşen “adil fakih”i koymuş ve velayeti devletleştirmişti. Bu, ayrı bir bahis.

***

Velayetin siyasî anlamını biraz daha eşelim. Soyut hukuk kavramı olarak velayet, “bir başkasına sözünü geçirmek onun üzerinde egemenlik ve otorite kurmak yetkisi” olarak tanımlanıyor.[4] Hatırlayalım, vali kelimesi de aynı kökten geliyor. Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü’ne göre vali: 1. Gözetici. 2. Her şeye sahip olan; Allah. 3. Devletin ve her bakanlığı ayrı ayrı temsilcisi olarak en yüksek il görevlisi. 4. Eyalet beyi’dir. Kurallı ve belirli idarî görev tanımıyla, kutsal imâlardan güç alan sayılan geniş geniş bir ‘mukayyet olma’ yetkisi yan yana duruyor. Sarmalanabilirler de.  

“İslâm'a göre bir şehrin valisi, o kentte oturan kimselerin hepsinin velisi sayılır,” diye düşünen de vardır.[5] 

***

Valilerin artan kudretinin, bizzat Adalet ve Kalkınma Partisi mebus ve il yönetimlerini tedirgin ettiğini biliyoruz. Valilerce hiç kaale alınmamaktan hatta horlanmaktan şikâyet ediyorlar, “tek parti modeli valiler”den –ki o vakitler “ilbay” denirdi- yakınılıyor.[6]   

Olağanüstü hal ilanından bu yana valiliklerin verdiği yasaklama kararları, bir “yurt haberleri” bülteninin sabit ve uzun bir faslını teşkil edebilir. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi,” merkezî idarenin ildeki gölgesi olarak valilerin hükümranlığını tahkim etti.

Yasaklama kararlarında, her seferinde, İl İdaresi Kanunu’nun, 25 Temmuz 2018’de OHAL’in kaldırılırken OHAL’i aratmasın diye sıkı sıkı takviye edilmiş 11. maddesindeki hükümler tekrar ediliyor. “Kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtiler…” Böylesi belirtiler ortaya koyan “istihbarî bilgiler” edinildiğini söylemek, yasak! demeye yetiyor. Buna, gözde klişeler olarak “provokatif eylemlerin önüne geçilmesi,” “müessif olayların yaşanmaması,” “farklı kesimler arasında çatışma çıkmaması” gerekçeleri ekleniyor. Ara ara başvurulan ‘şık’ bir gerekçe de, “başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması”dır. (13 Mart 2017’de Hakkari Valiliği’nin merkez, Çukurca, Şemdinli ve Yüksekova’de bazı alanları 15 gün süreyle “özel güvenlik bölgesi” ilan eden yasağı, “terör örgütlerinin… saldırıları neticesinde vatandaşların, ekonomik ve sosyal faaliyetlerini yürütme ile seyahat etme haklarını kullanmaktan mahrum kaldığı”nı belirttikten sonra, “vatandaşların belirtilen alanlara izinsiz girmesinin yasaklandığını” söylüyordu. Yani, “başkalarına” da yasak!) Son kayyım atamalarından sonra, birçok valilik bu konuyla ilgili toplantı ve gösterileri 15 gün süreyle peşinen yasakladı. Şırnak Valiliği’nin 2 Ekim’de açıkladığı yasak listesi, “yapılması muhtemel” her bir şeyi tek tek saymasıyla temayüz eder: “…yapılması muhtemel her türlü açık yer toplantıları ile gösteri yürüyüşleri, kurum ve kuruluşların kendi binası dışında yapacakları basın açıklaması, oturma eylemi, miting, çadır kurma, imza kampanyası, stant açma, kitlesel cenaze merasimi, anma töreni, şenlik, konser, eğlence, oyun temsili, gösteri vb. türdeki tüm eylem ve etkinlikler ile ticari kimliği bulunan özel hukuk tüzel kişilerinin ticari faaliyetleri hariç olmak üzere; el ilanı, broşür vb. dağıtılması, afiş ve pankart asılması vb. etkinlikler”.

Siyasî gündemle ilgili “muhtemel”lerin peşinen yasaklanması haricinde de nice yasaklar var. Ağustos’ta Kastamonu valiliğinin “kamunun istifadesine açık mekanlarda, meskun mahallerde, karayollarında, umuma mahsus yerlerde… nerede park halinde olduğuna bakılmaksızın her türlü aracın içerisinde, çevresinde, çevreyi rahatsız edecek şekilde ve açıkta alkol içilmesini” yasakladı (tarif çok teferruatlı, özetledim). 20 Eylül’de Ankara valiliği Sabahat Akkiraz konserini yasaklaması (“Söz konusu konser etkinliğinin düzenlenmesi, kamu esenliği ve kamu güvenliği bakımından uygun görülmemiştir”). Temmuz’da Tunceli, Kasım’da Ankara valilikleri, LBGTİ etkinliklerini “genel sağlığın ve ahlâkın korunması,” “birtakım toplumsal duyarlılıklar nedeniyle bazı kesimler tarafından tepki gösterilebileceği ve provokasyonlara neden olabileceği değerlendirilmektedir” diye yasakladı. 2018’in Ocak’ında Bursa, Mart’ında Gümüşhane valilikleri, “ilkokul, ortaokul, lise ve dengi düzeyindeki okullarda öğrenim gören üniformalı veya üniformasız öğrencilerin okul günlerinde 08.00-18.00 saatleri arasında internet kafelere girmesini” yasakladılar.

15 Haziran 2019’da Bayburt Valiliği’nin “baraj, gölet, regülatör, sulama ve drenaj kanalı ya da taşkından korunma maksadıyla inşa edilen tesislerde ve akarsularda suya girmeye” yasak getiren kararı, yasak kapsamıyla ilgili teferruatlı tarifiyle beraber, gerekçesinin ‘bilimsel’ izahatıyla da dikkat çeker: “Kaldırma kuvvetinin deniz suyuna göre daha az olduğu tatlı sularda boğulma vakaları sıklıkla yaşanmaktadır… Su sıcaklığının düşük olması sebebiyle vücut ısısının düşmesi sonucu soğuk şoku, ağır solunum yetmezliği, hızlı nefes alıp verme, panik kalp atışı hızı ve tansiyonun yükselmesi ile hipotermi yaşanabilmektedir.” Gerekçe adı altında kanunu tam tekmil tekrar eden izahatların öteki ucunda, bu da her şeyleri bilip öğreten yasaklama ‘üslûbu’. Nasıl deniyordu: “…tıpkı velisi bulunmayan küçüğün üzerindeki velâyeti gibi halk üzerinde de velâyeti vardır…”

***

“Vesayet rejimi/vesayetçi zihniyet” kavramı, yükseldi ve düştü. Kâh Kemalizmi kâh genel olarak memleketin otoriter devlet geleneğini tanımlamak üzere kullanılmış, iktidara ‘müzahir’ kanaat önderlerince de şevkle benimsenmişti. Onlar bu kavramı, seçimle tartılan “millî irade”ye dayanan iktidarın hiçbir şekilde denetlenip kısıtlanmaması manâsına yordular. Bürokratik ve askerî vesayet güçlerinin alt edilmesiyle de, onlar açısından mesele kapanmış oldu. Vatandaşları reşit insanlar olarak görmeyen, onları güdüm altında tutmak gerektiğine inanan vesayetçi zihniyet, millî irade yakıtıyla, berdevamdır. Her şey bir yana, kayyım, ‘kapı gibi’ bir vesayet kurumudur – medenî hukuktaki anlamıyla zaten öyle.

Başkası değil Devlet Bahçeli, 6 Eylül 2014’te Davutoğlu hükümetinin kuruluşuna tepki gösterirken vesayet ve velayet kavramlarını yan yana kullanmıştı: “Davutoğlu siyasi velayet altına girmiş, Erdoğan vasiliğine ve vesayetine boyun eğmiştir.” 

İki kavram yakındırlar; ikisi de rüşd ve kanunî ehliyeti ‘eksik’ olanların ‘temsiliyle’, onların işlerine vaziyet etmeyle ilgilidir. Reşit sayılmayan veya çeşitli nedenlerle haklarını kullanma ehliyetinden mahrum, kısıtlı sayılan kişilere vasi atanır; reşit olmayanların ise zaten annesi babası velisidir. Anne baba velilik görevini yerine getiremiyorsa, çocuğa yine vasi atanır. Vasi, öncelikle yakın hısımlar arasından seçilir. Siyasî kavramlar olarak vesayet ve velayet de, vatandaşların reşit veya haklarını kullanmaya ehil sayılmaması yanında, aile-hısımlık ilişkilerine atıfta bulunma, böylece aileye bağlılık sadakati talep etme ‘noktasında’ birleşiyorlar. Velayette, vesayete nazaran bağ çok daha güçlüdür; ‘koruyucunun’ görev ve yetkisi daha ‘doğal’ addedilir.

Yine bir Davutoğlu vesilesi ile, onun Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından azledilmesi üzerine Gökhan Özgün, demişti ki: “Bu darbeyle de, vesayetten velayete geçmiş olduk. Vesayet dönemi sona erdi, velayet dönemi başladı.”[7] Vesayet dönemi sona mı erdi mutasyona mı uğradı başka bir etaba mı geçti? Her halükârda, vesayetçi zihniyetin devamlılığı ve çatallanmaları içinde, velayet kavramının da bir hükmü var.

Ve tabii başa dönelim yine, medenî hukuktaki velayet gündemini hatırlayalım. Velayet; özel olanla politik olanın hemzeminliğine, sadece sembolik olmayan bir örnek. 



[1] “Batı”da da gelişen “erkek hakları” hareketinin temel takıntılarından biri, hukuk rejimlerinde velayetin kadın lehine düzenlendiğini “teşhir etmek” (https://www.bbc.com/turkce/ozeldosyalar/2012/05/120502_masculinism). Genel olarak bu konuda bilgi ve fikir katkısı için Baran Çiftçi’ye teşekkür ederim.

[2] Ragıp El-Isfahânî: Müfredat. Yarın Yayınları, İstanbul 2015 (4. Baskı).

[3] https://islamansiklopedisi.org.tr/velayet-i-fakih

[4] http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/274/2487.pdf

[5] http://www.huseyinece.com/vuslat-yazilari/495-siyasi-acidan-velayet-ve-biat-iliskisi

[6] https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/cumhurbaskanligi-sistemi-neye-niyet-neye-kismet-10870#

[7] https://t24.com.tr/haber/gokhan-ozgun-cumhurbaskaninin-davutoglunu-gorevden-almasi-sivil-degil-resmi-darbedir,339596