Filistin: Sadece Duvar Yıkılmadı

İsrail’in 60 yıllık tarihi boyunca Gazze Şeridi’ne sıcak bakmadığı bilinir. Aralarında eski başbakan ve Oslo Antlaşmasının imzacılarından İzak Rabin’in de bulunduğu İsrailli politikacılar Gazze’yi işgalin yanı sıra askerî operasyonlarla “terbiye etmekten” hiç vazgeçmemiş, hatta İzak Rabin Oslo Antlaşması’nın hemen öncesinde ünlü sözünü söylemişti: “Gazze sadece denizin dibini boylamalı.”[1]

Gazze denizin dibini boylamadı ama 1948’de ve özellikle 1967 savaşından sonra başlayan işgalle birlikte Filistin halkı insanlık dışı uygulamalara maruz kalarak denizin dibini boylamaktan beter koşullarda yaşadı.

Geçtiğimiz ay Gazze halkının Mısır sınırındaki Refah Kapısı’ndaki duvarların bombalanarak yıkılmasının ardından yüz binlerce Gazzelinin sınırın diğer yanına, Mısır’a geçmesi dayanılmaz hale gelen sıkışmışlığa, uluslararası ve Filistin içi tecride gösterilen tepkinin bir sonucuydu.

İsrail’in 2006’daki seçimleri Hamas’ın kazanmasının ardından başlattığı izolasyon politikası Ocak 2008’de en üst noktaya vardı. Ocak ayında Gazze Şeridi’ne elektrik sağlayan santrala yakıt verilmesi durduruldu. Gazze karanlığa büründü. Hastanelerde hizmet durdu; ameliyatlar yapılmadı, tedavi altındaki bazı hastalar öldü, fırınlar ekmek çıkaramadı.

1.5 milyon nüfusun 6 kilometreye 45 kilometre en ve boyunda bir alana sıkıştırıldığı bu getto insanları kışın en soğuk gününde elektriksiz kaldı. Üstelik 15-17 Ocak arasında İsrail saldırılarında çoğu sivil 39 kişi öldürüldü. İsrail’in bu duruma yönelik görünürdeki gerekçesi ise Hamas militanlarının Sderto gibi yakın kentlere fırlattıkları Kassam türü ilkel roketlerdi. 2006’dan bu yana devam eden akla gelebilecek her türlü ambargoya silahlı saldırılar ve elektrik kesintisini ekleyen İsrail bu yöntemle halkın Hamas’a verdiği desteği keserek, olanlardan Hamas’ı sorumlu tutmasını bekliyor.

İSRAİL-ABD- EL-FETİH ÜÇGENİ

Mısır sınırındaki duvarların yıkılması bugünün meselesi değil tabii ki. İnsanların yıkılan duvarlardan Mısır’a hücum etmesi, 2006’dan bu yana uygulanan yöntemlere karşı isyanın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Zincir bir yerinden kırıldı; gerisinin daha tepkisel gelme ihtimali ise yüksek.

İsrail’in Gazze’ye yönelik ambargosunun altında demokratik bir seçimle hükümet olma hakkı kazanan Hamas’ı tanınmaması yatıyor. Özellikle Hamas’ın seçimden sonra İsrail’i tanımamaya devam etmesi, örgütün silahlı kanadını feshetmemesi ve İsrail ile o güne kadar yapılan anlaşmaları kabul etmeyeceğini açıklaması İsrail’in işini daha da kolaylaştırdı. Oysa seçimlerden önce, ısrarla seçimlerin yapılmasını isteyen ABD ve İsrail, Hamas’ın seçimlerden daha güçlenerek çıkacağını dolayısıyla bu sonucu bekliyordu. Mahmud Abbas yönetimindeki El-Fetih’i de seçime zorlayan yine ABD-İsrail ikilisiydi.[2] Üstelik ABD 2003’teki Irak’ın işgalinden bu yana demokrasi ve sandık paralelliği kurarak demokratlığı elden bırakmıyordu. Seçimlerden önce yolsuzluk, çürümüşlük ve eskimişlikle suçlanan El-Fetih daha sonra bu ikilinin (ABD-İsrail) partneri oldu.

Hamas her ne kadar FKÖ üyesi olmasa da o tarihe kadar imzalanan anlaşmaları yok sayması ve İsrail’i tanımaması FKÖ’nün o güne kadarki taahhütleri ile ters düşüyordu. El-Fetih ise seçimi kaybetmenin hırsı ve siyasi, ekonomik rant kaybının getirdiği düşmanlık ile Hamas’la masaya oturmaktan kaçınarak izolasyon sürecini kolaylaştırdı. Bu süreçte zaten Filistin Yönetimi ikiye bölünmüş, çift başlı yürütme ve çift başlı bir güvenlik sistemi oluşmuştu. Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi İsrail ve ABD tarafından Filistin halkının meşru temsilcisi olarak kabul edilirken 1.5 milyonluk Gazze’yi elinde tutan Hamas Hükümeti yok sayıldı. Önce Filistin Yönetiminin tüm hesapları donduruldu, ardından Batı Şeria’yı temsil eden El-Fetih’e kolaylık sağlanarak memurlar arasında ayırımcılık yapıldı. 2006’nın ilk 6 ayında maaşlarını almayan memurlardan sadece El-Fetih yanlılarına para dağıtıldı. Filistin fonları El-Fetih lehine tekrar açıldı. Hamas ise buna karşılık Gazze’de kendi güvenlik gücünü oluşturarak yanıt verdi. Yasadışı yollardan bölgeye para aktarmaya çalıştı. Gazze’de ikili hale gelen güvenlik güçleri, otoritenin kaybolmasına yol açarken özellikle, bazı aşiretlerin kendi başlarına hareket etmeye başlaması, El-Kaide anlayışını benimseyen grupların ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Bu dönemde, Filistin topraklarında hemen hemen hiç rastlanmayan mücadeleyi sekteye uğratacak ve uluslararası alanda zaten düşen ilgi ve desteği azaltacak olaylar yaşandı; gazeteciler, yabancı yardım kuruluş çalışanları kaçırıldı, BM binaları yağmalandı. Hamas ise olanları uzaktan seyrederek El-Fetih’e bağlı güçlerin Gazze’de güvenlik zafiyetine yol açtığını kanıtlamak istiyordu. Özellikle BCC muhabiri Alan Johnston’un kaçırılıp aylarca tutuklu kalması Muhmud Abbas’ın ve El-Fetih’e bağlı güvenlik güçlerinin prestijini sarstı. Onbaşı Gilad Şalid’in 2006 yılında kaçırılması ise Gazze’nin stratejik yerlerinin yerle bir edilmesi, yüzlerce insanın öldürülmesi için yeterli gerekçelerdi. Özellikle 2006 Temmuz ayında Lübnan’a saldıran İsrail dünyanın gözlerini bu ülkeye çevirdiği sırada Gazze’yi deyim yerindeyse yerle bir etti. Gazze’ye elektrik sağlayan santralın tahrip edilerek sivillere yönelik ceza da kesilmeye başlandı. Tüm bu yaşanan Gazze’de hem yönetim açısından hem de insanî açıdan büyük bir kaosa yol açtı. Ancak örgütler arasında köprülerin tamamen atılması için 2007’yi beklemek gerekecekti.

EL FETİH’E “KİRLİ” DESTEK

2006’da başlayan El-Fetih-Hamas krizi 2007’de doruk noktasına ulaştı; iki örgüt arasında ilk kez büyük bir kopuş yaşandı. İsrail ve ABD’de bu kopuşu hızlandırmak için elinden geleni yaptı denebilir. 2007 Ocak ayı içinde Hamas’a karşı kullanmak üzere ABD tarafından Abbas yönetimine 86 milyon dolarlık silah yardımı yapılacağı açıklandı. Bu süre içinde iki taraf birbiriyle çatışmaya başladı; her iki taraf adam kaçırma, infaz etme gibi yöntemlere başvurmaktan kaçınmadı. Filistin iç savaşa sürüklenirken Suudi Arabistan inisiyatif kullanarak taraflar arası çatışmaları durdurdu ve “Birlik Hükümeti” kurulmasına karar verildi. Ancak, hükümetin ömrü uzun olmadı. Bu dönemde Filistin’de günlük hayat felce uğradı. Ortaya iki başlı bir yönetim çıktı. Hükümet Hamas’taydı. Ancak, maliye, içişleri ve dışişleri Abbas yönetimine bağlıydı. Gazze’de iki farklı güvenlik gücü oluştu. Hamas hükümeti Abbas’ın talimatlarını yerine getirmemeye başladı; siyasî ve ekonomik ambargoyu yönetemedi, günlük hayatı işletemedi. Seçilmiş Hamas hükümetinin bu tavrına karşı Abbas yönetimi hiçbir taviz vermeyerek ipleri kopma noktasına getirdi. Dünyanın uyguladığı ambargo ve İsrail’in sadece Abbas’a yaptığı malî yardımlar sonucu ortaya tam bir kaos çıktı. Hamas seçilmiş bir hükümet olarak Filistin’i yönetmek isterken, Abbas uluslararası anlaşmalar ve FKÖ tüzüğü gereği yönetimin kendisinde olduğunu iddia etti. Hamas uzlaşmaya yanaşmazken, El-Fetih de kendisine yöneltilen “yolsuzluklar” konusunda adım atmamakla suçlandı.

GAZZE “DARBESİ”

Hamas darbesi olarak anılan olaylar ise Abbas yönetimini destekleyen İsrail’in Hamas’a karşı El-Fetih’in 500 kişilik silahlı gücünün Gazze’ye girmesine izin vermesiyle başlayacaktı. Mısır tarafından eğitilen bu güç Gazze’de “savaş ağası” olarak da eleştirilen Muhammed Dahlan’ın emrine verildi. Bu girişim Hamas tarafından El-Fetih’in Hamas hükümetine yönelik darbe hazırlığı olarak yorumlandı.

Haziran ayına kadar geçen süre içinde 2 örgütün yandaşları birbirinden koptu; karşılıklı suikastlar düzenlendi. Gazze Şeridi’ne tam bir kaos hakim oldu, denetimsizlik bazı silahlı grupların, aşiretlerin kendi kurallarını uygulaması ile sonuçlandı. İsrail ise El-Kaide anlayışını savunan bazı grupların Gazze’ye sızdığı iddiasında bulundu. Bu arada Hamas kendine has uygulamalara başladı. Örgüt, her ne kadar, şeriat uygulamasını savunmadığını öne sürse de.[3] günlük hayatın dinî kurallara göre düzenlenmesi yavaş yavaş hayata geçirildi. Kadın spikerler ekrana açık çıkmamaları yönünde tehdit edilmeye başlandı. Kadınları kapanmaya zorlandı, erkekli, kadınlı kafeler kapatıldı, devlet dairelerinde ayırımcılık başladı. Hamas’a muhalefet eden medya organları kapatıldı. Gazze daha koyu bir İslami kimliğe bürünmeye başladı.[4] Bu gelişmeler Filistin mücadelesinin ulusal kimliğinden çıkarak İslami bir kimliğe büründüğünün işaretleriydi.

14 Haziran 2007 ise birçok Filistinliye göre “kara bir leke” olarak tarihe geçti. Abbas’ın güvenlik danışması Muhammed Dahlan’ın Gazze’de bir darbe hazırladığını iddia eden Hamas, aynı gün Gazze’deki Fetih bürolarını ele geçirdi, Filistin güvenlik görevlilerini tutukladı, bazılarını öldürdü. Arafat’ın Ofisi yerle bir edildi. 3 gün süren çatışmalar sonunda Hamas, Gazze’yi “ele geçirdi”. Hamas sanki işgal altındaki bir toprağı ele geçirmişçesine sevindi. Dahlan Mısır’a kaçtı, birçok El-Fetih üyesi Gazze’yi terk etti. İsrail Gazze’ye giriş çıkışlar dahil her türlü malzemenin giriş çıkışını yasakladı. Artık Filistin topraklarında iki başlı yönetim vardı: Gazze’yi Hamas, Batı Şeria’yı El-Fetih hâkimiyetindeki Filistin yönetimi idare edecekti.

Filistin’in ikiye bölünmesine neden olan sürecin ardında yatan nedenler ise şöyle sıralanabilir: 1. Filistin’i yönetme tecrübesi olamayan Hamas ile kadrolarını yenileyemeyen, İsrail’le koşulsuz işbirliği yapan El-Fetih arasındaki siyasî ve ekonomik güç mücadelesi.

2. Otorite ve kanunu kimin temsil ettiğinin belli olmaması.

3. Halkın iki grup arasındaki iktidar mücadelesi ve İsrail işgalinden bıkmış olması nedeniyle hedefsizleşmesi ve Filistin mücadelesine yabancılaşması.

4. Filistin toplumunun Arafat’tan sonra lider sorunu ile karşı karşıya kalması, Abbas ve Haniye’nin Filistin toplumunu sürükleyecek güç, vizyon ve karizmadan yoksun olması.

5. Uluslararası toplumun Filistin mücadelesine sempatisini yitirmesi.

DAĞLAR RÜZGARLA SARSILMAZ

14 Haziran’daki “darbe”nin ardından Mahmud Abbas olağanüstü hal ilan ederken Hamas yönetimi bu kararı tanımayacağını açıkladı. Abbas kendi hükümetinin başına Salam Feyyad’ı atamasının ardından ABD yeni Filistin hükümeti üzerindeki yardım yasağını kaldırdığını açıkladı. Bu karar ABD’nin Hamas’ı daha da tecrit etmek için attığı bir adımdı. Batı Şeria’daki hükümet üzerindeki ambargo kalkarken 20 Haziran tarihinde İsrail ile Abbas yönetimi doğrudan temaslara başladı. Ekonomik ambargo altında zor günler geçiren Gazze’de sorunun çözümü için herhangi bir adım atılamadı. Ancak bölgede otoriteyi hakim kıldığını kanıtlamak amacıyla İslam Ordusu adlı El Kaide’ye yakın bir grup tarafından kaçırılan BCC muhabiri Johnston’ın 113 gün sonra, 3 Temmuz’da serbest bırakılmasını sağladı.

Ayrıca 2007 sonunda uluslararası bir konferans için ilke kararı alındı. Hamas kontrolündeki kriz ise devam etti. Hamas militanları El-Fetih yanlılarının toplu olarak namaz kılmalarını, protesto gösterileri yapmalarını yasakladı.

Yaser Arafat’ın ölümünün 3. yıldönümü olan 13 Kasım’da Gazze biraraya gelen on binlerce El-Fetih taraftarı efsanevi liderin “Dağlar rüzgârla sarsılmaz” sözleri ile birlikte gösteri yaptı. Göstericilere açılan ateş sonucu 9 kişi hayatını kaybetti. Bu gösteri, Hamas hâkimiyetine rağmen Gazze’de Fetih’in hâlâ güçlü olduğunu gösteriyordu.

“YAHUDİ” İSRAİL’E DOĞRU”

27 Kasım’da taraflar ABD’nin Annapolis kentinde, başından beri çok şey beklenmeyen konferansta bir araya geldi. Konferanstan önce Filistin tarafı, belli konuları imzalamayı, barışın geleceği açısından şart koşarken İsrail, konferansı bundan sonraki sürecin işlemesi için atılan ilk adım olarak görüyordu. Toplantıya Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 50’ye yakın ülke ve uluslararası kuruluş davet edilirken Hamas çağırılmadı. Ama birçoklarına göre Annapolis Konferansı “fotoğraf çektirmekten” öteye gidemedi. Sorunları çok olan bu toplantının sonuçsuz kalması kaçınılmazdı. Çünkü başta İsrail ve Filistin olmak üzere birçok ülke ciddi bir hazırlık sürecinden geçmemişti. Her şeyden önemlisi hem Mahmud Abbas hem de Ehud Olmert’in ciddi bir anlaşma imzalamak için niyetlerinin olmaması ve her ikisinin de kamuoyu desteğinden yoksun olmasıydı. Üstelik Hamas’ın olmadığı bir anlaşmanın Filistin’de ne kadar kabul göreceği ise şüpheliydi. Çünkü Abbas, emrivakilerle dolu bir sürece “evet” demesi halinde kendi kamuoyunda kaybedeceğini biliyordu.

Annapolis öncesinde İsrail ile Filistin Yönetimi 1967 sınırları öncesinde bir Filistin devleti kurulmasını prensip olarak kabul ettiklerini ABD’ye bildirmişlerdi. İsrail, 1947’den bu yana başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletine ve iki devletli çözüme ilk kez “evet” derken bu karar şüpheyle karşılandı. Detayları belli olmayan bu kararın hayata geçmesi mümkün değil. Çünkü İsrail’in 1967 sınırlarını halihazırda ihlal ettiği, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinden vazgeçmeyeceği iddia edildi. Ama en önemlisi ikiye bölünmüş bir Filistin’de böyle bir kararın alınması zordu. İsrail’de Filistin devleti karşılığında demokratik ve çok etnili bir ülkeden vazgeçerek Yahudi bir İsrail kararı aldı. Bu karar da iki toplumlu İsrail Filistin idealini de şimdilik rafa kaldırıyordu.

Bu nokta önemli; çünkü 2005 yılında Gazze’den çekilen İsrail, Filistin’in Gazze kısmına yıllar sonra rahat bir nefes aldırırken yılların kanlı ismi Ariel Şaron bir anda “barış adamı” ilan edilmişti. Ancak İsrail’in bu adımı sadece kendisine hareket alanı sağlamaya ve ileriye yönelikti. Bu tespit Birikim dergisinin konu ile ilgili yazılarında çok önceleri yapılmıştı.[5] Gazze’den çekiliş Araplardan arındırılmış, saf Yahudi kimlikli İsrail devleti için atılan ilk adımdı.

Çünkü İsrail’i yönetenler bir süre sonra İsrail ve Filistin topraklarındaki Arap nüfusun Yahudi nüfusu geçeceği bu yüzden İsrail devletinin tehlikeye düşeceğini düşünüyorlardı. Bu yüzden İsrail ve Filistin halklarının birlikte yaşayacağı iki uluslu, demokratik bir devlet rafa kaldırıldı.

VE DUVAR YIKILIYOR

Yaşanan son krizin altında kısa vadede ilkel Kassam füzelerini durdurma bahanesi, uzun vadede ise Gazze’yi kendi başına bırakma ya da Mısır’a devretme planı yatıyor. İkinci ihtimal sistematik bir biçimde planlanmasa da tarih boyunca İsrail’i yönetenlerin gönlünde benzer bir arzu, niyet yattığı yadsınamaz. Çünkü 2005’te İsrail Gazze’den çekilirken tüm enerjisini Batı Şeria’ya vereceği; illegal Yahudi yerleşim birimlerini arttırarak barış anlaşması anlaşma günü geldiğinde (o gün gelirse) toprakları olabildiğince geniş tutulan bir İsrail devleti için çaba harcanacağı biliniyordu. Aslında barış kelimesinin şeyleştiği, içeriğinden koparıldığı bir süreçte gerçekleşen ve başlaman fiyasko olacağı tahmin ettiğimiz Annapolis Zirvesi devam ederken bile illegal yerleşim birimlerinin inşası devam ediyordu. Özellikle 600 kilometrelik duvarın güvenlik önlemi dışındaki anlamı da filli bir İsrail-Filistin sınırı yaratmaktı.

Bu duvar 1967 öncesi sınırları ihlal ederken, Annapolis ile ortaya çıkan durum 1967 sınırlarının çok fazla noktada ihlal edileceği ve Filistin’in ısrar ettiği bu sınırlara ulaşmasının hayal olduğuydu. İsrail’in Filistin’e yaktığı yeşil ışık küçük adacıklardan oluşan, enclave devleti. Filistin mücadelesinin birçok noktasında olmayan, günlük politikayı bilmeyen, kitle psikolojisinden habersiz olan ve sadece diplomasi masalarındaki tecrübelerinden yola çıkarak Filistin’i yönetmeye çalışan Mahmud Abbas ise İsrail’in bu tuzağına düşmüş görünüyor. Tuzağa düşmek bir yana Abbas’ın böyle bir Filistin devletinin kurulabileceğini düşünmesi liderlik ve toplumu arkasından sürükleme vasfından çok uzak olduğunu da gösteriyor. Nitekim son Gazze krizindeki tavrı da bunu doğruluyor. Gazze’den El-Fetih’in atılmasından sonra şu ya da bu nedenle bölgeye ayak basmayan Mahmud Abbas en son krizde Gazze’ye gitmeyi reddederek Filistin halkının değil Batı Şeria’nın lideri gibi davranmış, toplum nezdindeki inandırıcılığını yitirmiş, Gazze’yi Hamas’a havale etmiş gibi görünüyor. Gazze halkını Hamas’a karşı kullanmak isteyen İsrail’in bunu başarması bir yana İsrail baskısı karşısında farklı görüşlerden Filistinlilerin Hamas’ın arkasında birleşmesi Filistin koşullarında bildik ve normal bir durum. Bu kez de böyle oldu ve Hamas sınır delme eyleminden zaferle çıkarak hanesine bir puan yazdı. Çünkü İsrail, Filistin toplumu içindeki bölünmeyi derinleştirerek köprülerin tamamen atılmasını istiyor. El-Fetih ve Hamas’ın uzlaşmaz tavırları da bunu kolaylaştırıyor. İsrail’in yıllarca yapmaya çalışıp başaramadığı Filistin’i bölme işlemini ise Filistinliler kendileri gerçekleştiriyor. Ve bu krizin Gazze’de de derinleşecek kriz ve daha da çıkmaza girecek Filistin sorununun bir habercisi niteliğinde.

GAZZE’Yİ MISIR’A DEVRETMEK

Ancak, son Gazze krizi bir anlamda Abbas’ın da kaybıydı. İsrail’in gerekçe gösterdiği füzeler karşılığında sivil halkı etkileyen yaptırımlarda bulunması uluslararası anlaşmalara aykırı olsa bile Birleşmiş milletleri bile harekete geçiremedi. Bugüne kadar çıkan BM Güvenlik Konseyi kararı ya da kınamaların neredeyse yarısı ABD’nin vetosu nedeniyle engellenen İsrail bu kez de kınanamadı. Irak’tan tanıdığımız eski Bağdat valisi Zalmay Halilzad ABD’nin BM temsilcisi olarak İsrail’i kınayan bir karar metnini yine veto etti. Oysa 1948 tarihli Cenevre Antlaşmasına göre Soykırım Suçlarını önleme ve cezalandırma bölümünde bir gruba ait insanların topluca öldürülmesi, yine bu grubun psikolojik ve fiziksel olarak zarar görmesi yasaklanıyor. İsrail’in yaptırımlarına baktığımız zaman Gazze’de öldürmeleri ambargo nedeniyle meydana gelen fiziksel ve zihinsel tahribatı görmek mümkün. Ancak sadece ABD değil Avrupa ülkelerinin de yaşananlar karşısında parmağını kıpırdatamadığı görülüyor. Arap ülkelerine gelince; Mısır zorunlu olarak sınırı açması dışında diğer ülkeler sessizliğini korudu. Filistin yönetimi ise neredeyse İsrail ile aynı paralelde hareket etti. Mısır ise Gazze’nin eski toprağı olması, ülkede önemli muhalif gruplardan Hamas’ın babası sayılabilecek Müslüman Kardeşler’in muhalefetinden çekinmesi sonucu sınırlarını açmak zorunda kaldı. Ancak İsrail’in Gazze’yi Mısır’a devretme niyeti İsrail’in uzun vadeli çözümlerinden biri olduğu da biliniyor. Aksi takdirde 2005’teki çekilmenin ardından Mısır sınırında güvenlik çemberi oluşturan Philadelphia Route’da göz açtırmayan İsrail Ordusunun yüzbinlerce insanın karşı tarafa geçmesine sessiz kalması nedensiz değil.

ABBAS’IN NAFİLE NİYETİ

Abbas ise Filistin mücadelesinin sadece diplomasi kanadını temsil eden bir lider olarak tüm umudunu yine barış görüşmelerine bağlamış durumda. Abbas Gazze’yi Hamas’tan İsrail’le bir barış anlaşması imzaladığı takdirde kurtarabileceğini inanıyor. Ancak Gazze ve Hamassız bir barış planının hayata geçmeyeceği bilinmesine rağmen Abbas’ın bu ısrarı bütün başarısızlığına rağmen Hamas’ın hanesine yazılacak olumlu puan olacak. Ve Hamas, yönetimlerindeki tüm başarısızlığa rağmen İsrail-Abbas işbirliği ve işbirliğinden çıkan ambargonun Gazze halkını kendi arkalarında toplanmasına yol açacağını düşünüyorlar ki çok da yanlış değil.[6] Annapolis öncesi ve sonrasında Abbas’ın barış süreci denilen oylamaya İsrail’in yeni topraklar işgal etmesine rağmen devam etmesi en büyük yanlışlarından birisi. Nedeni ise çok basit. Filistin en zayıf en dağınık uluslararası alanda en desteksiz dönemini yaşarken İsrail karşısında, İsrail’in taleplerine direnmesi ya da kendi talepleri konusunda ısrarcı olması çok zor. Filistin bu koşullarda ancak ve ancak İsrail’in önüne sürdüğü planda küçük rötuşlarla kabul etmek zorunda. Arafat da Oslo sürecinde aynı yanlışı yapmış ama durumu fark ettiğinde ikinci intifada patlak vermişti. Abbas ise silahlı mücadelenin hemen bütün biçimlerini reddederek Filistin için tek çıkar yolun barış masası olduğu tezinde ısrarını sürdürüyor. Ancak yaşanan tüm gelişmeler de bunun tersini göstermesi açısından Filistin halkının farklı seçenekleri düşüneceğini de gösteriyor.[7] Barış tabii ki hedef, ama bu koşullarda olmayacağı biliniyor. Sınırdaki duvarların yıkılması ve halkın isyan etmesi, yeni bir intifadanın habercisi olması açısından da önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ama daha da önemlisi yaşanan bu süreç Filistin’de mücadele ve siyaset yönteminin, tabanın tüm bu baskı ve izolasyon sonucunda mücadeleyi algılayış biçiminin değişmeye başladığının da bir göstergesi sayılabilir.

METE ÇUBUKÇU

1 Omar Barhouti, Never Again, Khaleej Times 23. 1 2008.

[2] Mete Çubukçu, Ortadoğu’nun Yeniden İşgali, s: 205, Kalkedon Yayıncılık, 2006.

[3] Mete Çubukçu, Bizim Filistin, Kutsal toprakların Gerçeği: Hamas, s:125, Metis Yayınları, İkinci Baskı, 2004.

[4] Mete Çubukçu, NTV 2007 Almanağı, Filistin’de Köprüler Atılırken, s. 149, NTV Yayınları.

[5] Mete Çubukçu, “Gazze İlk ve Son”, Birikim dergisi, sayı: 198, Ekim, 2005.

[6] Caelum Mofaat, Ebu Mazen Conundurm, MİFTAH, 24.1 2008.

[7] Ghada Karmi, Al Ahram Weekly, 26.1 2008.