Artık Mecliste Sahne Alacak

Geçen yıl siyaset dünyası, ekonomik krizler ve artçı şokları üzerinden gelişen örtülü bir taktik mücadelenin belirlediği rotayı izledi. Bir başka söyleyişle, siyasî gerilim “yürütme erki” (ya da hükümet) üzerinde şekillendi. (Cumhurbaşkanı ile yaşanan gerilimler de elbette bu çerçeveye dahil edilebilir.)

Bu mücadelenin Enis Öksüz’ün şahsında sembolize olan en çetin kavgasının açık mağlubu da, MHP’ydi. Koray Aydın krizi ile bu mağlubiyet taçlandı.

Bu yılki mücadele rotası ise, daha başından itibaren “yasama erki” (ya da Meclis) üzerindeki bir gerilimle şekillenecek gibi görünüyor. Geçen yılı “yürütmenin talimatları” çerçevesinde yasa fabrikası gibi ve “yardımcı oyuncu” kadrosunda geçiren Meclis’in, bu yıl sahnedeki rolü daha önemli olacak gibi görünüyor. Bu yılki gerilimin dinamosu da, yine aynı iki mesele: AB ve Ekonomik Program olacak. AB’nin “vadeli hedefler” takvimi ve “IMF niyet mektuplarının” yarattığı yasama baskısı, siyasî mücadele alanını çerçeveliyor ve mücadele de taktik olmaktan çok stratejik üstünlüğü öne çıkartıyor. Çünkü, hızla yasa çıkartma “başarısı” ardına gizlenen Meclis’teki “uyum” treni artık makas değiştirmek zorunda. Diğer yandan, şimdiden ciddi oy kaymalarının işaretleri alınmaya başlanmasıyla da mücadelenin çıtası yükseliyor.

Bu konjonktür içinde, MHP’nin -özellikle de Meclis’teki- pozisyonu daha da bir önem kazanıyor. (Geçen yıl herkesin baktığı hükümetteki pozisyonuydu.) Önce, “Uyum Paketi” içinde 312. madde ile ilgili mini kriz, şimdi de idam meselesi, Kürtçe eğitim MHP’yi yeniden gündemde ön sıralara taşıdı. MHP’nin gündem sıralamasındaki bu pozisyonunu yakın vadede kaybetmeyeceği de, sürpriz bir öngörü sayılmaz. MHP’nin şimdi aldığı ve alacağı pozisyona değinmeden önce, en önemli gerilim noktalarından biri olan AB meselesindeki duruşunu yeniden hatırlamakta fayda var. Çünkü, “koalisyon uyumu” pompalamaları içinde hafızalar epey bulanıklaştı.

Her şeyden önce, MHP’nin 312. madde ve idam konularında önce söylediklerinden daha farklı bir yerde olmadığını söyleyerek başlayalım: AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen’in ilk Türkiye ziyareti sırasında Ortadoğu gazetesi’nden Ertuğrul Kalafat şöyle diyordu: “Türk Milleti’ne kefen biçmeye and içmiş bu deyyusu ülkeme sokanlara yazıklar olsun. (...) Kelimenin tam anlamıyla ihanettir bunun adı. Avrupa Birliği’ne katılım süreci veya entegrasyonla falan alakası yoktur. (...) Bu ne cüret, bu ne densizlik bree... Memlekette delikanlı bir yiğit çıkıp da neden şu AB Komiseri Verheugen’in kıçına bir tekme vuramıyor.” O günlerde Bahçeli’nin Verheugen’le görüşmeyi kabul etmemesi de övünçle karşılanıyor ve yine Ortadoğu’dan Yüksel Ercan şöyle yazıyordu: “Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de devreye girip bu randevuyu gerçekleştirmeye çalışsalar da, Bahçeli milletimizin hislerine tercüman olarak, Günter ile görüşmek istemediğini belirtti. (...) İnşallah Ülkücü Hareket, bu zorlamaların üstesinden gelecektir ve milletimizin gülmeyen yüzünü güldürecektir.”

Bunlara resmî görüş denmeyebilir, o zaman da bizzat Bahçeli’nin söylediklerine bakalım. Bahçeli, 1999 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Ortak para birimine de geçen Avrupa Birliği küresel bir güç olarak, ağırlığını koymaya hazırlanmaktadır. Bu yeni oluşum, düpedüz büyük ‘Avrupa Ulusu’nu ve Devletini inşa çabasıdır.” MHP’nin Seçim Bildirgesi’nde de AB için şunlar söyleniyordu: “Türkiye’ye birçok şart dayatan, ikili anlaşmaları yok sayan, kısacası hiç dostane olmayan yaklaşım ve kararlar, gelinen noktanın ciddi bir şekilde gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Ülkemizin, bu tür dışlayıcı, ön yargılı ve dayatmacı yaklaşımlara hiçbir şekilde rıza göstermeyeceği muhataplara açıkça anlatılmalıdır.”

Bahçeli, şimdi kendilerinin “AB karşıtı” gösterilmesinden duyduğu rahatsızlığı ifade ediyor. MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici’nin AB Büyükelçilerine evinde verdiği yemek, “istikrar ve uyum küvezi” medya tarafından göklere çıkartılıyor. Yani, epey uzun bir süreden beri devam eden zorlamalar, yine siyaset garabetleri üretmeye devam ediyor. Yıllardır, -yani sadece bu hükümet döneminde değil- özellikle siyasî partiler için geçerli olan “karşı olduğuna karşı olduğunu”, “yandaş olduğunun yanında durduğunu” söylememe durumu “politik” olmanın gereği gibi sunuluyor. MHP, aslında AB karşıtı olmadığını; SP veya AKP siyasal İslâmdan uzakta durduğunu, HADEP Kürt partisi olmadığını kanıtlamaya uğraşıp durmak zorunda. Uyum ve istikrar uğruna kimse kendi savunduğu, hattâ temsil ettiği çizgiyle politika yapma iznini alamıyor bir türlü... Bu genel durumun içinde, iktidar sürecinde “başka” ve “değişik” olmaya zorlanma açısından MHP’nin oldukça özel bir durumu olduğunu da kabul etmek gerek.

Şimdi yeniden, yakın dönemde MHP’nin pozisyonu meselesine dönersek; halen devam eden gündeme kısaca bir göz atmak gerekir. İlk mini kriz “Uyum yasaları” sürecinde patladı. Üst üste yapılan liderler zirvesinden bir sonuç çıkmayınca, 312. madde meselesi muhalefet desteğini alan koalisyonun DSP-ANAP kanadının istediği gibi çözüldü. Bu küçük taktik manevra ilk bakışta, MHP’nin bir tür yenilgisiyle bitmiş gibi görünüyor. Ancak, sanılanın aksine MHP, bu raunddan avantajlı çıktı. Çünkü, geçen yılki Enis Öksüz muharebelerinde kaybettiği mevziyi bir çırpıda geri almış oldu: Moral üstünlük ve mızıkçılık yapma imkânı. Ve belki de bir süreliğine “kendi gibi davranabilme lüksünü” de elde etmiş oldu. (Öksüz krizi sonrasında doların fırlayıp, borsanın dibe vurmasıyla MHP, neredeyse bütün ekonomik krizlerin müsebbibi rütbesini takacak duruma gelmiş ve bu yüzden çok hızlı bir geri çekilmeye mecbur kalmıştı.) MHP, zahiri bir yenilgi sayesinde; “Tamam siz madem bunu yaptınız, benim de benzer girişimler için önümü açmış oldunuz” deme üstünlüğünü elde etti. Taktik açıdan manevra alanını genişleten elverişli bir koz bu. Üstelik çok daha hayatî gibi görünen bir dizi düzenleme sıradayken...

Erken patlayan veya patlatılan idam krizinde bu taktik manevra alanının nasıl kullanılacağının ilk işaretleri de verilmiş oldu. Bahçeli bayramda yaptığı konuşmada, “her mesele muhalefetin desteğiyle Meclis’te çözülecekse, koalisyon dahil her türlü mutabakatı gözden geçirmek gerekir” dedi. Ve Ecevit, tarafından haklı bulundu. Aslında, Bahçeli’nin işaret ettiği kaolisyona ilişkin bir tehditten çok, kendi moral üstünlüğünün altını çizmek şeklinde okunabilir.

MHP’nin rahatsız olduğu bir nokta da, 312. madde olayında yaşandığı gibi, önceden oluşmuş mutabakatları aşan düzenlemeler konusunda sık sık “oldu bittiye” getiriliyor olması. Daha önceleri af meselesinde, sonra da bazı ekonomik düzenlemelerde benzer tablolar yaşandı ve süreç hep şöyle işledi: Önce biraz “geri” bir mutabakat zemininde anlaşılıyor, sonra medya aracılığıyla kısa ama yüksek ivmeli bir tartışma başlıyor, mümkünse bir “dış zorlama” tedarik ediliyor ve sonra MHP “bunun olması lazım başka yolu yok” durumu ile burun buruna geliyor. Bu noktalarda MHP’yi sıkıntıya sokan, “uyumlu olmak” değil, “uyumlu olmaya zorlanmış görünmek”. Yani, kendi tabanı nezdinde itilip kakılan bir parti görüntüsü. MHP için bu görüntü, 312’yi değiştiren, idamı kaldıran, Kürtçe’nin önünü açan parti olmaktan daha sıkıntılı. Geçen yılın çok kullanılan bu taktik manevra biçimi, MHP’ye karşı biraz abartılı ölçüde kullanıldığından ve şimdi de kullanılmaya çalışıldığından olacak, şimdi Bahçeli bunun farkında olduklarını ve eğer imkân bulurlarsa telafi etmeye niyetleri olduğunu gösterme ihtiyacı duyuyor.

Dolayısıyla, MHP iktidar sürecinin temel stratejisini değiştirmeksizin -ki bu strateji; iktidarda kalma merkezlidir- kendi varlığını daha açık gösterme ve farkının altını çizme ataklarını arttıracak gibi görünüyor. Fakat, bu kez gerilim Meclis üzerinden ve dolayısıyla daha “siyasî” bir zeminde yaşanacak. Mesut Yılmaz’ın son olarak “gecikiyoruz ve korkmamıza gerek yok” türünden sözleriyle ANAP’ın daha önce başlattığı “AB endeksli” siyasî ataklarını devam ettireceği de açıklık kazandığına göre, sahne hazır demektir. Elbette, muhalefet de bu gerilimde katalizör olma imkânını değerlendirecek. DYP’nin idam konusunda “MHP’nin boşluğunu biz doldurmayız, hükümetin zamkı olmayız” çıkışı, SP’nin “MHP’nin ayakbağı olduğu” yolundaki açıklamaları bunun göstergesi.

Öte yandan, yakın dönemde yaşanan “Karen Fogg’un mailleri” olayı, AB karşıtı lobi açısından “açık direnç” girişimlerinin başladığı/başlatıldığı anlamına geliyorsa, böyle bir direncin sivil adresi olmaya aday veya memur olacak MHP’nin pozisyonunu doğrudan etkileyecektir. Fakat, olayın seyrindeki ilk görüntü, bu atağın taktik açıdan başarısızlıkla sonuçlandığı ve bir tür geri çekilişin yaşanacağı şeklinde. Ama hiç belli olmaz...

MHP’nin, hükümet içinde “ekonomik programın” olumsuz etkilerini en çok hisseden parti olması, hükümet içinde sürekli etkinlik kaybediyor görünmesi, Kamu-Sen olayında olduğu gibi tabanında da operasyonlara ihtiyaç duymaya başlaması, kabinede en çok kelle veren parti sıfatı gibi pek çok sıkıntısına ek olarak, ciddi oy kaybının eşiğinde olduğuna ilişkin bilgiler baskıyı arttırıyor. Şimdiye kadar “biz tek başımıza iktidar değiliz” ve “biraz sabır” sözleriyle beklentiyi daha fazla sündürebilmesi de kolay değil. Son olarak, siyaset dünyasında Meclisin aktive olduğu durumların seçmenin daha fazla hatırlandığı süreçler olduğunu hatırlayalım...

Sonuç olarak, MHP’nin kısa vadede koalisyonu bozan ve yeni krizler doğuran bir ortak görüntüsü vermeden, kendi kimliğini daha net ifade edebileceği ve muhtemelen önceki çıkışları kadar tepki almayacağı bir stratejiyi yürürlüğe koyması beklenebilir. Meclis’in önündeki takvim ve gündem konuları da, böyle bir stratejiyi mümkün kılacak fırsatlar sunuyor. Fakat, şimdilik eli kuvvetli görünen MHP’nin, yine “açık politik tavra zorlayan” sıkıştırmalarla karşılaştığında, rahat karşılıklar üretmesi o kadar da kolay değil. Yani fark göstermek için gerilim dozunu arttırmak, dozu arttırdıkça da krizin kontrolünü kaçırmak riskiyle karşı karşıya. Ve galiba siyasette “liderler zirvesi”nin belirleyiciliği artık eskisi kadar olmayacak.

KEMAL CAN