Fazilet Kongresi: Demokrasi Virüsü FP'ye de Sızdı

Fazilet Partisi Birinci Olağan Kongresi için 14 Mayıs tarihini boşuna seçmemişti. Amaç Demokrat Parti’nin elli yıl önce iktidara geldiği bu tarihte kongre yaparak bu partinin “gerçek takipçisi” olduklarını göstermekti. Bu iddia RP’nin 1995 seçimlerinden birinci parti çıkmasıyla birlikte girilen yeni dönemde dile getirilmeye başlanmıştı.

Ardından RP hakkında Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açılınca, otuz yıla yakın bir geçmişi olan Milli Görüş hareketinin kurmayları ilk kez “demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti, sivil toplum” gibi değerleri temel sloganları haline getirmişlerdi.

14 Mayıs bugüne kadar Türkiye’de demokrasiye geçişin miladı olarak kabul ediliyordu. Artık Milli Görüş hareketinin demokratikleşmesinin de miladı olarak kayıtlara geçti. Otuz yılı aşkın bir süredir tek bir otorite (Necmettin Erbakan) ve onun bir avuç kurmayı (Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk, Recai Kutan, Fehim Adak, Süleyman Arif Emre...) tarafından yönetilen Milli Görüş hareketi de bu tarihte demokrasiyle tanıştı. Aslında böyle olacağı daha Abdullah Gül’ün Recai Kutan’a karşı, yenilikçi kanadın genel başkan adayı olduğunu açıklamasıyla belli olmuştu.

Başlarda FP’yi denetiminde tutan Erbakan ve gelenekçi kanat yenilikçilerin Recai Kutan’ın karşısına aday çıkaracağına ihtimal vermemişlerdi. İlk olarak Bülent Arınç’ın aylar öncesinden aday olduğunu açıklamasını bir taktik olarak gördüler. Ardından Gül’ün adaylığını da başta önemsemediler. Ancak Gül’ün tek başına değil, çoğunluğu milletvekili olan geniş bir grupla, önceden hazırlanmış olduğu belli olan bir stratejiyle etkili bir kampanya yürütmesi gelenekçileri telaşlandırdı.

ASİLTÜRK FAKTÖRÜ

FP Genel Merkezi önce bu kampanyayı engellemeye yönelik anti-demokratik girişimlerden uzak durdu. Onları bir şekilde ikna edeceklerini düşünüyorlardı. En kötü ihtimalle devreye Erbakan girer ve mesele hallolurdu. Fakat yenilikçileri devre dışı bırakamayacaklarını anlayınca ellerindeki kozları teker teker oynamaya başladılar.

Gelenekçilerin stratejisinin temelinde GİK üyesi Oğuzhan Asiltürk vardı. Medyaya karşı ketumluğuyla bilinen Asiltürk kongre yaklaştıkça bir kanaldan diğerine çıkmaya başladı. Her geçen gün Asiltürk’ün yenilikçilere yönelik eleştirileri daha da sertleşiyor ve suçlama halini alıyordu.

“Partimizde bir genel başkanlık sorunu yok, genel başkan olma sorunu olan arkadaşlar var” diyen Asiltürk, “Bizde eleştiri yoktur” diyerek yenilikçilerin partiyi başkalarına karşı kötülediğinden yakınıyordu. Asiltürk’ün açık veya imâlı bir şekilde dillendirdiği ve gelenekçilerin el altından tüm parti tabanına yaydığı karşı propagandanın birkaç önemli ayağı şöyleydi:

1) Gül, Erbakan’a çıkmış; ondan “daha tecrübesizsin, sıranı bekle” cevabını almıştı.

2) Yenilikçilerin ardında Recep Tayyip Erdoğan vardı.

3) Erdoğan’ın esas hesabı FP’den kopup, bir grup sağcıyla birlikte, TÜSİAD ve ABD’nin de desteğini alarak “yeni bir oluşum” kurmaktı.

4) Erbakan ve gelenekçiler aslında Gül’ü çok seviyor ve onu Tayyip’ten kurtarmaya çalışıyorlardı.

5) Zaten Gül de gerçekleri görüp kongre günü adaylıktan çekilecekti.

Parti örgütü, tarihinde ilk kez grup savaşları ve karşılıklı propaganda, eleştiri, suçlama ve kara çalma ile çalkalanırken FP Genel Başkanı ve gelenekçilerin kongredeki adayı olan Kutan, yenilikçilere yönelik engellemelerden ya haberdar olmadı ya da bunları açıkça sahiplenmedi. Gelenekçilerin bu taktiğinin Gül ve arkadaşlarını epey zor durumda bıraktıkları söylenebilir. Çünkü karşılarına hep Asiltürk çıkıyordu, ama kongrede karşılarına tüm ülke kamuoyunun “ılımlı ve uzlaşmacı” kimliğiyle tanıdığı Kutan çıkacaktı.

KUTAN VE GÜL

Burada bir parantez açıp FP’nin iki genel başkan adayının portrelerini çizmek istiyoruz: Kutan ve Gül birçok açıdan benzeşirken, bazı noktalarda farklı özellikler sergiliyorlar. Örneğin her ikisi de Anadolulu. 70 yaşındaki Recai Kutan Malatyalı, 50 yaşındaki Abdullah Gül Kayserili. İkisi de üniversite için İstanbul’a gelmiş. Kutan İTÜ’den mühendis, Gül ise İstanbul Üniversitesi’nden iktisatçı çıkmış.

Kutan mezuniyetten sonra bürokrasiyi seçti. Süleyman Demirel’in genel müdürlüğü döneminde Devlet Su İşleri Diyarbakır Bölge Müdürlüğü yaptı. Gül ise önce üniversitede kaldı. Doçent oldu. Ardından Suudi Arabistan’da İslâm Kalkınma Bankası’nda çalıştı.

Muhafazakâr aile ortamında büyüyen her iki aday da siyasetle öğrencilik yıllarında tanıştı. Kutan başta sağcıydı. Türk sağının önde gelen isimleriyle birlikte Komünizmle Mücadele Derneği’nde faaliyet gösterdi. Gül ise, İslâmcıydı. Necip Fazıl Kısakürek’in ideoloğu olduğu Büyük Doğu ekolündendi. Fakat her ikisi de aktif siyasete Milli Görüş hareketi saflarında atıldı. Ve her ikisinin önü bu hareketin lideri Erbakan tarafından açıldı. Erbakan, Kutan’ı, ordu başta olmak üzere üst düzey bürokrasiyle iyi ilişkileri nedeniyle kurmayları arasına aldı. Nitekim Kutan MSP ve RP’de üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra FP’ye de genel başkan oldu.

Genç yaşta RP’ye genel başkan yardımcısı olan Gül ise[2] hareketin Batı dünyasına dönük yüzü oldu. Örneğin, Erbakan, ABD’ye gittiğinde onu da yanında götürdü. Erbakan girdiği her hükümette Kutan’ı da bakan yaptı. Aynı şekilde Gül’ü de ilk fırsatta, Refahyol koalisyonunda devlet bakanı yaptı ve hükümet sözcülüğü sorumluluğu verdi. Kutan da FP’ye genel başkan olunca, Gül’ü dış ilişkilerden sorumlu başkan yardımcısı yaptı. Fakat kısa zamanda yolları ayrıldı. Gül, önce Erbakan’ın partiye kendi başına müdahale etmesi nedeniyle Başkanlık Divanı’ndan ayrılan Cemil Çiçek, Ali Coşkun, Abdülkadir Aksu gibi isimlerle birlikte genel başkan yardımcılığı görevini bıraktı. Ardından da Kutan’ın karşısına yenilikçi kanadın genel başkan adayı olarak çıktı.


Kongreye girilirken iki kanatın artı ve eksileri şöyle sıralanabilirdi:

GELENEKÇİLERİN AVANTAJLARI

1) Otuz yılı aşkın siyasî tecrübeye sahip olmaları.

2) Erbakan’ın karizması ve tartışmasız otoritesi .

3) Başkanlık Divanı’ndaki mutlak hâkimiyetleri sayesinde teşkilatın büyük ölçüde denetimleri altında olması.

4) Recai Kutan’ın saygın ve uzlaşmacı kimliği.

5) Geleneksel tabanlarıyla aralarında çok sıkı ve sarsılmaz bağlar kurmuş olmaları.

GELENEKÇİLERİN

DEZAVANTAJLARI

1) Dinamizm yoksunluğu nedeniyle yeni politikalar üretememeleri, 28 Şubat sürecinin başından beri hareketteki gerilemeyi durduramamaları.

2) Disiplin ve itaatı her şeyin önüne koyup parti içi demokrasi kanallarını tıkamaları.

3) Kongreyi kazanacaklarından emin olmanın getirdiği rehavet.

4) Yenilikçilere karşı yer yer hırçın ve uzlaşmaz tavırlar sergilemeleri.

5) Başta medya olmak üzere, kendilerinden olmayan kesimlere güven telkin edememeleri.

YENİLİKÇİLERİN

AVANTAJLARI

1) Gençliklerinin getirdiği dinamizm.

2) Tayyip Erdoğan’ın karizması ve parti içi demokrasiyi ön plana çıkartmaları.

3) Kongre için çok organize ve aktif bir kampanya yürütmeleri.

4) Başta Abdullah Gül olmak üzere, yumuşak ve uzlaşmacı tavırlar sergilemeleri.

5) Başta medya olmak üzere, kendilerinden olmayan (iç ve dış) kesimlere belli bir güven telkin etmeleri.

YENİLİKÇİLERİN DEZAVANTAJLARI

1) Siyasî tecrübesizlikleri.

2) Bölücü oldukları ve ayrı parti kuracakları yolundaki suçlamalar.

3) Başkanlık Divanı’ndan istifa etmelerinden sonra teşkilat üzerindeki denetimlerini büyük ölçüde kaybetmiş olmaları.

4) Uzlaşmacı kimliği yüzünden Recai Kutan’ı eleştirmede zorlanmaları.

5) Kendilerinden olmayan kesimlerle iyi ilişkiler kurabildikleri için kendi tabanları tarafından şüpheyle karşılanmaları.

YENİLİKÇİ KAMPANYA

Yıllardır parti içi demokrasiden mahrûm kalmanın hıncını çıkardıklarından mıdır, bilinmez FP’de kongre yarışı, diğer partilerde ender raslanır ölçüde demokratik geçti. Genel Merkezi ellerinde tutan gelenekçi kanadın bütün çabalarına rağmen, yenilikçiler bütün teşkilatı tek tek gezerek, delegelerin neredeyse tümüyle ve parti tabanıyla yüz yüze görüşmeler yaptılar. Bülent Arınç, Mustafa Baş, Mehmet Ali Şahin, Salih Kapusuz, Azmi Ateş, Abdüllatif Şener gibi RP’nin geçmişteki seçim zaferlerinde kilit rol oynamış örgütçülük ve propagandanın profesyonellerine çok büyük iş düştü.

Gelenekçi kanattaysa Asiltürk dışında, İstanbul İl Başkanı Numan Kurtulmuş ön plana çıktı. 29-30 Nisan’da Konya’da yapılan il başkanları ve müfettişleri toplantısında da Gül’ün adaylıktan çekilmesini talep eden deklarasyon büyük ölçüde Kurtulmuş’un gayretleriyle ortaya çıktı. Fakat kongre sonuçları, bu tür girişimlerin pek de bir işe yaramadığını gösterdi. Hattâ kimi yorumlara göre, yenilikçileri ayak oyunlarıyla frenleme çabaları gelenekçilere epey oy kaybettirdi.

Ayak oyunu denince kuşkusuz akıllarda hep son dakikada yapılan tüzük değişikliği kalacak. Yenilikçilerin kongrede çarşaf liste çıkarılması önerisini engellemek isteyen gelenekçiler 5 Mayıs’ta Kurucular Kurulu’na tüzük değişikliği yaptırttı. Hattâ bu değişiklikten bazı kurucuların haberi olmadığı, bazılarına da konunun yanlış anlatılarak imza attırıldığı ortaya çıktı.

Tüzükte 38. maddeye, “Organlara tüzüğün belirlediği üye tam sayısından fazla veya yarısından eksik asil ve yedek üye yazılamaz. Bu kurala aykırı olarak düzenlenmiş oy pusulaları geçersizdir” cümlesi eklendi. Değişiklikle çarşaf listenin önüne engel konularak, delegeler isim seçme hakkını kullanamayacak, listede kim varsa onu seçmek zorunda kalacaktı.

Tüzüğün, TBMM Grup başkanvekillerinin, Başkanlık Divanı’nın doğal üyesi olduğuna yönelik 18. maddesi de “müşahid üyesidir” olarak değiştirildi. Böylece partinin tümü de yenilikçi olan grup başkanvekilleri, yani Bülent Arınç, İsmail Kahraman ve Abdüllatif Şener’in oy hakları ellerinden alınmış oldu.

Konya’da Gül, çarşaf liste yanlısı olduklarını söylemişti. İddiaya göre Asiltürk, bu ihtimalin önüne geçmek için 5 Mayıs’ta gizli olarak tüzüğü değiştirdi. Değişiklik, 9 Mayıs’ta yapılan grup toplantısındaki tartışmada ortaya çıktı. Gül, grupta, “Çarşaf liste yapalım” önerisini yineleyince Asiltürk, “Tüzüğümüz uygun değil” diyerek karşı çıktı. Bunun üzerine Yüksek Seçim Kurulu’na giden yeniliçikler, tüzükte gizli değişiklik yapıldığını öğrendi.

GERİLİM TIRMANIYOR

Gelenekçilerin, kongre divan başkanlığı için Çorum Milletvekili Yasin Hatipoğlu’nda[3] diretmesi iki taraf arasındaki gerginliği arttıran bir başka olaydı. Bu arada her zaman olduğu gibi FP kongresine de genel olarak yüzeysel yaklaşan medya, bir gece önceden kongre salonuna Konya’dan “birkaç bin karateci”nin yerleştirileceği gibi haberler yapıp, olayı bir boks maçı havasına sokma gayretine girmişti.

Herkes kimin kazanacağını, tarafların kaç oy alacağını tartışıyordu. Kongreden iki gün önce Gül’e kimin kazanacağını sorduğumuzda “30 yıllık bir tabuyu yıktığım için ben çoktan kazanmış durumdayım” yanıtını almıştık. Gerçekten de Gül, adaylığını açıklayıp bütün baskılara rağmen geri adım atmamakla tarihe geçmişti, kelimenin gerçek anlamıyla o ve arkadaşları bir “devrim” yapmıştı. Erbakan ve onun etrafındaki “çelik çekirdek”e rağmen ve hattâ onları karşılarına alarak bu hareket içinde var olunabileceğini göstermişlerdi.

Önce Oğuzhan Asiltürk’ün, ardından Necmettin Erbakan’ın kongre sürecine müdahale etmesi, uzun süredir sessiz kalan Recep Tayyip Erdoğan’ın birkaç gün öncesinden Ankara’da karargah kurmasıysa FP’de yaşananın basit bir genel başkanlık yarışı olmadığını kanıtlıyordu.

Tarafların birbirlerine yönelik eleştirilerinin dozunun her geçen gün arttığı bir atmosferde kongre tam anlamıyla bir “yol ayrımı” haline gelmişti. Artık kimin kazanacağı değil, bundan sonra ne olacağı soruları önem kazanıyordu.

VE KONGRE

İlk sürpriz kongre başlar başlamaz yaşandı. Tribünlerin hatırı sayılır bir bölümü, gelenekçilerin “Kayserili çocuklar” dediği Gül yanlıları tarafından doldurulmuştu. Onların tam karşısındaki tribünlerdeyse “bindirilmiş kıta” Erbakancılar vardı. Bunların Gül’ün konuşmasını davullarla engellemeye çalışması Hatipoğlu’nu bile çileden çıkardı. İkinci sürprizse yenilikçilerin Hatipoğlu karşısına divan için aday göstermemeleriydi. Çünkü oylama açık yapılacaktı ve yenilikçiler, kendilerini destekleyen delegelerin önemli bir bölümünün bunun bilinmesini istemediklerini ileri sürüyorlardı.

Gül’ün salona girişi, Erbakan’ın RP kongrelerine girişini anımsatıyordu. Gül ve korumaları, tıpkı Hoca gibi bile isteye izdiham yaratıp “Türkiye seninle gurur duyuyor” ve “Mücahit Abdullah, Başbakan Abdullah” sloganları eşliğinde bütün salonu tavaf etti. “Başbakan Kutan” ve “Erbakan nerede biz oradayız” gibi sloganlarla gelenekçilerin de devreye girmesiyle sanki bütün salon Gül yanlısıymış gibi ilginç bir tablo ortaya çıktı. Kutan ise, fiziğinin elverişsizliği nedeniyle korumalarının ve taraftarlarının arasında kaybolmuş bir şekilde, bildik turunu attı.

Kutan uzun konuşmasında şiirler okudu, bir-iki imâ dışında parti içi tartışmalara pek değinmedi, genellikle ülke sorunlarını ele aldı. Gül ise, Hatipoğlu’nun “kıyağı” sayesinde bir saate yakın konuştu ve esas olarak parti içi meselelere değindi. Delegelerin “akıllarına” talip olduklarını söyledi. Gelenekçileri, seçim arifesinde “Küskünler hareketi”ne, yani “28 Şubat’ın sivil uzantılarına” destek verip FP’nin oylarını azaltmakla eleştirdi.

Milli Görüş hareketinde Erbakan’dan sonra en iyi hatip olduğu söylenen Bülent Arınç’ın, gelenekçilerin “bindirilmiş kıtaları”nın konuşmaları engelleme çabalarını fazlasıyla abartıp yaptığı duygusal ve coşkulu konuşma kongrenin gidişatını değiştirdi. Çünkü onun ardından çıkan Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, yenilikçileri “28 Şubat’ın gerçek sivil uzantıları olan bir kısım medyayla düşüp kalkmak” başta olmak üzere bir sürü konuda alenen ve öfkeli bir şekilde suçladı. Diğer bir deyişle gelenekçilerin “aslında hiçbir şey olmuyor”muş gibi yapma planını suya düşürdü.

Gelenekçilerin en büyük kozunun Erbakan olduğu kongre sırasında bir kez daha anlaşıldı. Hoca’nın oldukça sıradan olan kutlama telgrafı okunmadan önce salon buna hazırlandı; ardından salonun içi ve dışındaki ekranlardan “Mücahit Erbakan” yazısı dakikalarca akıtıldı; dolayısıyla uzun bir süre Erbakan kutsandı. Öyle ki “bunlar partiyi kapattırmak mı istiyor?” sorusu döküldü birçok yenilikçinin ağzından. Medya da tabiî bu fırsatı kaçırmayıp ertesi gün, Vural Savaş başta olmak üzere “uzmanlar”dan, bu yüzden partinin kapatılıp kapatılmayacağını soruşturdu.

SEMBOLİKLER VE FONKSİYONELLER

Kutan’ın listesinde İsmail Alptekin, Lütfü Esengün, Veysel Candan, Turhan Alçelik, Ertan Yülek, Cevat Ayhan, Süleyman Arif Emre, Oğuzhan Asiltürk, Ali Gören gibi eski isimlerin yanısıra Nevzat Yalçıntaş, Numan Kurtulmuş, Rıza Güneri, Mehmet Bekaroğlu, Temel Karamollaoğlu, Necati Çelik, Suat Pamukçu, Şerif Malkoç gibi yeni isimler dikkati çekiyordu.

Gül ise bütün kurmaylarını listesine almıştı: Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Halil Ürün, Mehmet Ali Şahin, Abdülkadir Aksu, Ersönmez Yarbay, Mehmet Elkatmış, İrfan Gündüz, Eyüp Sanay, Cemil Çiçek, Akif Gülle, Azmi Ateş, Tevhid Karakaya, Ali Çoşkun, Altan Karapaşaoğlu, Salih Kapusuz, Mustafa Baş, Nazlı Ilıcak…

Yani bir yanda “sembolik” isimler, yani Milli Görüş hareketini 30 yıldır şu ya da bu biçimde taşıyanlar veya bu kişilere kayıtsız şartsız itaat edenler vardı. Yenilikçilerdeyse iki ana grup dikkat çekiyordu. Arınç, Şener, Şahin, Baş, Kapusuz gibi RP’yi 80’li yıllarda RP yapan, yani onu MSP’nin klasik kitlesi olan “cami cemaatinin” dışına çıkaran, çoğu bu harekete ilk gençliklerinde girmiş İslâmcı kadrolarla, harekete FP ile birlikte giren Çiçek, Coşkun, Ilıcak gibi sağcılar.

KILPAYI

Sonuçta Kutan ve listesi 633, Gül ve yenilikçiler de 521 oy aldı. İki ay gibi kısa bir sürede Necmettin Erbakan’ın bütün engellemelerine, genel merkez imkânlarından hiçbir şekilde yararlanamamalarına, haklarında çıkarılan bir dizi karalamaya karşın Gül’ün aldığı bu yüksek oy, çok kişiyi şaşırttı.[4] Ve bu sonuç bu harekete artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçeğini ortaya koydu. Zaten sonuçlar açıklandıktan sonra, kazanan taraf olan gelenekçilerin suratı asıkken, yenilikçiler oldukça mutluydu. Bir gelenekçi il başkanı, “Kazanmasaydık daha iyi olurdu” derken, yenilikçilerin bir kurmayı da, “bu sonuç kazanmaktan daha iyi” yorumunu yaptı. Nitekim kongre sonrasında yenilikçiler uzun bir süre kutlamaları kabul ederken, FP Genel Merkezi’nde tam bir yas havası egemendi.

Tüzük değişikliğiyle 50 kişilik GİK’e sadece gelenekçiler girebildiği için yenilikçiler, parti yönetiminde hiçbir şekilde temsil edilemiyor. Kutan, ya seçim sonuçlarından çıkan mesajı görmezden gelecek ya da parti içerisinde bu kadar önemli bir güç olan yenilikçileri yönetime katmak için birtakım formüller arayacak, ki şu ana kadar birinci yolu tercih etmişe benziyor.

ÇOK ŞEY DEĞİŞECEK

Herhalükârda bu oy oranına sahip olan yenilikçilerin FP’den dışlanmaları zor görünüyor. Bu noktada Erbakan ve Asiltürk gibi isimlerin nasıl bir strateji geliştirecekleri de büyük önem taşıyor. Ya Erbakan bu sonuca çok fazla öfkelenip her şeye karşın yenilikçileri tasfiye ettirmeye çalışacak ya da 30 yıl sonra belki de ilk kez otoritesini başkalarıyla paylaşmaya razı olacak.

Birçok şeyin yanısıra FP’de farklı kanat ve kişiler arasındaki ilişkilerin değişeceğini söylemek mümkün:

• Kutan - Erbakan ilişkisi: Kutan, zaten üslûp ve politika bakımından kendisine pek uzak olmayan yenilikçilerle mücadelede hep zorlanmış, Erbakan’ın birçok talebini içi kan ağlayarak kabul etmişti. Kongre sonuçları onu Erbakan’ın her dediğini yapmama konusunda daha özgür bırakabilir.

• Gül - Erbakan ilişkisi: Gül, kongre konuşmasında Erbakan’a vefasının altını çizmeye özen gösterdi; fakat yenilikçi hareket ne zamandır Hoca’nın mutlak otoritesini tartışma temelinde yol alıyor. Bu nedenle Gül, Erbakan’ın karşısına, bundan böyle eli daha güçlü çıkacak. Belki de ilk kez onunla pazarlık etme şansını yakalayacak.

• Gül - Kutan ilişkisi: RP yıllarında ve FP’nin ilk dönemlerinde araları hep iyi olan bu ikili kongrenin kapanışında tam bir birlik ve kardeşlik resmi çizdiler. Bu samimiyetin önümüzdeki günlerde daha da artması beklenebilir. Fakat bu noktada, yapılan tüzük değişikliği ve bunun sonucunda Genel İdare Kurulu’nun yalnızca gelenekçilerden oluşması ciddi sorunlar çıkaracağa benziyor.

• Gül - Erdoğan ilişkisi: Kongreye az süre kala Ankara’ya karargah kurup açık bir şekilde yenilikçiler lehine propaganda yapan Tayyip Erdoğan’ın, elde edilen başarıda payı çok yüksek. Fakat onun yasaklı olmasından doğan boşluğu Gül’ün çok iyi doldurmasının ve parlak bir lider profili çizmesinin bu ikili arasındaki ilişkiyi nasıl etkileyeceği merak konusu.

GÜL-HATEMİ BENZERLİĞİ

Yenilikçi hareket bir bakıma İran’daki reform hareketine, Gül de Muhammed Hatemi’ye benzetilebilir. Gül de Hatemi gibi, aslını inkâr etmiyor; aksine bağlı olduğu hareketi içinde bulunduğu krizden, köklerine dönerek çıkarmak iddiasında. Yine Hatemi gibi Gül de, içinde bulunduğu hareketin köhnemiş yapısını yenilemek istiyor.

Bu tür kıyaslamalar uzatılabilir: Örneğin, Erbakan Hameney’e, Erbakancılar da muhafazakârlara benzetilebilir. Gül ve Hatemi’yi de özellikle gençler ve kadınların desteklediğinin altı çizilebilir.

Ama şu benzerlik apayrı bir önem arzediyor: Hatemi ve Gül, bu işe karizmalarıyla başlamadılar. Örneğin reform cephesi Hatemi’den önce cumhurbaşkanı olarak bir-iki başka isme teklif götürmüş, onların reddetmesi üzerine Hatemi’de karar kılmıştı. Fakat Hatemi kısa bir süre içinde karizmatik bir lider kimliğine büründü ve reform hareketinin omurgası haline geldi.

Gül de başlangıçta yenilikçi hareketin aslî lideri değildi. Recep Tayyip Erdoğan’ın yasaklı olması nedeniyle bu kanadın adayı olmuştu ve onun “emanetçisi” olarak görüldü. Ancak kongre öncesi ve kongre günü durumun epey değişmiş olduğu gözlendi. Daha salona girdiğinde Gül bir genel başkan değil, lider adayı olduğunu gösterdi. Aynı şekilde konuşmasında da, o ünlü “70 yaşında pörsüyen heyecan” gafı bir kenara bırakılacak olursa tam bir lider profili çizdi.

HERKES MAĞLUP

Yenilikçiler, daha şimdiden “galip sayılır bu yolda mağlup” sözlerini kendilerine şiar edinmiş durumdalar. Fakat bize göre bu savaşın galibi yok ve son tahlilde her iki taraf da kaybetmişe benziyor. Konya’daki il başkanları toplantısı sırasında gelenekçi kanadın ağır toplarından eski bir bakan “kim kazanırsa kazansın Fazilet kaybedecek” demiş ve biz de bu sözleri Miliyet’teki yazımızın başlığına çıkartmıştık. Bu nedenle Gül başta olmak üzere yenilikçilerin tepkisini çekmiştik.[5]

Kongreden birkaç gün sonra FP’nin, gelenekçisi ve yenilikçisi, Kutan’ı ve Gül’üyle birlikte kamuoyunun gündeminden düşmesi, bu hareketin bir kongreyle çözülemeyecek çok derin sorunları olduğunu açıkça gösteriyor. Örneğin Hizbullah olayında inisyatif alamayan FP, en son yaşanan Uğur Mumcu ve diğer siyasî cinayetlerin soruşturması sürecinde de gündemin dışında kaldı.

Fakat her ne olursa olsun demokrasi virüsü artık bu hareketin içine girmiş durumda. Erbakan ile arkadaşlarının bünyeden bu virüsü çıkartma gayretlerinin boşa çıkacağını söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Artık FP bundan sonra Anayasa Mahkemesi’nin kararı ışığında yeniden gündeme gelecek. Parti kapatılmazsa bir şey olmayabilir, ama kapatılırsa bölünme ihtimali hayli yüksek. Çünkü FP’de olduğu gibi Erbakan’ın görevlendirdiği kim oldukları belirsiz bir heyetin kuracağı yeni partide de yenilikçilerin iktidara gelme şansı pek olmayacaktır.

RUŞEN ÇAKIR

[1] Bu yazı kongre öncesi ve sonrası Milliyet gazetesinde yayımlanmış haber ve yorumlardan istifade edilerek kaleme alınmıştır.

[2] Gül, tatil için Türkiye’deyken erken seçim kararı alınmıştı ve Erbakan’ın onayıyla 1991 seçimlerinde Kayseri’den birinci sıradan aday gösterildi ve seçildi. Ardından yapılan ilk RP kongresinde Erbakan kendisini MKYK’ya atadı. O tarihte RP MKYK’sından bir üye vefat etmişti, diğeri de ağır hastaydı. Kongre öncesi toplanan MKYK boşalan bu iki yere Gül ile Abdüllatif Şener’i atadı. Biz gazeteciler de her ikisini sabah kongre salonunun kapısı önünde, yeni görevleri nedeniyle kutlamıştık. O zamanlar RP kongrelerinde delegelerin rolü hiç yoktu. Zaten birbirlerini görmeye, Erbakan’ı dinlemeye ve gövde gösterisi yapmaya gelirlerdi. Tek aday-tek liste girilen seçimlere katılım da hayli düşük olurdu.

[3] Hatipoğlu’nun Erbakan’a kayıtsız şartsız bağlılığının yanısıra şairliği ve adaylığını açıklamasından sonra Gül’ü bir şiirle “vakitsiz açmakla” eleştirip “solmakla” uyarmış olduğu da biliniyor. Aynı Hatipoğlu FP İstanbul İl Kongresini de yönetmiş ve alenen taraf tutmuştu. Yenilikçilerin kendisine yönelik karşı propagandanın da yoğunluğu nedeniyle olsa gerek, Hatipoğlu, Milli Görüş hareketinin bu en kritik kongresini büyük bir başarıyla ve şaibesiz bir şekilde yönetti.

[4] Yenilikçilerin bazı kurmayları kendilerinin de şaşırdığını itiraf ederken, delegeleri tek tek tanıdıklarını iddia eden bazıları da ciddi ciddi kazanmayı beklediklerini söylediler. Eğer Kutan 15 oy eksik almış olsaydı ikinci tur oylamaya gidilecekti ve böylesi bir durumda, gelenekçilerin de kabul ettiği gibi sandıktan Gül’ün çıkması ihtimali hayli yüksekti.

[5] Yenilikçilerin medyayla, özellikle de “bir kısımla” çok iyi bir ilişki kurdukları söylenebilir. Fakat bunun ne derece sağlıklı olduğu tartışmalı. Milli Gazete dışında neredeyse tüm medyanın (Akit bile dahil denebilir!) alenen yenilikçileri tuttuğu bir ortamda, en önemli hasletleri olarak “eleştirelliklerini” öne çıkaran bu kişilerin hoşlarına gitmeyen haber ve yorumlar nedeniyle “biraz sertçe” lobi yapması çok manidardı. Bundan payıma düşeni aldığımı söylemeliyim.