Ömer Laçiner ile Söyleşi: Sosyalizmin Tarifine Çalışacağız

Birikim Dergisi yazan Ömer Laçiner'le 22 Temmuz seçimleri sonrası AKP'nin temsil ettiği yeni konumu konuştuk. Laçiner, gelinen süreçte Türkiye'de burjuva demokratik devrimin tamamlanmış olduğunu, şimdi sosyalistlere büyük görevler düştüğünü söylüyor.

22 Temmuz seçimleriyle ortaya çıkan sonuçlar, yaşadığımız topraklar için orta ve yakın vadede nasıl bir geleceğin işaretlerini barındırıyor?

Sol jargon içinde konuşursak en kestirme ifadeyle AKP'nin seçim zaferi bizce Türkiye'de gerçek bir burjuva devrimi yaşanmış olduğunu gösteriyor. Süreç içinde bir burjuva devrim tamamlandı ve oturdu. Türkiye'nin otantik burjuvazisi, geleneğiyle, göreneğiyle yüz yıldır iktidar mücadelesi verdiği asker, sivil bürokrata karşı verdiği savaştan galibiyetle ayrıldı. Asker, sivil bürokrat kesim artık bu otantik burjuvazinin belirlediği payla yetinmek zorunda kalacak. Burjuva demokratik devrimin düzeni kendine göre restore etme projesi kapsamında gelişmeler izleyeceğiz. Bu aşamadan sonra sosyalizmin temsil ettiği idealleri savunanların önünde bu idealleri gerçekleştirme hedefi birincil olarak gündemdedir. Toplum, artık burjuva demokratik devrimin gerektirdiği kurum ve değerleri sindirmiştir. Bunu tabii ki kendi tarzı çerçevesinde yaptı.

AKP'nin aldığı oy oranını ve sahip olduğu kitlesel desteği nasıl okumak doğru olur? AKP bazı sol çevrelerin analizlerinde ifade ettikleri gibi darbeye ve militarizme karşı özgürlükçü bir direniş için aktif bir demokratik potansiyeli barındırıyor mu?

Bir sınıf, iktidar olmak istiyorsa toplumsal planda en yakın rakibini yenmelidir. Dolayısıyla AKP gibi bir partinin Türkiye'deki ordu ve bürokratik ittifaka karşı mücadele vermesi, doğası gereğidir. Burada nereye kadar gider, o başka bir sorundur. AKP türü bir parti muhafazakâr bir ideoloji, liberal bir ekonomi ister. Batı burjuvazisinin kendi dinamiği içinde oluşturduğu temel değerlerden çok da farklı değildir bunlar. Bu muhafazakârlık anlayışı, ordunun toplumun zihniyetinde belli bir ağırlığa sahip olmasını dışlamaz, hatta ister de.

Askeri değerler, burjuvazinin kendi değerlerinin önüne koymadığı, ama aynı zamanda çok da geriye atmadığı değerlerdir. Artık Türkiye burjuvazisinin belirlediği koşullarda bu kesimlerle belli bir uzlaşmaya gireceklerdir. Şu anda bu uzlaşmada inisiyatif Türkiye burjuvazisindedir. AKP'nin bundan sonra kendi sistemini oturtması, kazanından temelinde politik açıdan daha muhafazakâr olması beklenebilir bir şeydir. Türkiye'nin karşı karşıya olduğu konjonktürel sorunlar karşısında, özgürlükler meselesinde darlaşmayı savunmaları olasıdır. Bu anlamda bizim sosyalist olmaktan önce yurttaş olarak kazanmamız gerekecek. Ama bizim asıl ağır basan görevlerimiz bu toplumun dönüşümüne ilişkindir; daha doğrudan bir demokrasiden, insanların mutluluk perspektiflerini yenilemeye kadar yeni bir projeyi gündemleştirebilmemiz gerekiyor.

Yurttaşlık hakları bağlamında AKP demokrasi güçlerinin bir öznesi sayılabilir mi?

Demokrasinin ve temel Cumhuriyet değerlerinin kendisine karşı ciddi bir saldırı gelirse, 12 Eylül'de olduğu gibi, siz bu saldırının niteliği gereği buna karşı çıkan kim varsa onunla birlikte hareket edersiniz. AKP, istenilen düzeyde olmasa bile onun kulvarındaki rakipleri sayabileceğimiz CHP ve merkez sağ partilerden çok daha istekli ve kararlı oldu. İktidarlarının ilk dönemlerinde yaptıkları çalışmalar azımsanacak şeyler değil. Bunu söylemek, AKP'nin demokratikleşme hususunda belli sınırları olduğunu bilmediğimiz anlamına gelmiyor.

Solun bağımsız adayları projesi sonuçları itibarıyla öngörülen amaçlara ulaşabildi mi sizce? Gerek örgütlenme sürecinde atılan adımlar gerekse de kampanya döneminde öne çıkarılan temalar, solun gelişimine ve siyasetin toplumsallaşmasına hizmet etmiş midir?

Bağımsız adaylar projesi fena bir fikir değildi. Süre kısıtlamasına rağmen alınan sonuç tabii ki tatmin edici değil. Ufuk Uras seçilmiş olsa bile hepimiz biliyoruz ki bu seçilme, bu kampanyanın kendine mahsus bir kitlesel etkisinden ziyade blok Kürt oylarından kaynaklandı. Eğer Baskın Oran'da olduğu gibi karşısında bir DTP adayı olsaydı bu oyları alamazdı. Dolayısıyla bu kampanyaya başarılı veya başarısız diyebilmek için elimizdeki veriler yetersiz. Bence projenin önemsenmesi gereken noktası; mevcut siyasi alternatiflerin dışında farklı bir sesin iktidarda olmak ve iktidarda belli bir programı uygulamak gibi bir vaadi olmadan belli ilkeleri savunan insanların Meclis'te bulunmasına destek vermeleridir. Bu toplumun vicdanının ve aklının bu biçimde temsil edilmesi başlı başına kazanımdır. Bu adaylar başka türlü bir toplumsal ve bireysel varoluşun ifadesi olabilmeliydiler, ama olmadı. Bu değerler, herhangi bir seçim veya adayı seçtirme hedefi olmadan topluma anlatılabilmelidir.

Seçimden önce BirGün'e veriğiniz röportajda bağımsız aday kampanyası anti-militarist ve anti-milliyetçi şiarların toplumda yaygınlaşmasına hizmet ederse anlamlı olacaktır demiştiniz....

Türkiye'de sol, milliyetçiliğe doğrudan karşı çıkma cesareti gösteremez. Türkiye solu ciddi biçimde milliyetçilikle maluldür ve o bakımdan o kampanyadan böyle bir şey beklenemez. Türkiye solu enternasyonalizmden halen çok uzak. İnsani ve toplumsal varoluşumuzun bütün boyutlarına yeni bir perspektifle bakan bir sosyalist hareket yaratılmalı. İktisat penceresinin dışında yaratıcı anlamda hayatı kuşatan böylesi bir perspektif Türkiye solunda yok. Bu bakımdan solu muhafazakârlaşmış olarak niteliyorum. Türkiye'de sol adına bu kavruk anlayış o kadar yerleşmiş ki insanlar bizim bu yazdıklarımızın sosyalizm değil başka birşey olduğunu söylüyorlar. Sosyalizmi sadece paylaşım konusuna odaklanmış, demokrasi sosuyla tatlandırılmış biçimde algılamakta ısrar ediyorlar. Bu toplumda gerçek bir devrim, metod ve araçlar olarak geleneksel solun kavradığının çok dışında olacak.

Aydınların toplumsal muhalefetin örgütlenmesinde oynaması gereken rol ne olmalıdır? Sol teorinin hegemonik gücünü artırmasının yolları salt kanaat önderliğiyle döşenebilir mi?

19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar aydınlardan söz ettiğimizde bir verinin üzerine konuşuyorduk. Anın işlevinden bahsettiğimizde zaten alt sınıfların düzene karşı bir örgütlü karşı duruşu mevcuttu. Türkiye'de ise sosyalist aydınların zuhur ettikleri tarihten bu yana işçi hareketi yok. Türkiye'deki ilk ciddiye alınabilir işçi hareketinden 1970'lerde söz edebiliriz. Hareket olduğunda aydınların özel rolünden bahsetmiyorduk, çünkü işçi hareketi ve aydınlar birleşmişti. Yani hareketin kendisinin yapması gereken görevleri aydınlardan beklememek lazım. Aydının rolü hiçbir zaman kitlesel bir muhalefetin yerini tutamaz, bunu herkes biliyor. Bu eksikliğin bilincinde olarak konuştuğunda aydınların bir sorun olacağını sanmıyorum. Bizim asıl büyük eksikliğe gözümüzü dikmemiz ve o eksikliği gidermek için çözüm aramamız lazım. Bireyler belli olaylar karşısında tavır alıyorlar, kanaatlerini söylüyorlar... Bunun yeterliliğinden söz edebiliriz, ama bunun niye böyle olduğundan söz edemeyiz. Sol varoşları kaybetti. İşçiler AKP'ye oy veriyor, DİSK'te seçim sandığı kursanız en çok oyu MHP alır; tüm bu veriler sizin varsayımlarınızla çelişiyor. Bunun için hayal kırıklığı içinde saldıracak insanlar aranıyor; aydınlar da bu şekilde akla geliyor. Kanaat önderliği yetmiyor da bu eksikliği gören örgütler niye doldurmuyor boşluğu?

Birikim dergisi sosyalist solun ve toplumsal muhalefetin gelişmesinde kendine nasıl bir rol biçiyor? Bu rolün muhasebesini yapabilir misiniz?

Biz bir teorik dergiyiz. Dergi olarak konunun düşünsel boyutundayız. Biz, tüm eksiklerimize rağmen kimsenin taklitçisi olmadan işimizi özgün biçimde yapıyoruz. Özellikle 80 sonrasında bu konulara dair kaygı duyan, fikir üreten herkesin kolektif planda yer aldığı bir yayın çizgisi izlemeye gayret ediyoruz. En baştan beri 'sosyalizm yeniden tanımlanmalıdır' diyoruz; bu tanımın unsurlarını araştırıyoruz. Türkiye sosyalist hareketi böyle bir çabayı ya anlayamıyor veya kendisi o kadar muhafazakârlaşmış ki ısrarlı çabalarımıza cevaplar alamıyoruz. Sosyalizmin yeni tarifi üzerine ağırlık vereceğimiz bir yayın çizgisini izleyeceğiz.

Örgütlenme ve bireylerin yan yana eylemi sorununa ilişkin günümüze dair yanıt üreten tezler nelerdir sizce?

Bugün sosyalizm öyle illegal, sert, çekirdek unsurlarla gerçekleşecek bir şey değil; bu gericilik üretir sadece. Sosyalizm insanlar arasındaki her çeşit eşitsizliğe karşı çıktığı için hiyerarşik örgütlenme modellerinden kesinlikle kaçınmak zorundadır. Biz o bakımdan 'parti olmayan partiden' söz ediyoruz. Bunu derken yumuşatılmış bir partiden bahsetmiyorum. Hâlâ o geleneksel kafada ısrar eden muhafazakârlar bunu böyle anlıyorlar. Bizce bir parti, sosyalizmi iktidar hareketinden ziyade bir hayat tarzı olarak düşünmelidir öncelikle. Sosyalizm, gündelik hayattan, grupsal ilişkilere, bugünden yaşanmalıdır. Parti, insan hayatının aktığı yerlerde kurulan sosyal örgütlenmelerin koordine edildiği bir yer olmalıdır. Parti, sosyalizm mücadelesinin beyni falan değildir; birtakım adamların millete akıl ve emir dağıttıkları bir yer değildir. İnsana, topluma dair söylemleri ve sosyal örgütlen-meleri koordine eden bir platform olmalıdır parti. Biz ÖDP'ye de bu perspektifi önerdik, ama o insanlar geleneksel düşündükleri için bunlar olmadı. 'Parti olmayan parti' sadece slogan olarak kaldı ÖDP'de. Onlar homojen bir parti istiyorlar.
Biz sosyalizm derken farklı duyarlılıkları olan feministleri, eşcinselleri, ekolojistleri de kapsayan bir anlayışı savunuyoruz, ama geleneksel sol bu insanları içinde kaynaştıracak yaklaşımdan yoksun. ÖDP de bunu yapamadı. Kendini oluşturan grupların 'aman iç kavgadan uzak duralım' kaygısıyla tartışmadan uzak durdukları tuhaf bir zemin oldu. Sosyalizm, insanların tümüne hitap edecek bir bütünsel anlatı kurmak zorundadır; kendinde devrim yapamayan dogmatik bireylerin işi değildir bu.

AB'ye yönelik solun tutumu ne olmalıdır, neleri gözetmelidir?

AB projesinin herhangi bir dış politika unsuru olmaktan öte bir şey olduğunu düşünüyorum. AB salt bir iktisadi anlaşma da demek değildir. AB, toplumları entegre etmeye çalışan bir projedir; şüphesiz ki sınırlılığından ve bu sınırlamanın başka halklara yönelik kibir barındırmasından dolayı eleştirebiliriz. Ancak, AB'nin millet olarak yaşayan insanları daha geniş bir insanlık ailesi olarak kapsamasını göz ardı edemeyiz. Benzer bir teşebbüs Ortadoğu bölgesinde olsa, Türkiye'nin ona da girmesini isteriz. Bizi millet sınırlarının dışına ta-şırabilecek her türlü girişime prensip olarak 'evet' diyoruz.

Avrupa solunda son yıllarda kurumlara yönelik politika ekseninde, radikal demokrasi perspektifinin geliştirilmesinin düzendışı solun kendi programını ifadelendirmesinden daha öncelikli bir hedefe dönüşmesini nasıl tahlil etmek lazım?

Avrupa'da yapılanlar mütevazı planlar gibi geliyor bana; radikal demokrasi falan gibi... Bir defa demokrasiyi şu güne kadar uygulanan biçimiyle, kurumlarıyla kabul etmemiz mümkün değil. Sanal ilişki biçimlerinin gelişmesi ve internetin yaygınlaşması hayatımızda ciddi değişiklikler yarattı; yeni karar alma mekanizmaları doğdu ve gelişti. Artık doğrudan demokrasi meselesini daha ciddi biçimde düşünmeliyiz. Radikal demokrasi diyenlerin önemli bir kısmının savundukları, postmodern zamanlarda ortaya çıkan cemaat, kimlik taleplerine yer açmaya çalışma çabası olarak gözüküyor bana.

Radikal demokrasi perspektifi, sosyalisderin kuramsal tıkanıklığını açabilir mi?

En azından belli konularda bir açılım sağlayabilir. Sosyalizmin iddialarını gerçekten taşıyacak bir proje üretilinceye kadar bizi savunabilecek projeler bunlar, ricat dönemi politikaları. Ben daha iddialı bir şeyden söz ediyorum; biz 25 yıldır geri çekiliyoruz, saklanma psikolojisinden çıkıp amaç ve ilkelerimiz yönünde ideallerimizi taşımalıyız.


KENDİSİ MEVCUT OLMAYAN BİR SOSYALİST SOL, İTTİFAK PROJESİ YÜRÜTEMEZ

Sosyalist solun yerel ve küresel düzeyde ittifak politikaları nasıl şekillenmelidir? Hangi toplumsal kesimler, özneler hangi temelde yakınlıklar, ortaklıklar inşa etmekle yükümlüdür?

Sosyalist sol şu anda ittifak politikası düşünemez, çünkü kendisi mevcut değil; önce kendisini inşa etmelidir. Bugün sosyalist olduğunu söyleyen çevrelerin bu niteliğe sahip olup olmadıklarının ciddi biçimde sorgulanması gereklidir. Bütün insanlar sosyalizmin öznesidir, spesifik olarak birileri bunun sahibi falan değildir. Sosyalizm bir değerler kümesidir, bir varolma biçimidir öncelikle. Sosyalizm enternasyonalisttir, her yerden alacağımız dersler mevcuttur. Ama aynı zamanda yaşadığımız bu topraklara dair amaçlarımız, sorularımız belliyken bunu nasıl gerçek haline getireceğimize kafa yormalıyız. Öncülük, yol göstericilik yapacak birta-' kim merkezler yok dünyada, ben her zaman bunu savundum.


TOPLUMUN BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUĞU MİLLİYETÇİ HAMASETE PRİM VERMEDİ

AKP'nin aldığı oy oranı, İadelerin demokratikleşmeye desteği anlamına mı geliyor?

Oy oranının çeşidi sebepleri var tabii. Enflasyon oranı, paranın değerinin sabitlenmesi, ihracatın artırılması babında başarılı bir iktisat yönetimi gösterdiler. Yoksul kesimler nezdinde olmasa da orta sınıf açısından bunun bir değeri olduğu kesin. Anadolu taşrasında da başka türlü bir benimsenmeyle destek verildiğini görüyoruz; kendilerinden biri gibi olma vasıflarını bu kesimlere iyi biçimde gösterdiler. Türkiye toplumu bugün tıpkı 1950'lerde DP'ye verdiği desteği yükseltmesi gibi AKP'de de aynı şekilde davrandı. Bu desteğin geçici olduğunu söylemek de mümkün gözükmüyor. İnsanların normal, doğal düşüncelerinin paralelinde bir parti görünümü verebildiği için AKP başarılı oldu. Seçim süreci boyunca yükseltilen ciddi milliyetçi kampanyaya karşı İadelerin AKP'ye verdiği oylar, bu toplumun milliyetçi kışkırtmalara karşı aldığı olumlu bir tutuma da denk düşüyor. Milliyetçi hamasete toplumun büyük bir çoğunluğunun prim vermediğini görüyoruz.

Birgün, 14 Eylül 2007