Sovyet Sonrası Orta Asya'da Toplumsal Yapı ve Suç

GİRİŞ

Sovyet Birliği’nin 1989 yılıyla birlikte çöküşü, Sovyet Bloku içindeki nerdeyse iki düzine ülkede çok hızlı bir liberalizasyon sürecine yol açtı. Batı’da, bu ülkelerin komünizm sonrasında liberal-demokratik yönetimlere kavuşacakları inancı hâkimdi. Ancak bazı ülkelerin geçiş süreçleri oldukça dramatik bir hal aldı (Dawisha, K. ve Parrott, B., 1997: 1). Orta Asya cumhuriyetleri hâlâ bu dramatik geçiş sürecini yaşayan ülkeler olarak sayılabilirler. Sovyet sistemi sonrası bu ülkelerde ortaya çıkan rejimler demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan tek adam yönetimleri oldu. Devlet aygıtının her noktasında görülen yozlaşma ve yolsuzluk tam da örgütlü suç oluşumlarına uygun sosyo-politik ortamların doğmasına yol açtı.

Bugün Orta Asya denilince, ne yazık ki, akla rüşvet, haraç, yolsuzluk ve mafya üzerine kurulu düzenlerin hâkim olduğu cumhuriyetler geliyor. Bu saptamanın Türkiye Cumhuriyeti’nin DışTürkler’den sorumlu ve bölgeye karşı ideolojik yakınlık duyan bir bakanı tarafından yapılması oldukça ilginçtir. Devlet Bakanı Abdülhaluk Çay, Orta Asya’da ortaya çıkan bu durumdan biraz da Türk işadamlarını sorumlu tutarak, yolsuzluğu bölgeye macera peşinde koşan Türk işadamlarının götürdüğünü söylüyor (Karaalioğlu, 2000: 15). Yine Türk “işadamları” tarafından bölgede açılan lüks otel ve gazinoların da kara para aklama operasyonlarında kullanıldığına ilişkin ABD belgelerine de yansımış iddia ve bilgiler, Orta Asya’nın suç haritasında Türkiye’nin yerine işaret eden bir başka olgudur. Ancak, örgütlü suç oluşumları asıl olarak her ülkenin kendi sosyo-politik zaaflarının sonucudur ve tek başına dış etkenlerle açıklanamazlar.

TC İçişleri Bakanlığı’nın Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele 99 adlı kitabı uyuşturucu kaçakçılığının üç ana rota üzerinden sürdürüldüğünü anlatıyor: Balkan Rotası, Kuzey Karadeniz Rotası ve Doğu Akdeniz Rotası.

“Kuzey Karadeniz rotası olarak adlandırılan rota; Güneybatı Asya’dan iki ayrı kol halinde gelerek Karadeniz’in kuzeyinde birleşmektedir. Birinci yol, Afganistan’dan başlayıp, Orta Asya cumhuriyetlerinden geçerek, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Polonya üzerinden Batı Avrupa pazarına ulaşan kuzey yoludur” (TC İçişleri Bakanlığı, 2000: 2).

Ve işte bu yol, Orta Asya’nın suç haritasında, uyuşturucu trafiğinin en önemli yere sahip olmasını getirmektedir.

Bu makalede, ABD’nin uyuşturucuyla mücadele birimleri ile insan hakları örgütlerinin verileri ve Türkiye’de okumakta olan Orta Asyalı öğrencilerin aktarımlarına dayanarak Sovyet sonrası Orta Asya’da bağımsızlıkla birlikte başlayan toplumsal yapı değişimi ve suç arasındaki ilişkiyi irdelemeye çalışacağız. Suç sosyolojisi ve kriminoloji literatürleri, eski toplumsal yapı ve ilişkilerin (social organisation) çözülüp ortadan kalktığı dönemlerde (social disorganisation) suç oranlarında büyük bir artış görüldüğünü ve bu yüksek suç oranının yeni bir toplumsal yapı (socail re-organisation) ortaya çıkana kadar varlığını sürdürdüğünü söyler. Orta Asya cumhuriyetlerinde incelediğimiz dönem olan ’90’ların ilk yarısındaki durum tam da literatürün işaret ettiğiyle uyum içindedir.

Görece yoksunluk kavramı (relative deprivation) suç araştırmaları açısından temel bir öneme sahiptir. Hak ettikleri zenginliğe bir türlü kavuşamadıklarını gören bireyler şiddetli bir görece yoksunluk duygusuna kapılırlar ve bu onların suça yönelişinde önemli bir etken olur. Mutlak yoksunluk (absolute deprivation) koşullarında aynı duygu bütün bir toplumsal tabaka, cemaat ya da sınıfı sarar ve bu kesimlerin kollektif bilincinde zenginliği hangi yoldan olursa olsun (yasa veya ahlak dışı da olabilir) elde etmek meşruiyet kazanır. Sovyetler Birliği’nin dağılışında, Sovyet vatandaşlarının daha fazla zenginlik hak ettikleri ve kapitalizmle birlikte buna ulaşacakları şeklindeki inançları da önemli bir rol oynamıştı. Sovyet sonrası dönemde kimi kesimlerin açık ve hızlı zenginleşmesi, kimi kesimlerin de hızlı bir yoksullaşmasını beraberinde getirince, görece yoksunluk bütün eski sovyet cumhuriyetlerinde mutlak yoksunlukla da desteklenen bir olgu olarak yaşanmaya başlandı.

Türkiye’de öğrenim gören bir Kazak öğrencinin şu sözleri son derece anlamlıdır:

“Bir ara biz Batı’da herkesin geniş bahçeli villalarda oturduklarını düşünmeye başlamıştık. Bu yüzden bizim 40-50 metre karelik evlerimiz gözümüzde daha da küçülüyordu. Hepimiz kapitalizmle birlikte daha iyi arabalara ve evlere sahip olacağımızı düşünüyorduk. Türkiye’yi de çok daha zengin sanıyorduk. Geldiğimde biraz hayal kırıklığı yaşadığımı söylemeliyim.”

Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıktan sonraki ilk yıllarında, yeni döneme ilişkin bu hayal kırıklıklarının yaygın bir biçimde yaşandığı söylenebilir. Bu ülkelerde yaşanan suç patlamasının altında yatan neden biraz da budur.

SOVYET SONRASI ORTA ASYA CUMHURİYETLERİNE İLİŞKİN BAZI

SOSYO-EKONOMİK VERİLER[1]

1991 yaz aylarında bağımsızlıklarını ilan etmeye başlayıp (Kazakistan: 16 Aralık 1991, Kırgızistan: 31 Ağustos 1991, Özbekistan: 31 Ağustos 1991, Tacikistan: 9 Eylül 1991, Türkmenistan: 27 Ekim 1991), aynı yılın sonuna doğru Sovyet siyasal birliğinden kopuşlarını tamamlayan Orta Asya cumhuriyetleri, doğal olarak uzun süre (belli alanlarda hâlâ) eski toplumsal sistemin izlerini taşımaya devam ettiler. Toplam yüzölçümleri 3, 973, 900 km kare olan (Kazakistan: 2.717.300 km[2], Kırgızistan: 198, 500 km[2], Özbekistan: 447.000 km kare, Tacikistan: 143.100 km[2], Türkmenistan: 488.100 km[2]) beş Orta Asya cumhuriyeti yine toplam 55 milyon civarında bir nüfusu barındırıyor (Kazakistan: 17.3 milyon/ Kırgızistan: 4.46 milyon/Özbekistan: 23 milyon/ Tacikistan: 5.1 milyon/Türkmenistan: 3.9 milyon). Bu cumhuriyetlerden Kazakistan (yıllık yüzde 1.1) ve Özbekistan (yıllık 1.9) dışındakilerde son derece yüksek bir nüfus artış hızı var (yüzde 2.5-3 arası). Bu yüksek nüfus artışı, üretimi aynı hızla artıramayan Orta Asya cumhuriyetlerinde, eğer var olan doğal enerji kaynaklarını Batı’ya iyi bir fiyatla pazarlayamazlarsa, daha ciddi bölüşüm ve toplumsal sınıflar arası dengesizlik sorununu ortaya çıkarabilecektir.

1991 yılında bağımsızlığın ilanı ile başlayan sürecin, bir başka deyişle eski Sovyet sisteminden kopuşun, Orta Asya’da ne denli sancılı olduğunu birkaç toplumsal ve ekonomik veriye bakarak görmek mümkündür.

Bağımsızlıktan 3 yıl sonra (1994’te) Kazakistan’ın ödemeler dengesi 2.5 milyar dolar açık verirken; 1994’de %1.0 olan resmî işsizlik oranının bir sonraki yıl yüzde 100’den de büyük bir artışla % 2.1’e çıktığı görülüyor. Burada, bütün Orta Asya cumhuriyetleri için gerçek durumun, işsizliğe ilişkin resmi rakamların gösterdiğinden daha kötü olduğunu not etmekte yarar vardır. Yine hemen bağımsızlıkla birlikte Kazakistan’da bir hiper enflasyon dönemine girildiği (1993’te % 1660), sonraki yıllarda enflasyonda göreceli bir düşüş yaşandığı gözlenir (1995’te % 180). Diğer Orta Asya cumhuriyetlerinde de benzer bir süreç yaşanmıştır ve nisbeten gelişmiş durumda olan Kazakistan kimi açılardan daha iyi durumda sayılabilir.

Kırgızistan’a bakıldığında; 1992 yılı itibariyle ödemeler dengesinde 147.5 milyon dolarlık bir açık, 1994’te % 0.6 iken bir yıl sonra % 3’e çıkmış bir resmi işsizlik oranı ve 1993’te % 1210 iken 1995’te % 50’ye indirilmiş bir enflasyon görülür. Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan açısından da durum, Özbekistan’da belli bir düşüş gösteren resmî işsizlik oranı dışında, tamamen aynıdır.[2]

Bu verilerin, Orta Asya halklarının gündelik yaşamındaki yansımaları çok daha anlamlıdır. Bağımsızlıktan sonraki yıllarda, Orta Asya halklarının sofralarına konan et, süt, sebze ve ekmek gibi temel gıda maddelerinde ciddi bir azalma olmuştur. 1990’dan 1993 yılına gelirken Kazakların ekmek tüketimi yüzde 23 artmış, ancak süt tüketimleri yüzde 15, et tüketimleri yüzde 17, sebze tüketimleri de yüzde 34 azalmıştır. Aynı dönemde Kırgızların ekmek tüketimi yüzde 3, süt tüketimi yüzde 27, et tüketimi yüzde 18, sebze tüketimi ise yüzde 38 azalmıştır. Özbekler’de sebze tüketiminde yüzde 16’lık bir artış görülürken, ekmekte yüzde 12, sütte yüzde 22, ette ise yüzde 24’lük bir azalma olmuştur.

Tacik ve Türkmenler’de ise bu saydımız tüketim kalemlerinin tümünde azalma vardır. Her iki halkın da ekmek tüketimi yüzde 23 azalırken, süt tüketimi Tacikler’de yüzde 40, Türkmenler’de ise yüzde 5 oranında azalmıştır. 1990’dan 1993’e Tacikler yüzde 50 Türkmenler de yüzde 23 oranında daha az et yer olmuşlardır. Sebze tüketimi de Tacikler’de yüzde 19, Türkmenler’de ise yüzde 21 oranında düşmüştür.

Bütün bunlar yoksullaşmanın en somut göstergeleridir. Suç sosyolojisi araştırmaları, yoksulluk ve suç arasında doğru bir orantı olduğunu ortaya koyar. 1999 yılında, Avrupa ve Kuzey Amerika gibi zengin refah toplumlarında toplam olarak 2.5 milyon insan cezaevlerindeydi ve bunlar için yılda 25 milyar dolar civarında bir harcama yapılıyordu. Bu 2.5 milyon tutuklu ve mahkûmun sosyolojik özellikleri irdelendiğinde büyük çoğunluğunun eğitim ve gelir düzeyleri düşük işşiz genç erkekler ve azınlık mensupları oldukları görülür. Benzer sosyolojik özellikleri, 2000 yılı itibariyle Türkiye cezaevlerinde bulunan 65 bin civarındaki mahkûmda da gözlemek mümkündür.

Yukardaki veriler, Orta Asya halklarının bağımsızlıktan sonraki bir iki yıl içinde hızla ve büyük bir yoksullaşma sürecinin içine girdiklerini gösteriyor. Bu durum; daha fazla zenginlik ve refah hak ettikleri inancıyla eski toplumsal düzenin ortadan kalkmasına onay vermiş bireyler arasında hak ettikleri zenginliği yakalayamamaktan kaynaklanan bir görece yoksunluk (relative deprivation) duygusunun da güçlenmesine yol açmıştır. Bilindiği gibi, görece yoksunluk suçun önemli sosyal-psikolojik nedenleri arasında yer alır.

TOPLUMSAL KARAKTERLERİ

Sovyet sisteminin sosyal güvenlik garantileri 1990’ların ilk yıllarında yeni bağımsız cumhuriyetlerin tümünde yasal ve anayasal olarak hüküm sürmeye devam etti. 1993’te Kırgızistan’da, 1995’te Kazakistan’da ve bu arada diğer Orta Asya cumhuriyetlerinde kabul edilen yeni anayasalar işçilere ve genel olarak vatandaşlara sağlanan devlet garantilerinde ciddi kısıntılar getirdi.

Yeni anayasalarda, Orta Asya devletleri vatandaşlarının tüm sivil haklarını tanıyan demokratik cumhuriyetler olarak tanımlansa da, bu ülkelerin hemen tümünde totaliter tek adam yönetimleri ortaya çıktı. Siyasal sistemlerin muhalefete pek izin vermeyen baskıcı yapıları, ekonomik çöküntü ve görece yoksunlukla birleşince devlet kurumlarındaki yozlaşma ile birlikte devletlerin vatandaşlarına karşı işlediği ve denetlenip yargılanamayan suçlar da olağanüstü arttı.

Sovyet döneminde konut gereksinimi devlet veya işletmeler tarafından sağlanmaktaydı. 1990’la birlikte konutta özelleştirme politikaları başladı ve bu süreç 1995’te büyük ölçüde tamamlandı. Kazakistan açısından bakıldığında sonuç; başta Almatı olmak üzere, bütün ülkede bir “konut krizi” oldu. Bağımsızlık öncesi konut alımı için para ayırmak gibi bir “dert” pek yokken, 1995’te Almatı’da bir konutun metre kare fiyatı olağanüstü artarak 15 bin tengeye kadar çıktı. Yine aynı yıl, konut üretiminde yüzde 25 düşüş yaşandı ve konut sahibi olabilmek için kuyrukta bekleyenlerin sayısı on binleri buldu. Konut açısından hemen tüm Orta Asya cumhuriyetleri benzer sıkıntılar yaşadılar.

Bağımsızlık öncesinde Türkmen kentlerindeki konutların yüzde 70’den fazlası, kırsal kesimde ise yaklaşık yüzde 10’u devlete aitti. Kentlerde bir vatandaşa düşen ortalama konutsal mekân 11.2 metre kare, kırsal kesimde ise 10.5 metre kareydi. Bağımsızlıkla birlikte, konut yapımı hâlâ büyük ölçüde devletin elinde olmasına karşın, başta kentlerde hızlı bir konut özelleşmesi süreci yaşandı. Bu da konut sahipliğini yeni dönemin zenginlik ölçüleri arasına soktu. Kırsal kesimlerde devletin konut mülküyeti nerdeyse tamamen ortadan kalkarken, kentlerde de önemli ölçüde azaldı. Konut kiraları hızla arttı ve bu durum kiraları karşılamayan ve getirisi yüksek olmayan işlerde çalışan kimi insanların kırsal kesime dönüşünü getirdi.

Bütün bunlara karşın, Türkmenistan’ın kırsal kesimlerinden iş umuduyla kentlere, özellikle de başkent Aşkabat’a akın sürüyor. Bunu engellemek için yasal yaptırımlar getirildi ve Aşkabat’ta ikâmet kayıdı olmayanlara çalışma izni verilmiyor. Ancak, Aşkabat’taki işsizlik oranının düşürülmesi için devereye sokulan bu yasal yaptırımların da sorunu çözdüğünü söylemek olanaksızdır.

Yeni dönemde, hemen tüm Orta Asya cumhuriyetlerinde emekli ve yaşlı kişilerin durumunda, komik duruma düşen emekli maaşları yüzünden, büyük olumsuzluklar ortaya çıktı. Yaşanan yüksek enflasyon emekli maaşlarını kemirip bitirdi. Gerçi bu kesim yaşanan suç patlamasında önemli bir yer tutmamakta, ama yine de başta kadınlar olmak üzere yaşlıların uyuşturucu taşımacılığında kullanımı bu dönemde ortaya çıktı.

Yeni dönemin Orta Asya cumhuriyetlerinde ortaya çıkardığı en ağır toplumsal sorun işsizlik oldu. 1991’de resmi rakamlara göre Kazakistan’daki işsiz sayısı sıfırken, 1995’te bu rakam 85 bin 700’e çıkmıştı ve tabii bu resmi rakam gerçek durumu yansıtmaktan çok uzaktı. Ocak 1995’te 51 bin çalışanı olan 230 Kazak işletmesinin faaliyeti sona ermişken, üç ay sonra faaliyetine son vermek zorunda kalan işletme sayısı 376’ya, buralardan çıkarılan işçi sayısı da 90 bine ulaştı. Daha sonraki yıllarda ise ne yazık ki hızla artan işsizleri emip istihdam edebilecek işyerleri açılamadı.

Kırgız hükümeti de son dönemde serbest pazar ekonomisine geçiş doğrultusunda önemli adımlar attı ve bu adımlar da kamuoyu tarafından genellikle desteklendi. 1998’de gayri safi üretim bir önceki yıla göre yüzde 5 artış gösterdi. Ancak, bu işsizlik ve yoksulluk açısından Kırgızların durumunda önemli bir düzelme yaratabilmiş değil. Kamu sektöründe çalışanların maaşları hâlâ son derece düşük ve devlet çalıştırdığı işçilere yıllık yaklaşık 152 dolar civarında (4.641 som) bir ücret ödeyebilmekte.[3]

Orta Asya cumhuriyetlerinde bağımsızlık ve Sovyet sisteminden kopuşla birlikte artan işsizlik oranı, kör topal gerçekleştirilmeye başlayan özelleştirmelerle birlikte yaşandı. Sovyet döneminde oldukça kapsayıcı olan devlet güvenliğinin, ve temel gereksinmelerin büyük ölçüde devlet tarafından sağlandığı bir koruma kalkanının ortadan kalkması sonucu ortaya çıkan yaygın işsizlik ve yoksulluk ile hemen yanı başlarında boy gösteren yeni zenginlerin eskiden hayal bile edilemeyecek gösterişteki yaşamları, bu cumhuriyetlerde suçun toplumsal altyapısını oluşturan gelişmeler oldular.

Görece kalabalık ve homojen nüfusuyla Orta Asya devletlerinin liderliğine soyunmuş Özbekistan’ın toplumsal özellikleri de diğer ülkelerin suçu besleyen özelliklerine benzer durumdadır. Özbek ekonomisi temelde tarıma dayalı ve en önemli ihraç ürünü de pamuk. Ülkede altın ve bakırla birlikte başka stratejik madenler de çıkarılıyor. Gaz ve petrol de Özbekistan’ın diğer doğal kaynakları. Ancak, bunlar henüz Özbek halkının refahını artırabilmiş değil.

Orta Asya’nın pek çok yerinde olduğu gibi Tacikistan’da etnik gerilimler ve bu gerilimler üzerinden kendini besleyen bir milliyetçilikten söz etmek mümkündür. Tacikistan’ın 6 milyon civarındaki nüfusunun yaklaşık yarısını farklı etnik gruplar oluşturuyor. Bunlar arasında toprak su ihtilafından kaynaklanan “geleneksel suçlar” hep olagelmiştir. Sovyet döneminde ortaya çıkan ve etkisini hâlâ sürdüren, üst düzey görevlerde başta Ruslar olmak üzere Tacik olmayanların bulunması durumu da ülkedeki gerilimlerden bir başkasını oluşturur. Ancak, bütün bunlar Tacikistan’ın Sovyet sonrası geçiş sürecinde yaşadıklarını ve bu sürecin suçla ilişkisini anlamak açısından yeterli değildir. Bu açıdan en anlamlı olan, Tacik hanelerinin 1990 sonrası geçiş döneminde yaşadıkları ekonomik sıkıntıları saptamaktır. 1990’da bir Tacik hanesi yıllık gelirinin yüzde 44.4’ünü yiyecek, yani beslenme için harcamaktaydı. Beslenmeye harcanan para, bağımsızlık sonrası hane halkı bütçesinin gittikçe daha büyük bir kısmını götürmeye başladı. 1991’de aylık gelirin yüzde 49.1’i, 1992’de yüzde 58.5’i, 1993’e gelindiğinde ise yüzde 70.3’ü beslenme giderlerini oluşturmaya başlamıştı (Falkingham, J.; Klugman, J.; Marnie, S. ve Micklewright, J., 1997: 29).

Bu durumun suçu nasıl beslediğinin ilginç bir göstergesi olarak yine aynı hanelerin yıllar içinde alkole harcadıkları paraya bakabiliriz. Suç literatüründe alkol tüketimi ile suç arasında bir doğru orantı olduğu varsayımı oldukça güçlüdür. 1990’da aylık gelirinin yüzde 1.8’ini alkole harcayan Tacik hanelerinin, 1993’te, bir yandan yiyeceğe harcadıkları para olağanüstü artmışken, aylık gelirlerinin yüzde 2.2’sini alkole harcamaya başlamaları oldukça düşündürücüdür (a.g.e.). Üstelik, Tacikler Orta Asya halkları arasında İslam diniyle ilişkileri en yoğun ve İslâmi hareketlerin de en güçlü olduğu halktır.

1990’ların başında Türkmenistan bağımsızlığını kazandığında, Sovyet sisteminden kopan diğer Orta Asya cumhuriyetlerinin yaşadığı hızlı ve büyük bir yaşam standardı düşüşünü yaşamadı. Yine de, 1991 yılı sonrasında temel gıda ve tüketim maddelerinin pazarda bulunması zorlaşırken, bulunabilen bu maddelerin fiyatları da geçmişe oranla önemli ölçüde arttı. Kentler ve köyler arasındaki yaşam standardı farkı da eskisiyle kıyaslanamayacak oranda büyüdü. Bu arada kentte yaşayan farklı toplumsal kesimler arasındaki gelir aralığı da hızla açılmaya başladı.

Bundan 10 yıl önce Türkmen nüfusun yaklaşık yarısının aylık ücreti resmi sefalet sınırı olan 100 rublenin altındaydı. 1990 yılında nüfusun yalnızca yalnızca 3.4’ü ayda 300 rubleden fazla kazanıyordu. 1991 yılında boy gösteren enflasyonla birlikte, daha sonraki üç yıl içinde reel ücretlerde yüzde 47.6 oranında bir azalma gözlendi ve vatandaşlarının büyük çoğunluğunun yaşam standartları önemli ölçüde düştü. Bu yıllarda 40 temel tüketim maddesinin fiyatı yüzde 900 oranında artarken ücretler ancak yüzde 200 oranında arttı. (http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/tmtoc.html)

SUÇLA MÜCADELE KURUMLARI

Bağımsızlıktan sonra yeni bir siyasal, toplumsal ve ekonomik yapı kurmaya yönelmiş olan Orta Asya cumhuriyetlerinde suçla mücadele kurumları, yani; polis, mahkeme ve hapishane sistemi büyük ölçüde değişmeden eski Sovyet sisteminden devralındığı gibi kaldı. Aynı durum, yine büyük ölçüde, bu ülkelerin ceza yasaları için de geçerlidir.

Ülkeler arasında küçük farklar olsa da, Orta Asya cumhuriyetlerinde genel olarak üç aşamalı bir mahkeme sistemi vardır. En alt düzeyde yer alan yerel mahkemeler küçük suçlarla ilgilidir. Bölge mahkemeleri ise, cinayet ve örgütlü suçlar gibi daha büyük çaplı olaylarla ilgilenir. Yüksek Mahkemeler ise bu alt mahkeme kararlarının tekrar görüşülüp nihai karara bağlandığı yerlerdir.

Ancak, hemen hiçbir cumhuriyette tam anlamıyla yargıç bağımsızlığından söz edilemez. Yasal olarak mahkemelerin kısmi bağımsızlığından söz edilebilse bile, örneğin Türkmenistan’da, Türkmenbaşı yüksek yargıçları atadığı gibi yargıçları görevden de alabilmekte. Türkmenbaşı sadece Başsavcıyı değil aynı zamanda vilayet savcılarını da atıyor. Daha alt düzeydeki savcılar ise Başsavcı tarafından atanıyor. Kısmi farklılıklarla bu durum diğer ülkeler için de geçerlidir. En önemlisi, kağıt üzerinde durum ne olursa olsun, yargının fiilen yürütme organının etkisi altında karar veriyor olması.

Düşük ücretler Orta Asya cumhuriyetlerinde polisinin de en önemli sorunu olarak gözlenmektedir ve bu sorundan kaynaklanan yolsuzluk, rüşvet gibi olgular polis konusunda ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. 1995 Nisan’ında, Kırgızistan’da, elektrik faturalarını ödeyemediği için Bişkek’teki Merkezî Polis Gücü’nün elektriklerinin kesildiğini ve bu yüzden başkentin tam beş saat boyunca acil polis gücünden bile yoksun kaldığını anımsatmak polisin içinde bulunduğu durumu göstermek açısından anlamlı olacaktır. Bu mali sıkıntılar polisin ekipman ve silah açısından da yetersiz bir donanıma sahip olmasını getirmekte ve polis özellikle örgütlü suç çeteleri karşısında bu yüzden de çaresiz kalabilmektedir.

Daha önce de belirtildiği gibi, bu yapının doğal sonucu polisin kendisinin yolsuzluk, rüşvet ve suç batağına saplanmasıdır. Kırgızistan’da Cumhurbaşkanı Akayev’in bütün İçişleri Bakanlığı teşkilatını değiştirdiği 1995 yılında, değişiklikten hemen sonraki iki ay içerisinde 700 polis farklı suçlardan dolayı tutuklanmıştır.

Tacikistan’da ise, iç savaş sonrasında oluşan yeni hükümetin İçişleri Bakanı olan Yakup Salimov aslında bir örgütlü suç çetesinin lideriydi. 1995’de Cumhurbaşkanı Rahmanov, Salimov’dan kurtulabilmek için onu Türkiye’ye elçiolarakatadı (http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/tjtoc.html). Polisi yeterli hale getirebilmek için Batılı devletlerin Orta Asya cumhuriyetlerinde uyguladıkları bazı programlar var. Örneğin, ABD Adalet Bakanlığı son birkaç yıldır Özbek polisinin eğitimine yönelik programlar uyguluyor. Ancak, sonuç henüz pek parlak değil.

Polisin vatandaşlara kötü muamele ettiği ve insan hakları ihlalleri Orta Asya cumhuriyetlerinde sıkça gündeme gelen konulardır. Keyfi tutuklamalar yaygındır ve hapishane koşullarının son derece kötü olduğu bu ülkelerde, bütün bu polis kaynaklı yasadışılıklar olağanüstü can yakıcı olmaktadır. Cezaevlerinin aşırı dolu oldukları ve sağlık koşullarının da son derece kötü olduğu bilinmektedir. Aşırı doluluğun bir nedeni yeni dönemde özellikle gençler arasında artan suç işleme oranıysa, daha önemli bir başka nedeni de bu ülkelerdeki tek adam yönetimlerinin en ufak bir muhalefet hareketini bile yasadışı sayıp cezalandırmasıdır.

1996 tarihli bir İçişleri Bakanlığı raporuna göre, Kazakistan’da hükümet cezaevlerine gereksinim duyulan ödeneğin ancak yarısını sağlayabiliyordu. Bu yüzden yolsuzluk ve hırsızlık cezaevlerinde son derece yaygındı. 1996’da Kazakistan cezaevlerinde 76 bin mahkûm vardı ve bir önceki yıl da (1995) 1.300 mahkûm cezaevlerinde veremden ölmüştü (http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/kztoc.html).

Kriminologlara göre, ekonomik yetersizliklerin yukardan aşağı siyasal kontrol sisteminin yetersizlikleri ile bütünleştiği bir ülkelerde, hükümetlerle suç dünyasının içiçe geçmesi kaçınılmaz oluyor. 1996’da yapılan bir araştırmada, Özbekistan vatandaşlarının üçte ikisinden çoğunun rüşvet vermeksizin işleri halletmenin olanaksız olduğunu düşündükleri görülmüştü. 1993’de iyi bir üniversiteye girebilmek için gerekli rüşvet, sözde üniversiteler herkese açık olmasına karşın, 1 milyon ruble civarındaydı ve bir Özbek vatandaşının iki yıllık gelirine eşitti (http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/uztoc.html).

Aralarında görece farklılıklar olsa da, Orta Asya cumhuriyetlerinin hemen hepsinde güvenlik güçleri ve polis, hane dokunulmazlığını ve farklı özel hayat alanlarını rahatlıkla ihlal edebilmektedir. Ev araması, telefon dinleme, banka hesaplarına girme gibi konularda savcıdan izin alınması gerekse de, pratikte bu pek aranmaz. Sıradan suçlardan gözaltına alınan zanlıların bile dövülmesi, uzun süre hapiste tutulması bu ülkeleri izleyen insan hakları örgütlerince yaygın uygulamalardan sayılıyor. 2000 yılına gelirken, uluslararası örgütler ve insan hakları izleyicileri Tacikistan’da muhaliflere yönelik yargısız infazların, yasadışı tutuklama ve işkencelerin yaygınlığından yakınmaktaydılar. Bütün bu işlemlerde asıl olarak sorumlu tutulan ise yönetimin oluşturduğu yeni gizli polis teşkilatıydı.

Başta Türkmenistan olmak üzere, Orta Asya cumhuriyetlerinin adalet sistemi içerisinde, yine temelini büyük ölçüde tek adam yönetiminde bulan aflar, önemli bir yer tutmaktadır. Belli suçlar kapsam dışı bırakılarak sık sık af çıkartılması adeta gelenekselleşmiştir. Kapsam dışı bırakılan suçların başında siyasi suçlar ve tecavüz gelmektedir. Bunlar dışındaki suçlar için nerdeyse her bayram ya da özel milli günde af çıkartılarak hapisaneler boşaltılmaktadır.

Toplum arasında affın mutlaka çıkacağı inancı pekiştiği için suç işlemeyi alışkanlık haline getiren insanlara ilişkin öyküler de anlatılmaktadır. Bir Türkmen öğrenci, afla hapisten çıkıp trenle memleketine dönen bazı suçluların daha trendeyken yeni suçlar işlediklerini, Aşkabat’ta bir mahkûmun cezaevinden çıktıktan sonra pazar yerine gidip fiyat yüzünden tartıştığı satıcıları satırla kovaladığını anlatmıştır.

UYUŞTURUCU TRAFİĞİNDE TRANSİT ÜLKELER OLARAK CUMHURİYETLER

Orta Asya ülkeleri uyuşturucu trafiğinde transit ülke olma özellikleriyle öne çıkmakta. Afganistan ve Pakistan gibi uyuşturucu üreticisi ülkeler, ürettikleri malları Rusya ve Batı Avrupa pazarına iletirken bu ülkelerin hepsini birer geçiş ülkesi olarak kullanıyorlar.

Konu Kazakistan açısından irdelendiğinde, son yıllarda bu ülkede uyuşturucu üretiminde de, aynen transit geçişlerde olduğu gibi, belli bir artış görülmektedir. Kazakistan’ın Chu vadisi 400 bin hektarlık yabani hint keneviri sahalarıyla yıllık yaklaşık 500 metre/ton hasata imkan veriyor. Ülkede uyuşturucu kullananların sayısının 200 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu kullanıcıların üçte ikisi otuz yaşın altındakilerden oluşuyor. Artan uyuşturucu trafiği ve hint keneviri üretimi Kazakistan’daki uyuşturucu sorununun bel kemiğini oluşturuyor. Yetkililer ülkenin Çin kaynaklı psikotropik uyuşturucular (psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan uyuşturucu nitelikli ilaçlar) için de önemli bir geçiş yolu haline gelmesinden endişe ediyorlar. Kazakistan’da uyuşturucunun taşındığı en önemli yol olarak Moskova’ya kadar giden trenler görülüyor. Bunlarla yolculuk yapan yaşlı ve dikkat çekici olmayan kişilerin bavullarına ya da üzerlerine yerleştirilen uyuşturucular böylece Rusya’nın başkentine kadar taşınmış oluyor. Son yıllarda Kazakistan ile Batı Avrupa arasında artan uçak seferleri, demiryolu yanında havayolunun da devreye girmesine yol açtı.

Orta Asya ülkeleri arasında bankacılık sistemi en gelişmiş olanı Kazakistan. Bu yüzden, kara para aklama operasyonları için diğer bölge ülkelerine göre daha cazip bir konum arz ediyor.

Kazakistan’ın uyuşturucu trafiği konusunda diğer ülkelerden ayrılan bir başka özelliği de önemli kimya fabrikalarına sahip olması. Buralarda eroin üretiminin en önemli maddesi olan asit anhidrit de üretilebiliyor. Kazak kimya tesislerinde üretilen asit anhidrit başta Rusya olmak üzere bölge ülkelerine ihraç ediliyor.

1998 yılında Kazakistan ceza yasalarında önemli değişiklikler yaptı ve Kazakistan Parlamentosu da BM Uyuşturucu İle Mücadele Sözleşmelerini kabul etti. Kara para aklama, organize suç örgütleri ve uyuşturucu suçlarına verilen cezalar sertleştirildi.

Aynı şekilde, yolsuzlukla mücadele için de yeni yasal düzenlemeler yapıldı. Hükümet kamu sektörünü saran yolsuzluk hastalığının önü alınmadan, ne uyuşturucu ne de diğer örgütlü suçlar konusunda başarılı olunamayacağını anlamış görünüyordu. Maaşları 100 ila 150 dolar[4] arasında değişen alt ve orta düzeyde devlet görevlilerine ilişkin yolsuzluk davalarında olağanüstü bir artış gözlendi. Ancak, onca yargılamaya karşın yolsuzluk olaylarında bir azalma gözlenmedi.

Kırgızistan’ın güneyindeki Osh kasabasının Afganistan ve Pakistan’dan bu ülkeye giren uyuşturucunun paketlendiği ve dağlar üzerinden ya tek tek kişilerce ya da küçük gruplarca kuzeye nakledildiği merkez olduğu biliniyor. Afganistan’dan ülkeye giren uyuşturucunun kontrolünde en önemli sorunlardan biri de izlenen yolun son derece çetin olması. Khorog-Osh arasındaki uyuşturucu yolu 3500-4000 metre yükseklikteki dağlardan geçiyor ve kışın burada ısı eksi 40 dereceye kadar düşüyor. Bu dağ yolları konusunda kaçakçıların bilgi ve becerileri ise yetkililerin bilgi ve becerilerinin kat kat üzerinde. Kırgızistan hükümetindeki bilgiler Osh’dan yürütülen uyuşturucu trafiği içinde altı grubun olduğunu gösteriyor. Bu altı grup aslında bütün ülkede uyuşturucu trafiğinden sorumlu ve son yıllarda da uyuşturucu taşımada artan oranda kadınları kullanmaya başladılar. 1999 yılında uyuşturucu ile ilgili suçlar dolayısıyla yakalanıp yargılanan kadın sayısı 344’tü. Bu, uyuşturucudan tutuklananların toplamının yüzde 12.4’ü anlamına geliyor ve geçmişe göre çok büyük bir artışa işaret ediyor.

Özbek yetkililerin tahminine göre, bu ülkede 1998 yılında uyuşturucu trafiği bir önceki yıla göre yüzde 25-30 arttı. Kimileri bu artışı ülkenin görece gelişmiş karayollarına ve hava trafiğine bağlıyor. Afganistan ile Özbekistan arasındaki sınırdaki tek geçiş noktası da kapalı olduğu için, kaçakçılar daha çok Afganistan’dan Tacikistan’a geçişi tercih ediyorlar. Afgan kaynaklı uyuşturucunun izlediği en önemli rota Tacikistan’ın Gorno-Badakşan bölgesinden Kırgızistan’ın Osh bölgesine oradan da Özbekistan’ın Fergana Vadisi’ne giden yol oluyor. Ancak, 1998’de Fergana Vadisi’ndeki trafikte ciddi bir azalma gözlendi. Şimdilerde, kaçakçıların Tacik-Özbek sınırındaki Hojand’dan içeri sızmayı tercih ettikleri anlaşılıyor.

Tacikistan Afganistan’dan Bağımsız Devletler Topluluğu ve Avrupa’ya uyuşturucu trafiğinin ilk ayağını oluşturuyor. Bu yolu izleyerek Batı pazarlarına taşınan uyuşturucunun miktarı her yıl biraz daha artıyor. Sınırdaki güvenlik görevlilerinin sayısının azalması ve Doğu Tacikistan’ı Çin’e bağlayan yeni bir yolun açılmış olması, Güney Asya’ya ulaşımı epeyce kolaylaştırdığından, uyuşturucu trafiği için daha da uygun bir ortam doğmasına neden oldu.

Uyuşturucu kaçakçıları sınırdaki Tacik ve Rus muhafızlarla olduğu kadar, silahlı Tacik muhalefet güçleri ve Tacik hükümet yetkilileri ile de ilişki kurmuş ve bu ilişkilerini mallarını Moskova’ya taşıyana kadar sürdürebilmişlerdir. Ülkenin coğrafi konumu ekonomik sorunların derinliğiyle birleşince, Tacikistan’ı uyuşturucu tacirleri için vazgeçilmez bir yol haline getiriyor. Ancak, çok geri bir durumda olan bankacılık sistemi, bu ülkenin yakın gelecekte de kara para aklama operasyonları için uygun bir yer olmasının önüne geçecek gibi gözüküyor.

Mevcut yapı ile ülkeye uyuşturucu girişinin engellenmesi olanaksız gözüküyor. Bu işten sorumlu Tacik sınır koruma birliklerinin yetersizliği yüzünden devreye Ulusal İstihbarat Servisi (NIS) güçleri de girdi. Yine de sorunla başa çıkılabilecek gibi değil. Çünkü sınırı korumakla görevli kişilerin ayda aldıkları para sadece birkaç dolar. Bu yüzden, yakalanan uyuşturucu miktarları ve kişiler abartılı bir şekilde kamuoyuna yansıtılsa da, yakananlar sınırdan geçirilenlerin ancak çok küçük bir miktarını oluşturuyor.

Türkmenistan üzerinden Rusya ve Avrupa pazarlarına uzanan uyuşturucuların başında Afganistan, Pakistan, Iran, Tacikistan ve Özbekistan’dan ülkeye giren esrar gelir. Özellikle coğrafi yapısı ve siyasal istikrarsızlıklar yüzünden kontrolü zor Afganistan sınırı uyuşturucu kaçakçıları açısından son derece çekici bir geçiş alanı olmakta. Aşkabat’tan Abu Dabi, Birmingham, Duşanbe, Frankfurt, İstanbul, Karaçi, Londra, Yeni Delhi ve Tahran’a direk uçuşlar olması bu merkezlerle Türkmenistan arasındaki uyuşturucu trafiğinde hava yolunun da kullanılmasına olanak sağlıyor. 1996 yılında açılan ve Türkmenistan’ı İran’a bağlayan tren yolu ile yine bu ülkeyle İran arasındaki yoğun otobüs ve kamyon taşımacılığı uyuşturucu taşımacılığının bir başka altyapısını oluşturuyor (http://www.usis.usemb.se/drugs/1998/europe.html, 1999).

Öte yandan yoğun geçişlerin olduğu sınır noktalarında elektronik aygıtların bulunmayışı, sınır kapılarında bilgisayarla denetime geçilmemiş olması bütün bu noktalardaki denetimin halen “el yordamıyla” yapıldığı anlamına geliyor. Bu yüzden, meyve suyu kutularında ya da değişik ambalajlar içinde İran’dan ülkeye giren uyuşturucuların ele geçmesinde, ihbar olmadıkça, ciddi sıkıntılar yaşanıyor.

Türkmen yasaları uyuşturucu kaçakçılığı için idam cezası öngörmekte, iki kilo ve üzerindeki bir miktarda eroinle yakalanan kişiler ölüm cezasına çarptırılabilmektedirler. Ancak, bu cezalar da uyuşturucu ile ilgili suçlardaki artışı engelleyemiyor.

Bütün Orta Asya’da uyuşturucu ile mücadeleyi en olumsuz etkileyen şey, bu alanda mücadele eden devlet yetkilileri arasındaki yolsuzluk eğilimi. En tepedeki kamu görevlilerinin bile aylık ücretlerinin son derece düşük olması, onları yolsuzluklara açık hale getiriyor. Bazı görevlilerin yaşam standartlarının aldıkları ücretlerle gerçekleştirilemeyecek düzeyde olması yolsuzluğun kanıtı sayılıyor. Bu konuda, bazı tutuklamalar görülse de sonuç alınamadığı biliniyor. Örneğin, 1998 sonunda Tacikistan’da tutuklanan üst düzey İçişleri Bakanlığı görevlileri, daha yukardan gelen baskılar sonucu hemen serbest bırakılmışlardı. Yine 1998 Nisan ayında üst düzey İçişleri Bakanlığı yetkilileri ile ordu komutanlarının askeri helikopterler ile uyuşturucu taşıdıkları suçlamaları Yüksek Mahkeme’ye kadar yansımıştı.

SUÇ KARŞISINDA KADIN VE ÇOCUKLARIN DURUMU

Aslında, Orta Asya’nın bütününde kadının özgürleşmesine yönelik ilk kampanyalar Sovyetler Birliği’nin Avrupa coğrafyası üzerindeki yörelerinden gelenler (devrimci kadınlar) tarafından başlatıldı. Onlar, Sovyet sisteminin ideolojik çerçevesinin verdiği bir politik motivasyonla kadının Orta Asya cumhuriyetlerindeki ağır sömürüsünü ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdi. Başlangıçta direnişle karşılaşan bu hareket 1950’lerde ilk meyvelerini verdi ve bütün Sovyet Orta Asyası’nda kadınlar kamu alanında önemli roller oynamaya başladılar (Akiner, 1998: 12). Ancak, yine de 70 yıllık Sovyet yönetimi kadının geleneksel yapı içindeki rolünü bütünüyle değiştiremedi.

İnsan hakları gruplarının raporları, bugün Orta Asya cumhuriyetlerinde kadınlara karşı kayda değer ölçüde aile içi şiddet uygulaması olduğunu gösteriyor. Kazak Feminist Birliğine göre, yüzbinlerce kadın eşleri tarafından istismar edilmekte ve polis aile içi şiddet olaylarının çoğunda, eşler arasına girmemek adına, müdahaleden uzak duruyor. Yasaya göre, karısını döven kocaya üç yıla kadar hapis cezası vermek mümkün ancak mahkemelerde bu tür vakalara pek rastlanmıyor.

Orta Asya cumhuriyetlerinde tecavüz olaylarına ilişkin istatistiki veriler bulmak pek mümkün değil. Ancak, 1996 yılında Kazakistan’da polis raporlarına yansıyan 2 bin 25 tecavüz vakası vardı. Bu ülkede tecavüz suçuna verilen cezalar 3 ile 15 yıl arasında değişiyor, fakat tecavüz olayları genellikle gizli kalıyor ve evlilik içi tecavüzler konusunda da yasal düzenlemeler bulunmuyor.[5]

1996’da Kırgızistan’da yapılan bir araştırma kadınlara yönelik şiddetin bağımsızlıktan sonra gözle görülür ölçüde arttığını ortaya koymuştu. Kadın hakları savunucuları bu ülkede de tecavüz vakalarının çoğaldığını ve yetkililerin bunları görmezden geldiklerini ileri sürmekteler. Hükümet istatistikleri, kadına yönelik saldırı ve suçların yıllık sayısını 400-450 olarak vermekte; ancak toplumsal, kültürel ve psikolojik nedenlerle bu tür suçların çoğunun rapor edilmediği de bilinmektedir.

Ocak 1997’de açılan Umut Merkezi Kırgızistan’da kadın ve çocuklara koruma sağlamayı hedefleyen sivil çabalardan biridir. Aynı yıl daha sonraki aylarda başka benzeri merkezler de açıldı. Özellikle başkent Bişkek’te toplanan bu tür merkezler kadına yönelik saldırılardaki artışın bir başka işareti olarak görülebilir. Umut Merkezi yöneticileri, bir yandan ekonomik kaynak sıkıntılarını dile getirirken bir yandan da kendilerine başvuran kadınların sayısının sürekli arttığını ve bu kadınların yüzde 62’sinin de işsiz olduklarını belirtmekteler (http://www.state.gov/www./global/human rights/1998 hrp report/kyrgzre/html).

Başta Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere, Kırgızistan’dan yabancı ülkelere kadın kaçırmak da büyüyen bir sorun olarak gözleniyor. Medyada bu konuda çıkan yazılarla kamu- oyu bilinçlendirilmeye çalışılmakta, ama ekonomik sorunlar pek çok genç kızın kendilerini değişik vaatlerle yurtdışına götürmeyi öneren çetelerin pençesine düşmesine neden oluyor. Kimi yetkililerin de bu şekilde yurtdışına götürülen genç kızlara rüşvet karşılığı pasaport sağladıkları bilinmekte.

Kadınlar yasalar karşısında erkeklerle tam anlamıyla eşittir. Ancak, yüksek eğitim görmüş Kırgız kadınların özellikle hukuk, sağlık ve bankacılık sektöründe toplandıkları görülür. Ülkenin bozulan ekonomik dengeleri ve artan işsizlik yüzünden işlerini kaybedenler öncelikle kadınlar olmaktadır. İşsizlerin yüzde 58’ini kadınların oluşturduğu ve 16 yaşından küçük çocuk sahibi kadınların işsizler arasındaki oranının da yüzde 67 olduğu tahmin edilmekte.

Bağımsızlık sonrasında, Özbekistan’da da yüksek öğretimdeki kadın oranı vahim bir düşüş gösterdi. 1997’de yapılan bir araştırma kızların en çok rağbet ettikleri maliye ve bankacılık bölümlerine kayıtlarının 1991’deki yüzde 65 oranından yüzde 25’e düştüğünü ortaya koymakta. Bu durumun nedeninin ekonomik sıkıntı içine düşen ve yalnızca bir tek çocuğun yüksek eğitim harcamalarını karşılayabilen aileler olduğu söylenebilir.

Elde istatistiki bilgi olmamakla birlikte, gözlemlere dayanarak fuhuşun bağımsızlık sonrasında bütün Orta Asya cumhuriyetlerinde da artış gösterdiği söylenebilir. Sözgelimi, Özbek kızlarının fuhuş için Türkiye ve İran Körfezi ülkelerine götürüldükleri biliniyor. Tacik yasaları genelevleri, fuhuşu, pornografik yayınların satılmasını ve cinsel hastalıkların bulaştırılmasını cezai yaptırımlara bağlıyor. Ancak, bu sıkı yasal tedbirlere karşın Tacikistan’da fuhuşun önüne geçilebilmiş değil. Başta Duşanbe olmak üzere, kentlerde fahişelerin geceleri açıkça icra-i sanat ettikleri gözleniyor. Öte yandan, kadın ticareti ya da kaçakçılığı, özellikle Afganistan bağlantılı uyuşturucu ticareti ile uğraşan çeteler tarafından adeta bir yan iş olarak gerçekleştirilmektedir. Artan ekonomik sorunlar, geleneksel yapı her ne kadar kadına evin içinde bir rol biçse de, Türkmenistan’da da kadınların tarihin en eski mesleği denilen fuhuşa yönelmesinde bir artış olmasını kaçınılmaz kıldı. Başta Aşkabat olmak üzere kentlerde eskiden görülmedik oranda fuhuş gözlenmeye başlandı.

Çocuk hakları konusundaki titizlik, Orta Asya cumhuriyetlerinde bir Sovyet dönemi kazanımı ve geleneksel kültürel değer olarak hâlâ varlığını sürdürmekte. Ancak, ekonomik sıkıntılar ve kaynak yetersizliği çocuklar konusunda önerilen politikaların hayata geçirilmesini epeyce engelliyor. Zorunlu eğitim, Kırgızistan’da 9, Türkmenistan’da 9-10, diğer cumhuriyetlerde ise 11 yıldır ve 9’ncu yılda çocuklar teknik eğitime yönelebilirler. Kırsal kesimlerde hasat dönemlerinde çocukların çalışması dışında, Orta Asya’da çocuk emeğinin istismarı görülmüyor(du). Bu durumun değişmeye başladığına ilişkin veriler Kırgızistan’dan geliyor.

Bozulan ekonomik durum yüzünden cocukların temel gereksinmeleri eskisi gibi karşılanamıyor. Kırgızistan’da, bağımsızlıktan sonra, difteri, çocuk felci, kızamık gibi aşı ile önlenebilen hastalıklar yeniden boy göstermeye başladı. Geleneksel ailevi koruma sistemleri de, özellikle kentlerde, son yıllarda etkinliğini yitirdi. Bu durum, çocuk (teenager) suçlarının artmasına yol açıyor.

Çocuk istismarı Kırgızistan’da, ne yazık ki, artık önemli bir sorun olarak görülüyor. Sokak çocuklarının sayısı her geçen gün daha da artmakta. İnsan hakları örgütleri tutuklanan çocuklara avukat tahsis edilmediği ve aileler tarafından da bu çocuklara sahip çıkılmadığı değerlendirmesini yapıyor. Sokak çocuklarının sayısındaki artış, biraz da ebeveynlerin alkolizme düşmelerine bağlanmakta. Yine resmî veriler olmamakla beraber, 1997 yılında Bişkek sokaklarında yapılan bir günlük taramada 700 sokak çocuğu saptanmıştır. Başkentteki durum diğer kentler için de geçerlidir ve bu sokak çocukları başta hırsızlık ve gasp olmak üzere kolayca değişik suçların failleri haline gelmektedir (http://www.state.gov/www/global/human rights/1998 hrp report/kyrgzre.html).

ADLİ SUÇLAR

Sovyet sonrası dönemde bütün Orta Asya cumhuriyetlerinde genel olarak işsizlik oranının artışı ve toplumun farklı kesimleri arasında çarpıcı bir gelir uçurumunun ortaya çıkması adli suçlarda ciddi bir artışa yol açtı.

En yaygın adli suçlar olan hırsızlık, cinayet, gasp gibi olaylara ilişkin resmî rakamlara ulaşmak mümkün olmadı. Ancak, bütün Orta Asya cumhuriyetlerinde son yıllarda başta kentsel alanlarda, yukarda da belirtildiği gibi fuhuş da dahil olmak üzere, her türden adli suçta bir artış görülmektedir.

Özellikle ekonomik durumları görece iyi ve genellikle işadamı olarak faaliyet gösteren yabancılar hemen her yerde gasp ve hırsızlık gibi suç eylemlerinin hedefi olmaktalar. 1995’de Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te yabancılara karşı 185 suç işlendiği kayda geçmişti. Bu suçlar arasında gasp ve evlerin soyulması en yaygın olanıydı. Türkmenistan’da da, özellikle Aşkabat’ta yaşayan her yabancı bu tür saldırganlıkların potansiyel hedefi olduğundan, son birkaç yıldır yabancıların korunmasına yönelik ciddi polisiye tedbirler alındı.

Türkiye’deki Türkmen öğrenciler; ülkelerinde hırsızlık, oto hırsızlığı, gasp gibi suçlarda artış olduğunu vurguluyorlar. Yine anlatımlara göre, bütün olarak arabaların çalınmasından çok, arabaların radyo ve teyplerinin alınması artan bir suç türü olarak dikkat çekmekte. Araba hırsızlığı, Kırgızistan’da da o denli yaygınlaşmıştı ki, 1990’ların ortasından itibaren suça karşı savaşımda başarılı olmanın yolunun cezaların ağırlaştırılmasından geçtiğini düşünen Cumhurbaşkanı Akayev oto hırsızlığını ömür boyu hapise varan cezalara çarptırmaya başladı. Ancak, alınan tedbirlerin hiçbiri bugüne kadar suçların önünün alınmasını ya da azalmasını sağlayamadı. (http://lcweb2loc.gov/frd/cs/kgtoc.html)

1990’ların başından itibaren 1990’ların ortalarına kadar, başta da söz edilen toplumsal koşullar yüzünden olsa gerek, Kazakistan’da suç oranları alarm verici bir şekilde arttı. Kazakistan Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazandığından beri her yıl kayıtlara geçen suç sayısında yüzde 25’lik bir artış gözlendi. Ülkedeki ortalama suç oranı her 10 bin kişi için 50 suç civarındadır. Ancak, belli bölgeler bu ortalamanın çok üstünde bir suç oranına sahip (Qaraghandy, Kuzey Kazakistan, Doğu Kazakistan, Akmola, Pavlodar ve Almatı).

Son dönemde, özellikle dikkat çeken genç erkeklerin ve çocukların işlediği suçlardaki olağanüstü artış oldu. Suç türleri açısından bakıldığında ise, daha vahşi, daha şiddet içeren, silâh ve ölümün daha sık yer aldığı suçlardaki artış dikkat çekicidir. 1995’lerden beri örgütlü suç çeteleri ve bunlar arasındaki kanlı çatışmalarda da büyük artış var. Yine bu dönemde, Kazak tarihinde hiç görülmediği kadar kiralık katillik olaylarıgözlendi (http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/kztoc.html).

Bağımsızlık sonrasında Kırgızistan’da suçun kontrol edilebilir olmaktan tamamen çıktığı söylenmekte. 1994’de 40 binden fazla suç işlendiği kayıtlara geçmişti. Bu her 100 Kırgız vatandaşına birden fazla suç düştüğü anlamına gelir ve oldukça yüksek bir suçluluk oranına tekabül eder. Bir Kırgız öğrenci, “küçük çaplı adli suçlar ekonomimizin her sektörünü sardı” diyor. “Sözgelimi, telefon şebekesi başkent Bişkek dışında tam bir felaket durumundadır; çünkü kablolar çalınmakta ve yeniden satılmaktadır. Aynı nedenle enerji hatları da zarar görmektedir. Satılabilir her türden metal küçük çaplı hırsızlık olaylarının hedefi haline gelmiştir.”

SONUÇ

Orta Asya cumhuriyetlerinin hemen tümünde, bağımsızlığın kazanıldığı 1990’ların başından itibaren ciddi ekonomik sorunlar yaşanmaya başlandı. 1990’ların ortalarına kadar; gelir dağılımındaki bozulma, artan işsizlik oranları, konut sıkıntısı, hızla yükselen enflasyon karşısında aylık ücretlerle geçinilemez olması gibi koşullar yüzünden olsa gerek, Orta Asya cumhuriyetlerinin tümünde suç oranları alarm verici bir şekilde arttı.

Bu artan suç karşısında polis her açıdan son derece yetersiz kalmaktaydı. Üstelik polisin maddi durumu da tam bir felaketti. Kimi ülkelerde polisin aylarca maaş alamadığı oldu. Bu durumun sonucu polis örgütü içinde yolsuzluğun ve rüşvetin alabildiğine artması, kimi yerlerde polisin suç örgütüne dönüşmüş olmasıydı. Sayılan sosyo-ekonomik koşullar yalnızca poliste değil, devlet aygıtının ve bürokrasinin her noktasında yolsuzluk ve rüşvet uygulamalarının artmasını getirdi.

Yeni cumhuriyetlerin tek adam yönetimi ve totaliter yapısı, insan hakları ihlalleri ve devletin vatandaşına karşı işlediği suçlar açısından da bu cumhuriyetlerin dosyasını oldukça kabartmıştır. Sık sık gündeme getirilen ve yöneticilerin keyfiyetine dayalı aflar yüzünden, bazıları suç işlemeyi alışkanlık haline getirebilmektedirler. Gerçi Orta Asya cumhuriyetlerinin çoğunda yeni duruma ilişkin sağlıklı istatistikler bulmak mümkün değildir ama Kazakistan’a ilişkin şu değerlendirmenin diğer ülkeler açısından da geçerli olduğu varsayılabilir: Kazakistan Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazandığından beri her yıl kayıtlara geçen suç sayısında yüzde 25’lik bir artış gözlenmiştir.

Son dönemde, Orta Asya cumhuriyetlerinde özellikle dikkat çeken genç erkeklerin ve çocukların (teenager) işlediği suçlardaki olağanüstü artış olmuştur. Çoğu ülkede, suç türleri açısından bakıldığında, daha fazla şiddet içeren, silahlı suçlarda artış olduğu görülür. Yabancılar hemen her ülkede gasp ve hırsızlık gibi saldırıların temel hedefi haline gelmişlerdir.

Bu arada, yeni koşullarda sınıf atlama hayalleri kadınlar arasında fuhuşun artışına ve Orta Asya ülkelerinden, Türkiye de dahil olmak üzere, yabancı ülkelere fuhuş için kadınların götürülmesi/kaçırılması gibi yeni bir suç türünün ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Ancak, bütün Orta Asya cumhuriyetleri açısından Batı’da en önemli tehdit olarak değerlendirilen durum örgütlü suçlardır. Bunların başında hiç kuşkusuz uyuşturucu kaçakçılığı gelmektedir (Menon, R.; Fedorov, Y. E.; and Nodia, G., 1999: 209-212). Uyuşturucu kaçakçılığında transit ülkeler olarak yer alan Orta Asya cumhuriyetleri, bu ticaret yüzünden yalnızca kendileri için zararlı olmamakta, aynı zamanda bütün bölgenin kriminal etkinlikler potansiyelini artırmaktadırlar. Bazıları, uyuşturucu ticaretinin yoksulların sermaye birikimine ve farklı alanlarda yatırımlar yapmasına da olanak tanıyacağını ileri sürmektedirler. Ancak, bu ticaret yüzünden gelir dağılımı adaletsizliğinin daha da büyüdüğü ve formal ekonomik yapıların ciddi ölçüde tahrip oldukları da bilinmektedir (a.g.e.: 214-215).

Orta Asya’daki örgütlü suç ve uyuşturucu kaçakçılığı ile Rus mafyası arasındaki ilişki son derece ilginç ve önemlidir. Ancak, bu makalede amaç Sovyet sonrası Orta Asya’da toplumsal organizasyon-disorganizasyon-reorganizasyon sürecinde ortaya çıkan görece ve mutlak yoksunluk durumlarının suçu nasıl etkilediğini saptamak olduğundan Rusya irdeleme dışı bırakılmıştır. Yoksa, Orta Asya’daki örgütlü suç oluşumlarının Rus partnerleriyle ilişkileri göz önüne alınmadan tam olarak kavramayacağı bilinmektedir. Gilinskiy (2000:117-118), Rusya’da örgütlü suç konusundaki çalışmasında, suç örgütlerinin bir yolsuzluk batağı yaratarak hükümetler nezdinde bir korunma sistemi oluşturmaları durumunda en verimli çalışma koşullarına sahip olduklarını söylüyor. Rusya açısından son derece önemli olan bu tesbit, bütün Orta Asya cumhuriyetleri, hatta örgütlü suçun hâkim olduğu her ülke için, geçerli sayılabilir.

Akiner, S., 1998, “Social and Political Reorganisation in Central Asia: Transition from Pre-Colonial to Post-Colonial Society” Post-Soviet Central Asia (Der.) içinde Atabaki, T. ve O’Kane, J., Amsterdam: The International Institute for Asian Studies.

Atabaki, T. and O’Kane, J. (Der.), 1998, Post-Soviet Central Asia, Amsterdam: The International Institute for Asian Studies.

Curtis, G. E., (Der.), 1997, Kazakstan, Kyrgyzstan, Tajikistan, Turkmenistan and Uzbekistan / country studies, Washington, D.C.: U.S. Government Printing House.

Dawisha, K. ve Parrott, B., 1997, Conflict, cleavage, and change in Central Asia and Caucasus, Cambridge.

Falkingham, J.; Klugman, J.; Marnie, S. and Micklewright, J., (Der.), 1997, Household Welfare in Central Asia, New York, N. Y.: St. Martin’s Press.

Glinskiy, Y., 2000, “Organized Crime in Russia: Domestic and International Problems” Global Organized Crime and International Security, (Der.) içinde Emilio C. Viano, Burlington: Ashgate Publishing Company.

“Harresment and imprisonment of religious believers”, 2000, http://www.state.gov/www/global/human rights/1998 hrp report/turkmeni.html

International Narcotics Control Strategy Report, (1997) “Tajikistan”, http://www.usis.usemb.se/drugs/Eurp/tajikist.htm, March 1997.

International Narcotics Control Strategy Report, (1999) “Europe and Central Asia”, http://www.usis.usemb.se/drugs/1998/europe.htlm, March 1999.

Karaalioğlu, M ., 2000, “Orta Asya’ya Mafya ve Rüşvet Götürdük”, Yeni Şafak, 9 Ekim 2000.

Kazakstan, (1996), http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/kztoc.htlm, 1996

Kyrgyzstan, (1996), http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/kgtoc.html,1996

Menon, R.; Fedorov, Y. E.; Nodia, G., 1999, Russia, The Caucasus and Central Asia: The 21st Century Security Environment, New York: EastWest Institute.

Tajikistan, (1996), http://Icweb2.loc.gov/frd/cs/tjtoc.htlm, 1996

T.C. İçişleri Bakanlığı, 1999, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele 98, Ankara: EGM-KOMDB Yayınları.

—., 2000, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele 99, Ankara: EGM-KOMDB Yayınları (2000/2).

Turkmenistan, (1996), http:Icweb2.loc.gov/frd/cs/tmtoc.html, 1996

U.S. Department of State Bureau of Democracy, Human Rights, and Labour (1999), “Kazakstan Country Report on Human Rights Practices for 1998” http://www.state.gov/www/global/ human rights/1998 hrp report/kazaksta.html, 26 Şubat 1999.

U.S. Dep. of State Bureau of Democracy, Human Rights and Labour (1999), “Kyrgyz Republic Country Report on Human Rights Practice for 1998”, http://www.state.gov/www/global/human rights/1998 hrp report/kyrgyzre.html, 26 Şubat 1999.

U.S. Dept. of State Bureau of Democracy, Human Rights, and Lablour, (1999) “Tajikistan Country Report on Human Rights Practices for 1998”, http://www.state.gov/www/global/human rights/ 1998 hrp report/tajikist.html, 26 Şubat 1999.

U.S. Dept. of State Bureau of Democracy, Human Rights, and Labour, (1999), “Turkmenistan Country Report on Human Rights Practices for 1998”, http://www.state.gov/www.global/human rights/1998 hrp report/uzbekist.html, February 26, 1999.

U.S. Dept. of State Bureau of Demoracy, Human Rights, and Labour, (1999), “Uzbekistan Country Report on Human Rights Practices for 1998”, http://www.state.gov/www.global/human rights/1998 hrp report/uzbekist.html, February 26, 1999.

Uzbekistan, (1996), http://lcweb2.loc.gov/frd/cs/uztoc.html

Viano, E.C., (Der.), 2000, Global Organized Crime and International Security, Burlington: Ashgate Publishing Company.

[1] Makalede Temel Toplumsal Veriler bölümlerindeki tüm değerler Curtis, E. G, 1996 ile Falkingham, J.; Klugman, J.; Marnie, S. Ve Micklewright, J., 1997’den alınmıştır.

[2] Özbekistan: 1992’de 107 milyon dolar açık; Resmi İşsizlik 1994’te % 0.7, 1995’de 0.3; Enflasyon 1993’te % 1230, 1995’te % 320 / Tacikistan: 1994’te 54.7 milyon dolar açık; Resmi İşsizlik 1994’te 0.7’den 1995’de 1.7’ye, Enflasyon 1993’te yüzde 2140’dan 1995’te % 400’e / Türkmenistan: 1992’de ödemeler dengesi 108 milyon dolar açık verdi, Resmi İşsizlik 1994’te % 0.2 ancak 1995’e ilişkin veri yok, Enflasyon 1993’te 1630 iken 1995’te 1005.

[3] 1997’de Kırgızistan’da 1 kilogram et yaklaşık 1 dolardı.

[4] Kazakistan Orta Asya’da hayatın en pahalı olduğu ülke. 2000 yılında sıradan bir restoranda bir kişi 4-5 dolara doyabiliyordu. 1990’ların ikinci yarısında 1 kg et 1 dolara alınabiliyordu.

[5] Krimonoloji literatürü, son yıllarda, cinsel taciz olaylarında başta ABD ve Kanada olmak üzere bütün Batı toplumlarında da büyük bir artış olduğuna işaret ediyor.