ÖDP Krulurken: Refleksle Bilinç Arasında

Solun bugünkü hal-i pür melalinde bir partinin ortaya çıkabilmiş olması, parti halinde toplumun önüne çıkılması anlamında olumlu bir iş. Sonra bunu çeşitli kesimlerden insanların biraraya gelerek yapması, yeni bir tavır ve dil arama gayreti içinde olmaları (hiç olmazsa partiyi meydana getiren unsurlardan bazılarının bu kaygıyı taşıması), belirli bir olumluluk taşıyor. Dolayısıyla ÖDP girişimi külliyen karşı çıkılacak yanlış bir iş değil; dahası, solun tarihinde epey olumlu da bir iş. Ama bütün solu kapsamak iddiasıyla çıkan bir parti, her türlü eleştiriye de açık olmak zorundadır. Dahası, soldaki herkes de bu iş üzerine kafa yormalıdır.

Parti kamuoyu önüne çıkarken en çok “birleşme” motifine vurgu yaptı (“birleştik geliyoruz”, “biraraya geliyoruz”, “birlikte kuruyoruz” vb.) Buradan, solun şimdiye kadarki eksikliğinin, toplum nezdindeki güdük halinin, belirleyicilikten uzaklığının en önemli nedeninin birleşememek olduğuna dair bir kanı yayılıyor. Tek tek partiyi oluşturan unsurlar belki bunu kabul etmezler, ama partinin sol kamuoyuna sunduğu mesaj budur; o zaman o sol kamuoyunun da partiyi birleşmenin anlamını ve önemini öncelikli mesele sayan bir anlayışla yönlendirmesi tehlikesi var demektir. Böylelikle, bütün parti faaliyetlerinin birarada bulunma, biraradalığı koruma çabasına inmesi tehlikesi var demektir. Dahası, solun temel meselesinin birleşememe olduğu kanısının kazandığı ağırlık, solun toplum karşısındaki durumu, teorik ve programatik (hattâ tüzüksel) sorunları hususunda belli bir aymazlığın olduğu kuşkusunu da doğurmaktadır.

Birleşmeye konan aşırı vurguya bağlı olarak, kuruluş sürecinde yazılan makalelerde, bildirilerde parti içinde bir kompartımanlaşma özlemi seziliyor. Birtakım parti üyeleri kendilerini feminist ilân edince (veya o kimlikle partiye katılınca) kadın sorunu o kişilerin inhisarına verilmekte veya verilmesinin gerektiği gibi zımni bir kabul öngörülmektedir. Fikri düzeyde böyle bir bölüşüm, sol düşünce için kabul edilebilir değildir.

Her şeyin zaten hazırda olduğuna ve biraraya gelmenin bu potansiyeli kuvveden fiile çıkaracağına dair gizli varsayım, partiyi meydana getiren (örgütleyen) unsurlarda bilinçten ziyade refleksin egemen olmasıyla da kendini gösteriyor. Yazılan bildirilerden verilen röportajlara, parti şenliğinin düzenlenmesine kadar bu husus açıkça görülebiliyor. Bu çok önemli bir zaaf. Belki 1977-79’ların sıcak mücadele havasında bir ölçüye kadar anlayışla karşılanabilecek olan refleks bağımlılığı, ’90’larda, yani her şeye hemen hemen sıfırdan başlarken, insanları kovalayan sıcak bir mücadelenin (maalesef) olmadığı, solun son barutlarından birini kullandığı koşullarda hoşgörülecek bir zaaf değil. Artık insanlar kullanacakları her kelimeye, yapacakları her eyleme karşı, her şeyi yeniden keşfedercesine eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşmak zorundalar. Parti bildiri ve röportajlarında kullanılan “emperyalizmle mücadele”, “özelleştirmeye karşı olmak” vb. yığınla kavramın herbiri, yeniden ve yeniden düşünülmeyi hakediyor. Alalım “emperyalizmle mücadele” kavramını... Lenin’in I. Dünya Savaşı’nın çıkış şartlarını ve savaşta sosyalistlerin tutumunu izah için kullandığı, Mao’nun Japon Meselesi bağlamında kullandığı bu kavramı, Gümrük Birliği üyesi Türkiye’de aynen nakleden birisi, kiminle ve nasıl mücadele etme niyetinde olduğunu da açmak zorunda. Bence kullanılan şekliyle bu kavram bugünkü dünyada olsa olsa yerli ve “millî” bir diktatörlük rejimini aklayacak bir ideolojik motiften başka bir şey değildir. Bu örnek, partinin radikal ve sol bir görüntü altında aslında hayatî güncel konularda –“anti” olmaktan gayrı– açık tercihlerden kaçınmasına zemin hazırlar ki, bu da özünde apolitik bir tavır olur.

Her partinin, hele sosyalist bir partinin, hele hele Türkiye’deki solun bugünkü durumunda ve ÖDP’nin iddialarına sahip bir partinin, toplumun haline ve solun özgül durumuna uygun bir fikir haritası ve toplum projesi ortaya koyması beklenir. Yukarıda değindiğim “vurgu” ve “bilinç-refleks” meseleleri bağlamında, ÖDP’nin hem eklektik, hem cesaretsiz, hem de özensiz bir tutumu olduğu teslim edilmelidir. Partinin yeni bir şeyler söylemesi ve önermesi gerekiyor ki, solun krizini aşacağına dair bir umut vaadetsin. Yeni bir “çözümler ve öneriler” bütünü oluşturabilsin ki, soldan kaçan halkı yeniden cezbetsin. Kendine özgü bir fikir-eylem-program bütününü ve ona uygun, kendine özgü bir siyasal kültürü yaratamayan sol, yalnız partileşmekle ve birleşme motifi ile yeni bir hamleyi başaramaz. Üstelik bu yenilik unsuru çok da atla deve değil aslında, ama niyetli olmak gerek.

Parti kuruluşu için yapılan şenlik de, kendine özgü bir dünya kurma ve bunu topluma bir siyasal projenin alâmeti olarak sunma meselesindeki sıkıntının bir göstergesiydi. Partinin kuruluşunu şenlikle duyurmak iyi bir şey. Şenlikli parti olmak da iyi bir şey. Ama şenlik diye sazını kapanın sırayla sahne aldığı bir müsamere düzenlemek, herhalde ancak yapılan iş konusunda hiç kafa yormamakla ve refleks halinde eski alışkanlıklara el atmakla açıklanabilir. Böyle bir şenliğin de, amaçlandığı söylenen partiyle ve onun kurması icabeden fikir ve davranış dünyasının ilişkisi epey sorunludur.

Hem ilk defa bir parti işine soyunması, hem de partiyi meydana getiren unsurlar arasında şimdiye kadarki eyleminin niteliği açısından parti içindeki en olumlu potansiyeli temsil eden Dev-Yol’un durumu da ayrıca incelenmeli. Dev Yolcuların (parti içindeki kesiminin) çıkardığı Yeniden dergisinin 1. sayısında şöyle deniyordu:

Emekçi dinamiklerini öne çıkaran bir kitle partisi bu grupların kendilerini yenileyerek dönüşebilmelerine katkıda bulunabildiği oranda, Türkiye solunda daha sağlıklı bir yapılanmanın oluşmasını da kolaylaştırabilir. Devrimci Yol’da kendi bağımsız siyasi varlığını tarihsel-toplumsal meşruiyeti içinde sürdürecek; ülkemizde bugün yaşanan koşullara uygun bir siyasi etkinliği gerçekleştirebildiği oranda kendisini yeniden anlamlı bir siyasi gerçeklik olarak varedebilecek; bunu yapmadığı oranda da misyonunu yitirecektir.

Yine aynı çizgide çıkartılan Yeniden Devrim dergisinin 1. sayısının 18-19. sayfalarında:

... Devrimci Yol’un kendisini tarihsel meşruiyet içinde sürdürmesi, Tartışma Sürecinin ve Devrimci Yol’un bir açık kitle partisine dönüştürülmemesi kitle partisinin emek güçlerinin cephesel ve kapsayıcı nitelikteki siyasal hareketi olarak kavranması... herkes tarafından benimsenmiştir...” denmiştir.

Burada DY’nin, parti hangi aşamaları geçerse geçsin varlığını sürdüreceği, dahası partinin DY’nin güçlenmesi için bir ortam olarak ele alınacağı açıktır.

Böyle bir parti anlayışıyla hemfikir olmak mümkün değildir. Parti, insanın siyasî kimliğinin ifadesidir. Partinin açık/illegal/yarı açık/kitlesel vb. nitelikte olması onun parti özelliğini ortadan kaldırmaz. Parti kurulurken daha önce var olan siyasî yapılar ise zaman içinde ve parti eylemine bağlı olarak kendilerini partiye entegre ederek sönerler. Bunun tersi, parti üyelerini ikili siyasî kimliğe, partiyi ise kendi dışında var olan mekanizmalara bağımlı şizofrenik bir yapıya sokar. Ayrıca hem eylemini partide ifade etmek isteyen, hem de partinin siyasî açıklayıcılığına başvurmak isteyen kimseler için, partiyi ne ölçüde ciddiye alacakları sorusu ortaya çıkar. Öte yandan kafada yaşatılmak istenen bu ikili yapı, DY geleneğinin fikri düzeyde hep bir “ortalamayı” konuşmak zorunda kalmasının da müsebbipleri arasındadır. ÖDP’nin burada tartışılan zaafları aşabilmesi açısından, söz konusu geleneğin bu bünyevi özelliğinden sıyrılması özel bir öneme sahip olacaktır.