Kadınlar ve Cinsiyetleşmiş Mekanlar

Mimaride toplumsal cinsiyet kavramı ile ilintili mekansal düzenlemeler için “cinsiyetleşmiş mekanlar” (gendered spaces) tanımını kullanmak mümkündür. Cinsiyetleşmiş mekanların en uç örneğini ise kadınlar ve erkekleri ayırmaya teşebbüs eden mekanlar oluşturmaktadır. Bu anlayış tarih boyunca bazen iki farklı cinsiyet için iki farklı mekan yaratmaya çalışmış, bazen de bir cinsiyeti (genellikle kadınları) kısıtlama ve engelleme yoluyla karşı cinsiyete ait olan mekanları genişletmiştir. Bunlara örnek olarak Musevilerin Mechitza’sından ve Müslümanların hicabından bahsetmek mümkündür.

Mechitza, Musevi yasal sistemi Halaha’nın bir parçası olarak, en genel haliyle Ortodoks sinagoglarda erkek ve kadınlara ait bölümleri ayıran fiziksel bir bölücü anlamına gelir. Bu uygulamanın arkasındaki yatan düşünce iki yönlüdür: Birincisi, rastgele cinsel ilişkiye yol açabileceği düşünülen farklı cinsiyetlerin karışmalarını önlemeye; ikincisi ise, farklı cinsiyetlerin dini görevlerini gerçekleştirdikleri sırada “saf” olmayan düşüncelere kapılmamaları için etkileşim içinde olmalarını engellemeye yöneliktir. Mechitza cinsiyetler üzerinden toplumu iki parçaya bölmeye çalışıyor, ancak her iki cinsiyet için eşit mekanlar sunuyor. Kadın ya da erkek kendi cinsiyetine ait mekanlarla donatılıyor.

Hicap ise Arapçada perde anlamına gelir. Her ne kadar çeşitli İslam-şinaslar arasında hicabın sınırları ve yasal statüsü hakkında farklı düşünceler ve yorumlar olsa da, Müslümanlar içinde hicabın, kadınların kamusal alandan uzak tutulmaları ve gayri-şahsi mekanlarda örtünmeleri anlamına geldiği, bunun aileyi ve özellikle kadınları koruyan bir gereksinim olduğu kanaati yaygındır. Hicap da aynen Mechitza gibi kadının ve erkeğin mekanlarını birbirinden ayıran araçlardan biridir. Ancak Mechitza’nın aksine hicap, ayrılma sınırını her iki cinsiyetin mekanlarının ortasında değil kadınların vücutlarının hemen üstünde çizmektedir. Hicap özel mekan dışındaki alanlarda kadın temsilini kısıtlamakla kamusal alanın erkekleştirilmesine ve erkeklerin özel alanlarının genişlemesine sebep olmaktadır.

İster uçarılığı önlemek, ister aileyi korumak, isterse de bazı feministlerin inandığı biçimde farklı cinsiyetlerin farklı ihtiyaçlarını karşılamak için ortaya çıkmış olsun, günümüzün bir çok kültüründe “cinsiyetleşmiş mekanlar” vardır. Bu mekanların çoğu ataerkil geleneğin bir parçası olarak cinsiyet ayrımcılığı yapsa da, bazen kadının toplumdaki rolünü güçlendirmek için “cinsiyetleşmiş mekanlar”ın gerekli olduğundan bahsetmek de mümkündür. Bu sınırlama ve güçlendirme rollerini ayırt etmek için, erkeği kadına üstün gören ve koruyucu söylemlerle kadını kısıtlayan ilk grup uygulamaların, cinsiyetçi bir köke sahip olduklarının altını çizmek, cinsel ayrımcılığa yol açtıklarını ve dolayısıyla insan hakkı ihlaline neden olduklarını kavramak lazımdır.

İnsan hakları perspektifinden baktığımızda ise bir taraftan ayrımcılığı önlemek için mekan düzenlemelerinin cinsiyetler arasında ayırım yapmaması ve her iki cinsiyete eşit olanaklar tanıması gerektiğini vurgulasak da, diğer taraftan, heteroseksüel iktidarın cinsel odaklı algıları ve ürettiği “namus” gibi bazı kavramlar çerçevesinde oluşturduğu birçok baskıdan kadınların özel mekanlarını koruyan ve onları güçlendirmeyi amaçlayan bazı mekansal ayırımların ve pozitif ayrımcılıkların zaman zaman gerekli olabileceğini de söyleyebiliriz. Örneğin en kişisel alan olan bedenin, bireyin isteği dışında başkalarıyla paylaşılmasını engelleme ihtiyacı nedeniyle tuvalet ve duş gibi mekanların farklı cinsiyetlere göre ayrılması dünyanın birçok yerinde yaygındır. Aynı şekilde çoğu ülkelerde özel ve kamusal mekanlarda kadını her türlü şiddetten koruyan kapsamlı yasal düzenlemeler ve kurumsallaşmış sosyal yapılar mevcuttur. Kamusal alanın şiddet görmüş kadınlar için kadın sığınma evleri gibi özel mekanlar tahsis etmesi ister devletlerin ister belediyelerin bir insan hakları sorumluluğu olmuştur. Bunlara ek olarak, farklı ülkelerin farklı kültürel ve sosyal yapıları doğrultusunda ve bu yapların kadınları mağdur ediş biçimleri de göz önünde bulundurularak, başka önlemlerin de alınması meşru görülmelidir.

Özellikle, erkek odaklı kültürel yapılarda, kadınları güçlendirmek adına, uygulamaların öncelikle erkeklere yönelik yasal, sosyal ve kültürel sınırlandırmalar getirmesi gereklidir. Kamusal alanların bir çoğu cinsiyetçi bakışla şekillendikleri; politik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanların birçoğu erkek odaklı oldukları ve eğlence, özellikle de cinsel işçiliği öngören mekanlar ise sadece erkeklere ait oldukları için, kısıtlanmalı, yasaklanmalı ve bazen kaldırılmalıdır. Siyasal ve ekonomik yönetimi hemen hemen kendi tekeli haline getiren, sokak ve kamusal mekanlarda kadınların temsilini güçleştiren, eğlence sektörü gibi birçok alanda kadını meta olarak kullanan ve kendi cinsiyetçi bakışlarını yayımlamak için medya araçlarına sınırsızca erişen erkeğin önüne geçmek lazımdır. Kamusal alanın çoğu zaman kişisel isteklerini tatmin edebilecek bir biçimde şekillendirilmiş olmaları, erkeklerin özellikle cinsellik odaklı özel alanlarının bazen genişleyip kamusal alanın büyük bir kısmını da “fethedebildiği” nedeniyle, sınırlandırmalar direk bu mekanlara yönelik olmalıdır. Bir diğer deyişle erkekler hicaplandırılmalıdırlar.

Bir diğer taraftan ise, kamusal ve özel mekanlardaki erkek iktidarına son vermek amacıyla, kadınlardan yana olan yasal düzenlemelerin yapılması ve erkek mekanlarının sınırlandırılmasının yanı sıra, erkeklerin girmelerinin yasaklandığı birçok kadınlar-arası “birleştirici” (bonding) mekanlar oluşturulmalıdır. Bu mekanlar kadınları bir araya getirerek, onları eğitim, meslek edinme, sosyal ve kültürel statülerini yükseltme gibi alanlarda güçlendirebilir ve bu şekilde onların örgütlenebilmesini ve siyasi temsilini sağlayabilir. Sadece kadınlara ait olan bu mekanların güçlendirici bir rol oynaması gerekliliğine vurgu yaparak, bu mekanların kadın parkları gibi nötr mekanlar değil, kadınlar için sosyal merkezler, eğitim ve kültür kurumları, sivil toplum kuruluşları, dernekler, partiler ve kurumlar içi kadın grup ya da komisyonları gibi pozitif bir etkiye sahip mekanlar olmaları gerektiğini söyleyebiliriz. Bu amaçla toplumu cinsiyetler-arası eşit bir pozisyona götürebilmek için kadınların, erkeklerle eşit paylaştıkları “köprü oluşturan” (bridging) mekanlara ek olarak, mechitzalarla ayrılmış kendi “cinsiyetleşmiş” mekanlarına da ihtiyaçları olduğunu söyleyebiliriz.

(*) Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü