Irak'ta “yeni dönem“!

Geçtiğimiz ay C 130 Nakliye uçağının kapısındaki fotoğraf, Irak’ın Amerikalı valisi Paul Bremer’ın, sanki Bağdat’tan ayrılışını değil kaçışını resmediyordu. Bremer, sorunları çözmek bir yana en basitini bile halledemeden, üstüne üstlük Irak halkının nefretini arttırarak ortadan kayboldu.

Ve 30 Haziran’da yapılması gereken egemenliğin devir-teslimi iki gün öncesine alındı, açıklama Bağdat’ta değil, bir dönem Irak’ı da yöneten Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da yapıldı. Bu açıklama, zirve dolayısıyla NATO’nun Irak’a yönelik ilk adımının da işaretlerini verdi; NATO üyesi ülkeler, Irak’ın yeni yönetiminin “talebi” ile Irak asker ve polisinin eğitimine karar verdi. NATO “sanki böyle bir görevi istemiyordu ancak Irak yönetiminin talebi karşısında duyarsız kalamazdı.” Böylece Irak’taki işgâl yönetimi dolaylı da olsa NATO’yu işin içine sokmuştu. Amerikalılar bir taşla iki kuş vurmuş hem meşrûluğu şüpheli bir hükümeti iki gün önce ilan etmiş, böylece NATO’ya yapılan talep de meşrûymuş gibi sunulmuştu.

Aslında, “Irak’ta yeni dönem” olarak adlandırdıkları bu süreç, kendi içinde hiçbir yenilik taşımayan, eski atananların içinden yeniden atanan bir hükümeti temsil ediyordu.

Amerikalıların yetki devri kimseyi ikna edememiş gibi görünüyor. Çok erken olmasına rağmen pratikte değişen hiçbir şey olmadığını söylemek yanlış olmaz, ki Irak halkı da hayatlarında farklılık olacağına inanmıyorlar.

Siyaset Bilimci Dr. Khuder Ahmet “Bremer gitti. Üç bin kişiyle çalışan yeni büyükelçi Negroponte, yeni hükümetin kendisini tanıyıp tanımayacağını sormadan Bağdat’a geldi. Peki egemenlik nerede o zaman?” diye soruyor. Iraklılar için temel problem hükümetin seçimle işbaşına gelmemesi. Seçimle işbaşına gelmeyen herhangi bir hükümetin Amerikan yönetimine söz geçirebileceğine kimse inanmıyor. Bu yüzden Geçici Irak hükümetine “kukla”, “maşa” diyenlerin sayısı bir hayli fazla. Çünkü, Irak hükümetinin, temel yasaları hazırlamak ya da Amerikan işgâline “son vermek”, Amerikan askerlerine “ülkeyi terk edin” diyebilme yetkisi yok, daha da öte böyle bir niyeti yok.

Cumhurbaşkanlığına Sünni aşireti lideri Gazi Yaver, Başbakanlığı da eski Baasçı, eski CIA çalışanı Şii İyad Allawi’nin atandığı hükümetin başbakan yardımcılığını bir Kürt ve bir Şii yürütüyor. Egemenlik yetkisi ise sınırlı; Amerikan kuvvetleri yapacakları büyük saldıralar öncesi izin almayacak, ayrıca hükümet temel yasaları hazırlama konusunda söz sahibi olamayacak.

AKP ŞANSINI ZORLUYOR

Yetki devrinin ardından Amerikan koalisyon-işgâl güçlerinin resmi isminin de “uluslararası güç”e çevrilmesi de göstermelik bir değişiklikten ibaret. Zaten Irak halkı için işgâl güçlerinin uluslararası arenada nasıl adlandırıldığı değil, kendilerinin nasıl algılandığı önemli. Herhangi bir isim, farklı bir bayrak altında Irak’a girecek herhangi bir güç şu anda olduğu gibi işgâlci olarak görülecek. Irak’a müdahil olacak ülkelerin milliyeti, dini de çok önemli değil Iraklılar için. Geçen yıl Türkiye’nin Müslüman bir ülke olmasından kaynaklanan avantajından söz ederek, Irak’ta sıcak karşılanacağı, aynı coğrafyada olmaktan dolayı avantajlı olduğu, Irak halkının hassasiyetlerini, ihtiyaçlarını bildiğinin iddia edilmesi, sadece ve sadece işgâle gerekçe oluşturmaktan öteye gitmediği şimdi çok daha iyi anlaşılıyor. Irak’ta bugün yaşananlar, Türk ordusunun gönderilmesi planlanan bölgeler ya da üzerinde pazarlık yapılan bölgelerde direnişin yoğunlaştığı, işgâle karşı tepkinin arttığı göz önüne alınırsa işgâle karşı çıkanların ne kadar haklı olduğunu söylemek gerekir. AKP’nin işgâle ortak olmak için tüm enerjisini harcadığı dönemlerden, kaçırılan Türk işçilerinin hayatının kurtulmasına yardımcı olan Amerikan karşıtı gösterilere ve göstericilere “teşekkür edeceği” noktasına gelmesi de ayrıca manidar.

İktidar olarak işgâle ortak olmaması AKP’nin en büyük şansı olarak değerlendirilirken dün “işgâle ortak olmayı savunanlar bugün Büyük ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesini” en büyük destekçisi olarak karşımıza çıkıyor. AKP’nin de büyük bir iştahla ortak olmak istediği, Türkiye’nin örnek ülke olarak sokulmaya çalışıldığı bu proje, aslında hayattan ders almamanın da bir başka örneğini oluşturuyor.

AMERİKA İŞGÂLE ORTAK ARIYOR.

Amerika’nın “yalan”lar üzerine kurduğu işgâle ortak aradığını, içinden çıkamadığı bir işe diğer ülkeleri de bulaştırmak istediğini İngiltere’deki Keele Üniversitesi’nde görevli Iraklı akademisyen Dr. Hadi Atar şöyle ifade ediyor: “Amerikalılar kendilerine ortak arıyorlar. Tahmin edemedikleri direnişi bastırmak için uluslararası yeni bir gücü Irak’a bulaştırmak istiyorlar. Ama Irak halkı herhangi bir uluslararası gücün kendilerini değil, Amerikalıları korumak için geldiğini düşünecektir”.

Amerikalılara karşı güvensizlik ve inançsızlığın temel nedenini ise bir yıl boyunca yaşananlar ile Irak halkının bugüne kadar “dinlediği yalanlar” oluşturuyor (deyim kendilerine ait).

NATO Zirvesi’nde “Irak ordusu ve polisinin eğitilmesi kararı” ise başka ülkelerin zamanla Irak’a müdahil olacağı kaygısını gündeme getiriyor. Çünkü Iraklılar, bu projeye şüpheyle bakıyorlar. İşgâlin ardından yüz binlerce askeri ordunun dışına iten ve hâlâ çalıştırmayan Amerikan güçlerinin bu girişimi inandırıcı bulunmuyor. Birçok Iraklı ilk elden, eğitimli eski ordu mensuplarının geri çağırılıp güvenliği sağlayabileceğini düşünüyorlar. Üstelik ordunun hepsi Baas Partisi üyesi ve Saddam Hüseyin rejiminin uygulamalarına katılmış değil. Ancak, işgâl güçlerin eski dönemden kalan hemen her şeyi bir anda ortadan kaldırmak gibi niyetle yola çıktıkları için bir yıl sonra hemen hiçbir konunun üstesinden gelememiş gibi görünüyor.

Ülkede Saddam Hüseyin’i destekleyen çok küçük bir azınlık dışında kimsenin kalmamasına rağmen sorun eski diktatörü sevip sevmemek noktasını aşmış durumda. Kimsenin bu saatten sonra sabık diktatörü savunmak gibi bir sorunu yok. Üstelik hemen herkes yargılanmasını ve ceza almasını istiyor. Ancak işgâlin yol açtığı sonuçlar itibariyle halkın Saddam Hüseyin’in kendisi olmasa bile dönemini, bir yıllık işgâlle karşılaştırır durumuna geldiğini görmek gerekiyor. Sorun Saddam Hüseyin’den değil, en küçük insanî ihtiyaçları karşılama sorumluluğu duymayan işgâlcilerden kaynaklanıyor. Örneğin, büyük projelerle başlayan işgâl, Bremer’ın getirdiği “parlak”, “zeki”, ama halkın ruh halinden anlamayan planlamacıların elinde, en küçük ihtiyacı bile karşılayamadan bir yılı doldurmuş. Bunun en temel nedeni, pratik, hayatı kolaylaştırıcı projeler yerine büyük “düşünmek”. Büyük düşünmenin gerekçesi ise bu projeleri Amerikan şirketlerine vermek. Yıllarca sürecek bu projeler Iraklıları elektriksiz, susuz bırakmış. Savaş öncesinde şehre 20 saat elektrik verilirken halk bugün 40-45 derece sıcaklıkta ancak 8 saat elektrik alabiliyor. Büyük projelerin Amerika’sı Bağdat’ta bulunan 3 arıtma tesisini bir yılda tamir edememiş. 3.8 milyon insanın yaşadığı Bağdat’ın tüm kanalizasyonu Dicle nehrine akıyor. İşgâl, ölüm, bunca sorun varken bunlardan söz etmek hafif ve naif gelebilir. Ama Irak halkının taleplerinin çok büyük olmadığını, tepkilerin bu küçük sorunların üst üste binmesinden kaynaklandığını unutmamak gerekir.

Bağdat’ta, Irak’ta günlük hayat saldırılar arasında devam ediyor. Yabancıların hemen hepsi ülkeyi terk etmiş. Başkentteki en büyük Amerikan üssünün tepesinde asılı, elektronik imkânlarla donatılmış devasa balon saldırıları önceden tespit etmeyi amaçlıyor. Apaçi helikopterleri alçak uçuşlarla korku yaratıyor, tanklar çöl sıcağının erittiği asfaltlarda iz bırakarak ilerliyor. Yani teknolojinin tüm imkânlarını kullanıyor Amerikalılar. Ama olmuyor. Çünkü halkın sempatisini kaybetmiş.

YARGILAMA

Saddam Hüseyin’in alelacele mahkeme karşısına çıkarılmasına gelince. Daha mahkemeye çıkarılmadan önce kukla yönetimin yetkilileri tarafından “idamla yargılanması” değil, “idam edileceği” açıklanması halihazırdaki mahkemenin ne kadar tarafsız olabileceği konusunda ipuçları veriyor. Tabiî ki mahkemenin zamanlaması da çok önemli. “Sözde” yetki devrinin hemen arkasından atanan Irak yönetimine teslim edilmesi, yeni yönetimin “yüksek yetkilerle donatıldığını” göstermenin bir çabası. Oysa Amerika kucağına düşen “ateş topunu” bir an önce üzerinden atmak, elinde kalan, sorun çıkaracak bu malzemeden kurtulmak için, aslında sınırlı yetkilerle donattığı hükümete inanılmaz bir sorumluluk yüklüyor; hükümetin ise bundan sıkıntı duyduğunu söylemek çok zor. Irak’taki genel kanı ise eski diktatörün önce seçimle işbaşına gelen bir hükümete teslim edilmesi ve bu hükümetin çıkaracağı yasalarla birlikte meydana gelen bir mahkeme tarafından yargılanması.

Yani Saddam Hüseyin’in mahkemeye çıkarılması bugünün konusu değil. Çünkü Saddam Hüseyin zaten Irak halkının gündeminden çıkmış, unutulmuş durumda. Küçük bir azınlık dışında hiç kimse Saddam Hüseyin rejimini bir daha yaşamak istemiyor. Ancak genel inanış Amerika’nın Saddam Hüseyin’in yargılanmasını gündeme getirerek işgâlin yarattığı diğer sorunları bir süreliğine unutturmak, gündemi değiştirmek ve Irak halkı içinde bir kez daha ikilik yaratmak. Irak Stratejik Araştırmalar merkezinin 30 Haziran tarihinde yaptığı kamuoyu yoklamasına göre Saddam Hüseyin Irak halkının gündeminde beşinci sırada yer buluyor. Öncelikli sorunlar, “güvenliğin sağlanması”, “ekonomik sorunlar”, “işgâlin devam etmesi” ve “hükümetin atanma şekli” olarak sıralanıyor. Mahkemenin başladığı günlerde ise Şiilerin yoğun olduğu Necef kentinde “Saddam Hüseyin’in idam edilmesi” yönünde gösteriler yapılırken, Sünnilerin kalesi Ramadi, Felluce gibi kentler ile eski diktatörün kalesi Tikrit”te Saddam Hüseyin lehine gösteriler düzenleniyordu. Şiiler ve Sünniler arasında bir süredir devam eden sessiz birliktelik, işgâle karşı birlikte karşı koymasalar bile ayrı cephelerde işgâl kuvvetlerine direnmelerinin ardından ilk kez karşı karşıya geliyorlar. Atanan yönetimin ise mahkeme ile ilgili bir itirazının söz konusu olması pek mümkün görünmüyor. Bu da tek başına bu yönetimin Amerika’dan ne kadar bağımsız olabileceğinin bir kanıtı olarak ortaya çıkıyor.

Yine aynı araştırmaya göre, yetki devri ile birlikte yönetimin tepesine atanan isimlerin Irak halkının zihninde ne kadar meşrû olduğu da görülüyor. Çünkü “hangi isim cumhurbaşkanı olarak görmek istersiniz?” sorusuna % 41 “henüz kararımı vermedim” derken, bugün devletin başında bulunan Gazi Yaver % 1, başbakan İyad Allawi % 1.5 oranında bir destek bulabiliyor.

Yani, Irak’ın dışında yapılan planlar içeride beklenilen etkiyi yaratmıyor. Ve hâlâ işgâlin yetkilileri bir yılda yapamadıklarını atanan yönetim aracılığı ile başaracaklarını düşünüyor. İşgâl güçlerinin İngiliz kanadının temsilcisi Sir Jeremy Greenstock, “Irak halkının hiçbir hedefi olmayan saldırılara karşı çıkacağını, saldırılarının işgâl güçlerinden Irak polis ve askerine yöneldiğinde tepkilerinin artacağını” söylüyor. Irak Stratejik Araştırmalar Merkezi Yöneticisi Sadun Dulame ise “seçimle bir hükümetin işbaşına gelmemesi durumunda koşullarda herhangi bir değişiklik olmayacağını” vurguluyor. Üstelik İngiliz işgâl yönetici Greenstoctk, işgâlin varlığından söz etmeden, tüm bu kaosa işgâlin neden olduğunu ortaya koymadan, sanki normal koşullarda yaşanıyormuşçasına, Iraklı direnişçilerle Irak polis ve ordusunun karşı karşıya gelmesinin normal olduğunu savunuyor ki bu senaryo şu anki aşamada işgâlciler açısından “doğru” bir tespit olarak ortaya çıkıyor:Yani Iraklıları Iraklılarla karşıya karşıya getirme.

Irak’ta yaşanan karmaşa ve ölümlerin uzun bir süre daha devam etmesi sürpriz olmayacak gibi görünüyor. Hazırlanan takvime uyulup uyulmayacağı henüz bilinmiyor. Nitekim Başbakan Allawi göreve gelir gelmez “bu koşullarda 2005 başında seçim yapamayız” açıklaması yaparak şimdiden gerekçe hazırlıyor. Takvimin tasarlandığı gibi işlediğini düşünecek olursak Iraklıların önünde tek bir seçeneği beklemek kalıyor: Seçimlere gitmek, seçilen hükümetle birlikte temel yasaları hazırlamak ve işgâl güçlerine “ülkeyi terk edin” diyebilmek.

Bunun dışında, Irak halkı için tünelin ucu hâlâ karanlık kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Tabiî ki, direnişinin niteliği ve bundan sonra nereye evrileceği de önemli bir etken olarak önümüzde duruyor.

METE ÇUBUKÇU