Radikal Demokrat Bir Hareket Olarak HDP

Günümüzün siyasal toplumsal mücadelesinin “stratejik” yönelimlerine ilişkin son dönemlerde yapılan tartışmalar, HDP‘nin “radikal demokrasi” kavramını bir stratejik yönelim olarak belirlemeye çalışmasıyla yoğunlaştı. Elbette bu tartışmalar yeni değil. Özellikle Birikim çevresinin ve ÖDP ile başlayan özgürlükçü sosyalizm tartışmalarının bugün yaratılmaya çalışılan yeni siyaset anlayışına ve mücadele stratejilerine yönelik yürütülen tartışmalarda önemli katkıları vardır.

ÖDP kurulduktan kısa bir süre sonra yayınlanan Nihayet Postmarksistler Türkiye’de adlı kitap ÖDP’nin vurguladığı çoğulculuk, katılımcılık, doğrudan demokrasi, kimlik vurgularını referans göstererek sınıftan kaçtığını söylüyordu. ÖDP’yi Post- Marksist olmakla eleştiriyordu. Kitapta yapılan eleştirilere baktığımda o dönemki ÖDP’nin kuruluş saiklerinin ve politikalarının, yani özgürlükçü sosyalizm anlayışının ne kadar doğru olduğunu bir kere daha anlıyorum. ÖDP ile başlayan, ama ÖDP’nin kendisini aşamamasıyla birlikte eşitlikçi ve özgürlükçü bir sol yaratmaya çalışanlarla devam eden solda ki fikri yenilenme bugün HDP’nin radikal demokrasi söylemi ile devam edebilir. ÖDP’nin kendisini dönüştüremeyerek başaramadığı gökkuşağı projesi bugün HDP’ de doğuyor. Hiç de kolay olmayacak bu süreç büyük bir deneyimi şimdiden bizlere sunarken ciddi bir politik zemini ise çoktan yarattı bile.

İnsanın insanla, insanın toplumla ve insanın doğa ile ilişkisinin yeniden tanımlandığı, bir kuram olarak radikal demokrasi kavramı toplumun ve kapitalist sistemin kodlarını çözebileceğimiz bir kavram.

HDP’nin vurguladığı ve hareketini bu teorik zemine oturtmaya ve şekillendirmeye çalıştığı bir kavram olarak radikal demokrasi Gezi sürecini anlama, açıklama ve yeni pratikler geliştirmede oldukça önemli bir teorik zemin sunuyor.  Gezi sürecinde ortaya çıkan örgütsüz kimliklerin direnişi Laclau’nun ve Mouffe ‘nin değindiği kapitalizme karşı direnişin nereden ve nasıl şekillenmesi gerektiğine yönelik söylemleriyle de örtüşüyordu.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Radikal demokrasi kavramını Laclau ve Mouffe ele almıştır ama bu kavram bugün teorik ve pratik olarak gelişmeye devam etmektedir. HDP’nin bu kavramı ele alışı daha geniş bir perspektif içermektedir.  Nasıl ki Zapatistalar bu kavramı kullandığı için Laclau ve Mouffe’nin stratejisine uygun bir politik hat içindeler diyemezsek, HDP’nin vurguladığı radikal demokrasi kavramını da radikal demokrasinin çıkış noktasına sıkıştıramayız. Ama elbette bu kavramı anlamak için Laclau ve Mouffe’in teorilerini gözetmek ve ciddiyetle ele almak gerekir.

Radikal demokrasiyi İmparatorluk kitabıyla Hardt ve Negri’den gelen çoğunluk ve maddi olmayan emek gibi kavramlarla, Antonio Gramsci'nin hegemonya teorisiyle, Althusser’in ideoloji anlayışıyla, Kürt siyasal hareketiyle ve özgürlükçü solcuların yeni sol anlayışıyla birlikte ele almak gerekir.

Radikal demokrasi kavramının çıkış noktası, bugüne kadar uygulanmış demokrasi modellerinin reddidir. Bir bakıma devlet eksenli, tepeden inme uygulanan anlayışın eleştirisidir. Kısaca, demokrasiyi demokratikleştirme çabasıdır. Radikal demokrasi devletsiz bir demokrasinin mümkün olduğunu ortaya koyar. Bunu da halkın kendini yönetme potansiyellerini açığa çıkararak yapmaya çalışır. Bu anlamda demokratik özerklik olarak tartışılan ve inşa edilmeye çalışılan kavram devletsiz bir demokrasi için büyük bir adımdır. Aslında halkın iktidarının kurulmasıdır. Devletin demokrasiyi soğurmasını ortadan kaldıran ve halkın öz yönetimini yaratmaya çalışan devrimci bir dönüşüme işaret eder. Radikal demokrasiyi bu perspektifle ele aldığımızda sistem içi bir kavram olmaktan çıkar. Bu anlamıyla sadece “ halkın hakları” üzerinden yapılan politik eylemlerin aksine, halkın verili demokratik haklarını genişletmekle sınırlı bir mücadele anlayışı değildir.

Gramsci’ye göre; hegemonya kavramını önderlik (sınıfın önderliği) ya da öncü parti gibi kavramlarla açıklamak dogmatik bir öz taşımaktadır. Mouffe ve Laclau’ya göre radikal demokrasi kuramı yeni bir sosyalist projedir ve bu proje radikal, çoğulcu bir demokrasi anlayışı ile mümkün olabilir. İşte tam da özgürlükçü solun çıkış noktası olan bu iki tanımlamadır. Sınıf indirgemeci anlayışların bir eleştirisi ve 1980’lerden sonra oluşmaya başlayan küresel kapitalist düzenini anlama, açıklama ve değiştirme çabasıdır. İşçi sınıfının gerilediği, yeni kimliklerin, farklı toplumsal taleplerin ve mücadelelerin ortaya çıktığı dönemde filizlenmeye başlayan Gramsci’nin hegomanya kavramını kullanan Laclau ve Mouffe’nin kavramsallaştırması kapitalist küreselleşme karşıtı hareketleri anlamamızda da iyi bir rehber oldu.

Yine günümüz toplumsal hareketlerini anlamada bakmamız gereken Hardt ve Negri,  İmparatorluk kavramından hareketle günümüzdeki egemenliğin karma, merkezsiz yapısını (Uluslararası Kurumlar, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Ulus Devletler,Yerel Yönetimler gibi) analiz ederek başladığı ve bu karma egemenliği yıkmaya aday “çokluğun” devrimci bir özne olarak kavramsallaştırılması yeni sosyal hareketleri ve  özellikle gezi sürecini anlamak için bakacağımız çerçevenin önemli bir köşesidir.

Bu her iki kavramsallaştırma aynı zamanda egemen iktidar yapısını anlamada ve bu iktidar yapısına karşı mücadele biçimlerini ortaya koymada bizlere yeni olanaklar sunmaktadır.

Hardt ve Negri’ye göre, ulus-devletlerin artık giderek önemini yitirmeye başladığı “bizim İmparatorluğumuzun Roma’sı yoktur’’ diyerek günümüzde merkezi bir iktidarın artık olmadığını vurguladıkları bu çağda, emperyalizm kavramının da artık yeni direniş biçimlerini açıklayamadıklarını söylemektedirler. Gezi sürecinde de gördük ki artık eski direniş biçimleri geçerliliğini yitirmiştir. İşte tam da burada radikal demokrasi kavramıyla kapitalizmin bir dünya sistemi haline geldiği ve her köşesine yayıldığı bu imparatorluk çağında direnişin ve siyasetin yeni öznelerini tanımlamak ve bu özneleri politik bir özne olarak açığa çıkarmak gerek. Bu da Hardt ve Neri’nin belirttiği gibi her türlü farklılığı kapsayan, ancak bu farklılıkların tek bir özdeşliğe indirgenmediği yeni bir toplumsal özneyle mümkün olabilir.

Yeni bir sol, farklılıkların ve çoklukların birlikte yeniden bilinç yaratığı ve gündelik olanı dönüştürdükleri, kurucu pratikleri ifade etmelidir. Özgürlükçü ve eşitlikçi solun yeni toplumsal hareketlere mücadelesinde eşit derecede yer açma çabası, tüm toplumsal hareketlerin kendi taleplerini özgürce seslendirmesine ve örgütlemesine olanak tanıyan siyasal perspektifi, bugün HDP sürecini doğru bir zemine oturtmada da bize yol gösterecektir.

Radikal demokrasi kavramını Laclau ve Mouffe’yide  yeniden anlamlandırmak ve aşmak için üzerinde durmamız gereken önemli bir nokta da emek, emeğin yeni görünümleri ve talepleri olmalıdır. Bu yüzden iktisadi adalet vurgusu HDP’nin liberal demokrasiden ayrımını ortaya net bir şekilde koyacağı konudur.

Yine Hardt ve Negri’nin  emeği; “ maddi olmayan emek” olarak kavramsallaştırmaları yani emeğin, özellikle hizmet ve sağlık sektöründe kendini giderek  duygulanımsal emek olarak göstermeleri üzerine yaptıkları analiz emeğin yeni sömürülme boyutlarını da ortaya koyuyor. Her şeyin, duyguların bile kapitalizmin kendini yeniden üretmesini sağlayacağı bir araca dönüştüğü bir çağda emeğin talepleri radikal bir dönüşüme işaret etmeli ve sisteme alternatif yeni formlar yaratmalıdır. Bu anlamda emeğin değerinin ölçülmesinin zorlaştığı ve gülücüklerimizin bile kapitalist üretime içkin hale geldiği koşullarda üretimde söz sahibi olma isteği en devrimci istek olarak belirmektedir.

Radikal demokrasiyi devrimci bir karaktere büründürecek şey ekonomiyi yeniden nasıl şekillendireceğimizle alakalıdır. İktisadi demokrasinin inşası radikal demokrasiyi sadece kimlik politikaları ekseninde şekillenen bir kavram olmaktan çıkartacaktır.

Emek ve kimlik politikalarının birlikte ele alınması bizleri radikal demokrasinin liberal kavrayışından uzaklaştıracaktır. Bu anlayış küresel kapitalizm karşısında gün geçtikçe eriyen işçi sınıfı açısından da yeni bir çıkışı doğurabilecek ve başka bir sendikal örgütlenme anlayışını sağlayabilecek bir imkân sunabilir. Bu işçilerin mücadelesini ve talebini salt ücret ve sosyal politikalar eksenli olmaktan çıkararak kapitalist üretim biçimini ve ilişkilerini alt-üst edecek olan   “ekonominin nasıl örgütleneceğine karar verdikleri” bir sistem karşıtı mücadeleye dönüştürebilir. Yerinden ve yerelden bir yönetim anlayışı, merkezi ekonomik programları aşmak anlamında önemli olsa da iktisadi adaleti sağlamaya yetmez. İktisadi adalet; tanınma, çevre ve iklim ve katılım adaleti birlikte ele alınmalıdır.

Radikal demokrasi radikal bir kopuşla mümkün olabilir. Bu da ancak ve ancak hiyerarşik olmayan yatay ve eşit örgütsel modeller yaratarak ve bu modelleri çoğaltarak mümkündür. HDP’nin bugüne kadarki siyaset yapma biçimlerinden radikal bir kopuşu sağlaması için hiyerarşik modellerden kopuşu sağlamalıdır. Bu kopuş kısa vadede mümkün olmasa da demokratik bir yaşam için elzemdir. HDP’nin önüne alması gereken diğer bir politik çıkış noktası da her türlü demokratik ve özgürlükçü toplumsal mücadelelerin yaygınlaşması için uğraşması olmalıdır. Toplumsal hareketlerin güçlenmesinde ve yeni toplumsal hareketlerin oluşmasında rol almalıdır. Bu sayede siyasetin toplumsallaşmasına ve toplumun siyasallaşmasına katkıda bulunarak kendi siyasal zeminini de genişletecektir.   HDP ve HDK sürecini birlikte ele aldığımızda çok merkezli yapısı,  Müslüman demokratlardan, LGBTİ bireylere ve sosyalistlere farklı ve değişik oluşumları içermesi ve birbirine bağlaması anlamında radikal bir harekettir. HDP’nin bu yapısı hegemonyayı, klasik bir sınıf anlayışıyla değil ama toplumsal mücadelede gelişen farklı ve çeşitli mücadelelere ve hareketlere bağlı olarak ele almasından kaynaklanır.

HDP radikal demokrasinin gerçekleşebileceği ve mümkün olacağı bir fikri zemini bizlere sunmakla beraber solun on yılda bir gelecek olan bu tarihsel fırsatı geri tepme ve değerlendirememe olasılığı da maalesef söz konusudur. Geleneksel sol anlayışların ve grupların HDP kimliğini yaratmak yerine kendi fikri hegemonyasını dayatacağı bir tarz HDP projesini sekteye uğratabilir. Bu yüzden HDP’de ‘farklılık’lar zenginlik olarak görülüp ‘aynılık’lar üzerinden yürünecek ortak bir mücadeleyi sürdürmek oldukça önemlidir. HDP’nin kapsadığı ve kapsamaya çalıştığı toplumsal hareketlerin kendilerini özgürce ifade ettiği ve örgütleyeceği bir imkân olarak kendini kurması, hiyerarşik ve dikey örgütlenme modelleri yerine yatay ve doğrudan demokrasinin hayat bulacağı kanallar açması ile HDP radikal demokrat bir toplumsal hareket olabilir.

Özellikle son kongrede radikal demokrasi söylemi yerine geleneksel sol söylemlerin daha yoğunluklu olarak kullanılma çabası ya da bazı partilerin, HDP’yi bir birlik yahut ‘ittifak’ projesi olarak algılama ısrarı, HDP’yi farklı kimliklerin, bireylerin, çevrelerin ve hareketlerin birlikte değiştirip dönüştüreceği ya da farklı ve yeni toplumsal hareketlerin kendilerini HDP ile var edeceği bir zemini görmemizi engelleyebilir. HDP, içerisinde bulunan yapıları, kimlikleri ve bireyleri aşan bir şekilde kendi varlığını temellendirmelidir. HDP, kendisini oluşturan grupların partisi olarak değil kendi dışındaki toplumun sorunlarını dert edinen bir kitlesel parti olarak hareket etmelidir. Ordu’da ki fındık üreticilerinin, Soma’da ki maden işçilerinin, sigortasız ve güvencesiz çalışan ev işçilerinin, HES’lere karşı Karadeniz’in derelerini savunan köylülerin, erkek şiddetine uğrayan her bir kadının, sendikal hareketin tıkandığı ve örgütleneme olanağı olamayan taşeron işçilerinin, ‘Sinop Çernobil Olmayacak’ diyen nükleer karşıtlarının vb. örgütlenme potansiyellerini açığa çıkaran dışarıdan bir güç olarak kendini var etmek yerine onlarla birlikte kitlesel hareketler yaratan,  aktüel siyasetten ve toplumsal hareketlerden beslenen bir parti olmalıdır. Elbette tüm bunları yaparken bütünlüklü bir sistem eleştirisi üzerinden yapmalıdır.

HDP’nin radikal bir demokrasi mücadelesi verirken elinde değerlendirmesi gereken güncel ve tarihsel örnekler ve imkânlar vardır. Ama bu imkânlar ve deneyimleri çoğaltmak, yeniden kurmak ve aşmak gerekecektir. Bunların başında Kürt siyasal hareketinin savaşa, yoksulluğa, yoksunluğa rağmen Rojava’da uygulamaya çalıştığı demokrasi deneyimi örnek olacak bir deneyimdir. Yine HDP’nin aldığı belediyeler üzerinden kuracağı demokratik yerel ve yerinden yönetim biçimleri de bizlere örnek modeller sunabilir. Solun 80 öncesi tarihinde önemli bir yere sahip Fatsa deneyimi ve bugün yeni Fatsaların yaratılma çabası HDP’nin geçmişi inkâr etmeden yeni bir ortak gelecek yaratma çabasına, doğru bir yön verecektir. Kısaca HDP’nin büyümesini, kendi dışındaki demokratik hareketlerin ve toplumsal muhalefetin büyümesinde gören bir anlayışın HDP’ye hâkim olması önemlidir. Radikal bir demokrasi için toplumsal sorunları kendi içinde bir öncelik sonralık ilişkisine sokmadan, bu sorunları bugün hemen şimdi çözmek için hareket eden bir politika sürdürmek gerekir.

Bu anlamıyla HDP hegemonik radikal demokratik bir hareket olma potansiyeline sahip, yeni geziler yaratabilecek ve küresel kapitalizim ile mücadelede Türkiye’den önemli bir cephe açmaya muktedir bir adrestir.