ABD’de Üçüncü Büyük bir Parti mi Ortaya Çıkıyor?
Kenan Erçel

Türkiye Solu’nun pek ilgisine mazhar olmamışa benzese de 2020 genel seçimleri Bernie Sanders’ın adaylığı vesilesiyle sosyalizmin (ve de kapitalizmin) ABD’de sosyal medyada, televizyonlarda, radyolarda, basında, sokaklarda hararetle tartışıldığı bir sürece dönüştü.[1] Türkiye Solu’nun ilgisizliğinin ardında yatan nedenleri üç ana başlık altında toplamak mümkün herhalde: a) Yoğun ve boğucu T.C. gündeminden başını kaldırmaya fırsat bulamama hali; b) “solculugu, sosyalizmi emperyalist ABD’den öğrenecek değiliz” zihniyeti; ve c) Sanders’ın liderliğini yaptığı hareket yenilgiye mahkûmdur inancı. 

ABD 2020 seçimleri üzerine gayri-ihtiyari tefrikalaşmaya başlayan yazılara[2] yukarıda bahsolunan maddelerden sonuncusunu irdeleyerek devam edelim. 2016 yılında Başkanlık’a talip olduğunda Demokrat Parti adaylığını Hillary Clinton’a kaptırmış olmasından yola çıkarak Sanders’ı yine benzeri bir hüsranın beklediği iddia edilebilinir. Kuşkusuz Temmuz ayında yapılacak parti kurultayına kadar Sanders’ın önünde çok çetin engeller var. Ve fakat 2020’nin 2016’ının tekrarından ibaret olmayacağına dair emareler de epeyi güçlü. 

Öncelikle, 2016’da Sanders’ın Clinton’a ciddi bir rakip olması çok sürpriz bir gelişmeydi; sol cenah bile böyle bir performans beklemiyordu. Arkasına Demokrat Parti mekanizmasının tam desteğini almış, Obama hükümetinde Dışişleri Bakanlığı yapmış, soyadı “Clinton” olan bir aday karşısında 2015’ten bakışla Sanders’ın şansı sıfıra yakın görünüyordu. Nitekim Hillary Clinton’ın Demokrat Parti adayı olacağına o denli kesin gözüyle bakılıyordu ki Joe Biden, Elizabeth Warren gibi iddialı isimler parti-içi yarışa girmeye cesaret dahi edemediler. Ne var ki bütün elverişsiz koşullara rağmen Sanders ülke genelindeki delegelerin %46’sını toplamayı başararak muhtemelen kendini bile şaşırttı. 

Bu beklenmedik başarı Demokrat Parti’den kopup yeni bir parti kurulmasının kapısını aralamıştı aslında. Kitlesel destek ortadaydı ve ABD siyasetinde emekçi sınıfları odağına alan, Pepsi ile Coca Cola arasında sıkışmış kitlelere sahici bir alternatif olacak üçüncü bir parti, siyasi kariyerinin başından beri Sanders’ın hep hayali olagelmişti. Zaten bu yüzden hep “bağımsız” aidiyetini koruyageldi.[3] Ama 2016 genel seçimleri öncesi yapılacak bir yeni parti hamlesi seçimi Donald Trump’a hediye etmek olurdu. Gerçi Trump seçimi yine de kazandı ama ne Sanders ne de destekçileri henüz o noktada Demokrat Parti’den kopuşa hazırlardı.  

Bu bakımdan Sanders kampanyası için 2020 seçim yarışını farklı kılan en önemli unsurlardan biri 2016 deneyimi – ya da son zamanların gözde tabiriyle “yaşanmışlıklar”. Hareket bu deneyim sayesinde hem daha özgüvenli hem daha uyanık ve belki de en önemlisi parti-içi Bizans oyunlarına karşı çok daha tahammülsüz. 

Söz konusu Bizans oyunlarının en başında Mike Bloomberg’ün yarışa geç bir safhada girişi geliyor. Üç dönem New York şehrinin belediye başkanlığını yapmış, 60 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin 12. kişisi olan Bloomberg Demokrat Parti’den aday adaylığını 2019’un Kasım’ında, diğerlerinden yaklaşık 9 ay sonra açıkladı. Astronomik servetinden aldığı cüretle bağış toplama gereği duymadığı gibi parti-içi seçimlerin yapılacağı ilk dört eyaleti es geçip yarışa “Süper Salı”dan[4]  başlayacak. Şimdiye dek sırf kampanya reklam harcamaları için cebinden yarım milyar dolar harcamış durumda! Bloomberg’in yarışa bu geç ama hızlı girişinin sebebi kamuoyu yoklamalarında Sanders’ın önde gitmesi ve merkez Demokrat adaylar arasından kendisine kafa tutması beklenen isimlerin randımansızlığı. İmdada yetişen Bloomberg’e Demokrat Parti Ulusal Komitesi de bir kıyak yaptı ve ülke çapında yayınlanan aday adayları tartışma etkinliğine katılabilmek için şart koşulan belirli bir kampanya bağışı toplama kıstasından kendisini muaf tuttu. Ana akım Demokratların, yakın bir zaman öncesine kadar Cumhuriyetçi Parti’ye kayıtlı, o partinin adaylarının kampanyalarına yüklü bağışlar yapmış bir milyarderden medet umması Sanders’ın adaylığını baltalamak için ne kadar azimli olduklarını gösteriyor. 

Sanders’a karşı tertiplenen Bizans oyunlarına bir başka örnek “süper delegeler”. Parti tabanının her eyalette yapılan seçimlerde kullandığı oylarla belirlenen delegelere ilaveten partinin ağır toplarına[5]  ayrılmış bu kontenjan yarışın seyrini değiştirebilir. 2016 seçimlerinde bu süper delegelerin %80’i tercihlerini Clinton’dan yana kullanmışlardı. Gerçi bu süper delegeler Clinton ve Sanders’ın tabandan kazandığı delegelerle orantılı dağılmış olsaydı da Clinton parti-içi adaylık yarışını kazanacaktı. Ne var ki bu seneki kıran kırana geçen yarışta “elit” delegelerin oyları dengeleri değiştirebilir.

Nitekim New York Times gazetesinin 93 süper delege (toplam 771 adet var) ile yaptığı söyleşilere[6]  göre bu isimlerin büyük çoğunluğu, Sanders Temmuz’daki kurultaya en çok delegeyle gelen aday olsa bile ona destek vermeye niyetli değil. Dolayısıyla eğer Sanders ilk turda salt çoğunluk eşiği olan 1991 delegeyi yakalayamazsa bu imtiyazlı delegeler partinin “beka”sı için münasip gördükleri başka bir aday (örn. Bloomberg) ya da yarışa girmemiş dışarıdan bir isim[7]  lehine takdir haklarını kullanabilir.

Peki, yukarıda bahsi geçen senaryo gerçekleşir ve Sanders’ın ayağını kaydırmak için Demokrat Parti ileri gelenleri tabanın iradesinin hilafına bir hamle yaparsa ne olur? İhtimallerden bir tanesi Sanders hareketinin, 2016’da yapamadığını yapıp yeni bir parti için kolları sıvaması. Demokrat Parti yöneticilerinin, nasıl olsa Cumhuriyetçi Parti karşısında elleri bize mahkum varsayımıyla kendilerini hiçe saydığı sol kanat isyan bayrağını açıp yeni bir oluşuma yönelebilir. Kurumsal göbek bağını kesmek kolay olmayacaktır ama kendilerini partinin sahipleri gören kadronun Sanders hareketine karşı düşmanca tutumu işleri kolaylaştıracağa benzer. Zaten bu dışlayıcı tutum Sanders kampanyasını başından beri kendi ayakları üzerinde durmaya mecbur ederek partiden özerkleştirdi, onun olanaklarından özgürleştirdi. 

Yeni bir parti girişimini zorlaştıracak bir diğer etken Trump karşısındaki birlik, beraberlik çağrıları olacaktır. Dolayısıyla çok hassas bir zamanlama söz konusu. Trump’a karşı ikinci bir hüsranın günah keçisi olmamak adına Temmuz’daki kurultay’dan sonra Sanders hareketinin bağrına taş basıp Demokrat parti adayına alenen muhalefet etmemesi, hatta göstermelik bir destek vermesi, kopuş çağrısını Kasım ayındaki seçimlerin sonrasına ertelemesi gerekebilir. Gerçi bütün bunlara rağmen muhtemel bir yenilginin faturası yine de Sanders ve takipçilerine çıkarılabilir – Hillary Clinton’ının, 2016 hezimetinden sonra yaptığı gibi. 

Tabii ki başka senaryolar da mümkün.[8] Örneğin, demokratik sosyalizm rüzgârı önümüzdeki birkaç ay çok kuvvetli esmeye devam eder ve Sanders kurultaya en çok delegeyle gelen aday olursa Demokrat Parti liderleri şu iki ihtimali gözeterek gönülsüzce de olsa adaylığı kendisine verebilir: a) Trump karşısında kaybederse Sanderizm zaten kendiliğinden söner gider; ve fakat b) Trump’ı altedecek olursa yasama, yargı ve medyanın sıkı markajı altında vaatlerini yerine getiremeyerek boyunun ölçüsünü alır. Fakat şimdilik merkez Demokratlar’ın sergilediği tavırdan adaylığı Sanders’a vermektense onu destekleyen milyonları küstürmeyi göze almaya hazır olduklar anlaşılıyor. Böyle riskli bir adım atacak olurlarsa bunu, maruz kaldıkları tüm ihanetlere rağmen sol kanadın kopmaya cesaret edemeyeceği varsayımıyla yapacaklardır.  

Mesele, böylesi bir yol ayrımına gelindiğinde Sanders ve destekçileri onları haklı mı çıkaracak yoksa bu şantaja yeter deyip yeni bir parti kurma cesaretini mi gösterecek? Diğer bir deyişle, Sanderizm için tek başarı ölçütü adaylığı almak değil, belki de daha önemlisi, adaylık alınamadığında yapılacak bu hayatî tercihtir.



[1] Bu yazıdaki görüşlerin şekillenmesindeki eleştirel katkıları için Yahya Madra ve Lara Fresko’ya teşekkür ederim.

[2] Bu yazılardan adaylardan Pete Buttigieg üzerine olanı için bkz., Bernie Sanders üzerine olanı için bkz.

[3] Sanders adaylığını Demokrat Parti’den koymuş olsa da Başkanlık yarışı dönemleri (2015-2016 ve 2019-günümüz) haricinde resmi olarak hep “bağımsız”dı.

[4] Aralarında Kaliforniya, Teksas gibi büyük eyaletlerin de bulunduğu 14 eyalette aynı gün, Mart ayının ilk Salı’sı adaylık seçimleri yapılıyor. Toplam delegelerin yaklaşık üçte biri bu günde belirlendiğinden “Süper” sıfatıyla anılıyor.

[5] Temsilciler Meclisi üyeleri, Senatörler, Demokrat Parti yönetimi, valiler, vb.

[6] https://www.nytimes.com/2020/02/27/us/politics/democratic-superdelegates.html

[7] Bu harici isimler arasında Michelle Obama da geçiyor ama Obama’nın böyle bir işe kalkışması pek ihtimal dahilinde değil.

[8] En başta, Sanders’dan başka bir aday ondan daha fazla delege toplamış olarak kurultaya gelebilir; salt çoğunluğu alamamış olsa bile süper-delegeler marifetiyle bu isim eşiği aşabilir.