Gezi'nin Dilini Demirtaş Konuşuyor

Gezi Parkı eylemlerinin neden kaynaklandığına dair bugüne kadar pek çok şey yazıldı söylendi ki bu Gezi Parkı eylemleri üzerinden yürüyen başka bir politik mücadele alanı olageldi. Bu mücadele alanında dikkat çekici olan, eylemin neden kaynaklandığı sorusuna eylemcilerin cevabı geniş bir yelpaze içinde dağılırken, iktidar kanadında teke düşmesi: hükümeti devirmek...

Liberal temsili demokrasi çoktandır, kamuoyu araştırmaları, reklam şirketleri, seçim kampanyaları ile pazar demokrasisine dönüşmüştü. Çölleşen kamusal alanda demokrasinin meşruiyet temeli olan müzakere ve katılım yok sayılmıştı. Yurttaş faaliyeti belli periyodlarla oy vermeye indirgenir olmuştu.  İşte Gezi eylemleri aslında içten içe insanların hayatlarının kontrolünü yitirdiklerine dair bu ortak sezgide temelini bulmuş, eylemciler demokrasi diye takdim edilen şeyden şüphelerini duvarlarda, pankartlarda, dövizlerde belli etmişti:  “TOMAkrasi”, “Tek Yol Çukulata”, Taksim'deki otobüs durağının üzerine yazılan “Demokrasiden Geçer mi?”, “Bir kişiyi çok zor tutuyoruz Tayyip”, “Çadırın Yüzde Ellisini zor tutuyoruz”, “Şu an evde zorla tuttuğumuz en az yüzde elli çadırlı genç var”, “25 Anaplıyı evde zor tutuyoruz”, “Gezi Parkı’nın yok edilmesine halkın onayı yoktur”, “Tayyip baksana kaç kişiyiz saysana” , “sen 1 milyon topla biz 1’iz” bunlardan bazıları.

Gezi Parkı eylemlerinin üzerinde iki yıl geçti. Ak Parti seçim kampanyasında  “Onlar konuşur, Ak Parti yapar” sloganıyla karşımıza çıktı. Konuşma küçümseniverdi. Yurttaşlığın konuşma ile başladığı,  köle bedenin konuşamayan beden olduğu gözardı edildi. Göz ardı edilen konuşma, muhatap alma, müzakere etme, diyalog kurmaktır. Konuşma ‘eylem’dir.  Birbirimize değer vermek, birbirimiz üzerine emektir. Neyin, neden, nasıl yapılacağına birlikte karar verme gayreti. Sloganın bir diğer problemi aslında ‘konuşamama’dır. Çünkü ‘onlar’ aslında ‘konuşuyor’ değildir, iş bulamama, lanetli ilan edilme, mahkeme karşısına çıkartılma, tutuklanma gibi olasılıkların baskısına rağmen hala konuşmaya çabalamaktadır.

Kuşkusuz konuşmayı böylesi yerinden eden liberal temsili demokrasinin işleyişi sonucu siyasal iletişimin yapısının tepedeki hareket ettirenler ve sarsanlarla aşağıdaki seyirciler arasında bölünmesi. Bu bölünmede konuşma iktidarın tekelindedir.  İktidar kullanımı konuşma egemenliğini de meşru konuşmanın ne olduğunu da güvence altına alır. Kullara gelince onlar hitabete hayranlık ya da dehşetin sessizliğine mahkum. Gezi Parkı eylemleri sırasında Atatürk Kültür Merkezi üzerine asılan "Kes sesini Tayyip" yazılı pankart da anlamını burada bulmuştu zaten. Gezi Parkı eylemcileri konuşmanın iktidar alanıyla sınırlandırılmasına bu sözlerle tepki verip, iktidarın konuşmasına bir fasıla ya da bir son verme arzularını bu pankartla iletti. Bu pankart bir diyaloğu kesmek değil, bir diyaloğu başlatmak için bir monoloğa son vermenin ifadesiydi. Zira asılan bu pankart eşliğinde neredeyse iki hafta süren karnavelesk bir diyalog ortamı oluştu.

Karnavallar, herkesin davetli olduğu, tüm hiyerarşilerin alaşağı edildiği hatta tersine çevrildiği, teklifsiz temasların kurulduğu, eğlencenin, neşenin hakim olduğu zamanlardır. Karnavallar bu halleriyle diyaloğa kapı açarak büyük toplumsal etkileşime izin verir.  Gezi Parkı eylemleri sırasında "Gezi Parkı çok güzel, gelsene", kurulan bir barikat arkasına yazılan "Direnişe hoşgeldiniz" pankartları, "Revolution Party, tüm halkımız davetlidir",  “Gaz Festivali” dövizleri, Başbakan Erdoğan'ın sağ kolunu açacak şekilde duvara yapılan resminin üzerinde yazan "direniş hatırası" yazısı ve bu resim ve yazı altında eylemcilerin fotoğraf çektirmesi eylemden çok eğlenceli bir karnaval ortamına benziyordu.

7 Haziran seçimleri öncesinde HDP’nin halaylı seçim videosu, farklı siyasi, etnik, dini kimliklere mensup adayları bir çatı altında toplayabilmesi, seçmenlerin HPD Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a “Selocan”, onun da seçmenlere “şapşikler” diye hitap etmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhatap almayan, küçümseyen, hiyerarşi kuran “Siz kimsiniz” sözlerine  sosyal hesabından “kim olduğumuzu sormuşsun tanışalım mı?” yanıtını vermesi Gezi Parkı eylemlerinin dilinin teklifsiz, yakın temas kuran karnavelesk özelliklerini hatırlatıyor.

Gezi Parkı eylemlerinin dilindeki mizah, korkuyu yenme, ortaklık kurma, değiştirip dönüştürme boyutlarıyla dikkat çekmişti. “Biber gazı oley” sloganı, çevik polis için kelimelerin yerlerini değiştirerek yazılan “Dün gece çok çeviktin polis”, “ “TOMAyla 8 gündür beraberiz, ciddi düşünüyoruz”, “3 gündür yıkanmıyoruz, TOMA'yı gönderin” gibi ifadeler eylemcilerin toma, polis ve biber gazı korkusunun üstesinden gelmede mizahı kullanmada oldukça maharetli olduklarını göstermişti. HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş da bu bakımdan maharetini Mersin ve Adana seçim bürolarındaki patlamaların ardından “mesajını aldık, seni hala başkan yaptırmayacağız” açıklaması ve Başbakan Davutoğlu’nun “Demirtaş’a Selahaddin demeyeceğiz” sözüne “Doğrusu ben böyle zekice hamle beklemiyordum. İki üç gündür uyumuyoruz. Çünkü biz bütün seçim kampanyamızı Başbakan bize Selahattin diyecek diye hazırlamıştık. Ne yapacağımızı bilemiyoruz yani. Düşüneceğiz daha. Allah yardımcısı olsun” karşılığıyla gösterdi. Mizahla ortaklık kurma bakımından Gezi Parkı eylemlerinin dilinde futbola (“Alex gitti sen mi gitmeyeceksin”, “Holosko artı bir miktar para versek istifa eder misin?”) popüler kültür ürünlerine (“5. Günün şafağı geçti nerede kaldın Gandalf” vb) , ortak toplumsal davranışlara (Tüp kaçağını çakmak yakarak kontrol eden bir milleti biber gazıyla korkutamazsınız”, “biz sinek ilacının arkasından koşmuş nesilleriz gaz da neymiş) göndermelerde bulunulmuştu. . HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş da miting konuşmalarında herkesin çok iyi bildiği bir güldürü filminden karakterlere başvurarak (halkı ‘Kibar Feyzo’ya, Cumhurbaşkanını ‘Maho Ağa’ya ve Başbakan’ı ‘Bilo’ya benzeterek) mizahın ortaklaşlaştırıcılığını işe koştu. İnsanlar kendilerine gülünmesinden hoşlanmadıkları için gülme haksızlık yapanları yeniden doğru yola sokan bir toplumsal düzenleyici gibi hizmet verebilir[1]   Gezi Pakı eylemlerinde “Polis simit sat onurlu yaşa”, “Polis fuhuş yap onurlu yaşa”, NTV önünde yapılan eylemde taşınan “parası neyse verelim” dövizi “polis koş devleti yıkıp yerine fidan dikiyorlar” duvar yazısı mizahın eleştirileni dönüştürme hedefine örnektir. HDP Eş Başkanı Selahaddin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açılış organizasyonları eşliğinde düzenlediği mitinlere binayen “Evde konserve mi açacaksınız, yufka falan mı açacaksanız çağırın Cumhurbaşkanını gelir” sözleri de mizahi eleştiri yöntemi ile bir haksızlığın düzeltilme çabasına örnektir.  

Gülme bir özgürlük nişanesidir. Mizah korkuların üstesinden gelerek özgür konuşma için alan temizliği yapar. Katı ve kalıplaşmış önyargılar, karşılıklı konuşma halinde gerçek aranırken bertaraf edilir.[2] Sokrates kendi benzetmesiyle bir atsineği gibi sürekli olarak insanları dürtmesinin, rahatsız etmesinin, sorgulayıp utandırmasının nedeni, onların doğru bildikleri her şeyi yıkıp yerle bir etmektir.[3] Gezi Parkı eylemlerinde de sözün dürtmesiyle başlayan bir diyalog vardı.  Eylemciler bu diyaloğu iktidarla, polisle, medyayla, toplumla ve diğer eylemcilerle hatta bizatihi kendisiyle yürüttü. Diyaloğun iktidara ve özellikle de Başbakan Erdoğan’a yönelmesinin bir nedeni de yukarıda bahsettiğimiz “bilme’ye yöneliktir. Başbakan Erdoğan’ın ‘öğrenecek değiliz”, ‘soracak/ iznini alacak değiliz’, “biz biliriz” söylemiyle birlikte düşünüldüğünde eylem dilinde formüle edilen sorular Sokratik diyalog içinde anlamını bulur. Eylemciler bir anlamda Başbakan Erdoğan’a “bildiğinin kesinliğinden emin olma, belki de bildiklerin doğru değildir” çağrısı yapıyordu. Başbakan ile diyaloğa girme suretiyle  onunla bilginin sağlamasını yapmaya girişiyordu. “Bizim gibi 3 tane daha ister misin?”, “Anne ben anayasaya aykırı mıyım?”, Otobüs durağı üzerine yazılan “Demokrasiden geçer mi?”, “Bu kimin polisi?”, “30 yıldır Diyarbakır'ı da bu medyadan mı izledik acaba?”, “Şimdi anladınız mı her Kürd’ün evinde neden çift çanak olduğunu?”, “Yalnızlığın kokusu nasıl Tayyip?”, “Üç beş ağaç bak sana neler yapıyor?” vb. HDP Eş Başkanı Demirtaş da  “Sırat Köprüsü’nden Mersedes ile geçilmiyor” sözü, “Diyanet’ten alınan Mercedes’i ne yapacağız?” sorusu üzerine HDP Eş Genel Başkanı Yüksekdağ’ın “Cemevlerine vereceğiz” yanıtı, “Milli Eğitim Bakanlığı'nı, Maliye Bakanlığı'nı eleştirdiğimizde niye kıyamet kopmuyor da Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir yanlışını eleştirdiğimizde neden bizi dinsiz ilan ediyorlar” ve “Hangi Başbakan, Davutoğlu olan mı?” soruları da sorgulamaya davet eden Sokratik diyaloglara örnek olarak gösterilebilir.

Politikada iknayı odağına yerleştirmiş, karşısındakinin yanıtından çok kendi sözlerini güzel ve etkili söylemeye odaklı, “bırakın sizi aydınlatayım”cı retoriksel tavır yerine (Cumhurbaşkanı’nın İmam Hatip Lisesi’nde aldığı hatiplik eğitimini göz önünde tutalım) davet edici retorik, eşitlik, içsel değer ve özerklik ilkelerine atıf yapar. İşte bu yüzden Gezi Parkı eylemlerinin üzerinden geçen iki yılın ardından İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun özeleştiri mahiyetinde “İkna edici bir dil kullanılsaydı Gezi’de bunlar yaşanmazdı” açıklaması da olumsuzluk atfettiği yaşananlar bakımından daha çok kendi kendini ikna etmeye yönelmişe benziyor. Mutlu, Gezi Parkı eylemlerinin  konuşmasını hiç duymamış, dinlememiş. O zaman nasılsa şimdi de ikna  etmenin peşine düşmüş. Diğer yandan HDP’nin ama özellikle de HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Gezi Parkı eylemlerinin dilini durup dinlediği ve o dille konuşmaya başladığı anlaşılıyor. Demirtaş’ın konuşmaya başladığı bu dil ona seçimlerde seçmenle kurduğu ilişkide olumlu katkı sağlamışsa eğer ki öyle görünüyor, bu da Demirtaş’ın “konuşmayı sizden öğrenecek değiliz” halinden kendini uzak tutabilme başarısından kaynaklanıyor. Egemen politik dilin dönüştürülmesi bakımındansa başarı  Demirtaş’tan önce Gezi Parkı eylemcilerine attir kanımca.

 


[1] Morreal, John. Gülmeyi Ciddiye Almak. Kubilay Aysevener ve Şenay Soner (çev.). İstanbul: İris Yayınevi, 1997, s. 9.

[2] Yücesoy, Sabır.“Sokratik Konuşma Diyalog Mümkün Mü Gerçekten”.Defter, s. 45, 2002, s. 265.

[3] Ağaoğulları, Mehmet Ali. Kent Devletten İmparatorluğa, Ankara: İmge Yayınevi, 2013. s.145.