Mevsimi Geldi Artık

Ey benim yurdumun güzel insanı
Belli ki bunca yıl çilen dolmadı
Can verdin, yaş döktün, yerinden göçtün
Sözünün geçmediği ne günler gördün
Mevsimi geldi artık, kokusu dört yanında
Yasemini boynuna, geçir de düş yollara… [i]

Kıbrıslıtürklerin 28 Ocak 2011 tarihinde, Lefkoşa’daki İnönü Meydanı’nda gerçekleştirdiği Toplumsal Varoluş Mitingi’nin ardından Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı “Sen kimsin be adam?” açıklaması, hem Türkiye hem de Kıbrıs kamuoyunda bugüne kadar hep ertelenmiş önemli bir konunun tartışmaya açılmasına mahal verdi. Türkiye ve kuzey Kıbrıs arasında kurulan ilişkilerin mahiyeti, acaba bugüne dek söylenegeldiği üzere, “Ana-Yavru” sevgisinden mütevellit bir “besleyen-beslenen” ilişkisi miydi? Yoksa “Anavatan-Yavruvatan” milli söyleminin içine sıkıştırılan ve bu söylem içerisinde görünmez kılınan bir tahakküm ilişkisi mi?

Türkiye medyasının bazı muhafazakâr, milliyetçi ve “sosyal demokrat” kalemşörlerine bakılırsa, bu soruların cevapları nettir: Kıbrıslıtürkler “kan dökülerek alınmış vatan toprağında” Türkiye’ye karşı “nankörlük” eden “Rum yalakası lavuklar”dır. Tayyip Erdoğan ve kurmayları gibi, bu kalemşörler de, Kıbrıslıtürklerin yapmış olduğu mitingi sadece ekonomik nedenlere indirgeyen ve mitinge katılanların Kıbrıslı Rumlar ile işbirliği yapan “vatan hainleri” olduğunu imleyen milli manzumelerini, artarda dizdikleri yanlış rakamlar ve ideolojik yorumlar ile süsleyerek, Kıbrıs’taki sosyo-ekonomik durumla ilgili dezenformasyon yapmakta beis görmemişler; daha da ötesi, kendilerine biçtikleri “hami” pozisyonundan Kıbrıslıtürklere azar çekmeyi her zamanki gibi görev addetmişlerdir.

Erdoğan’ın bir sömürge valisi edasıyla verdiği demeçler ile başlayan; Cemil Çiçek’in “büyük ağabey” tadındaki aşağılayıcı beyanatları ile devam eden ve nihayetinde mevzubahis kalemşörlerin köşe yazarlarında çoğalan bu milli(yetçi) söz enflasyonu içerisinde, Türkiye’nin Kıbrıs’a bakışını görünür kılan ve son dönemdeki siyasi krize indirgenemeyecek kadar tarihsel olan ideolojik bir duruş vardır: Kıbrıs’ta olması gereken “makbul Türk”, Türkiye’nin on yıllardır Kıbrıslıların iradesini yok sayarak adada uyguladığı her siyaseti “itaatkâr ve uslu bir çocuk” gibi onaylayan ve “sizi biz kurtardık, her dediğimizi yapacaksınız” diyen “Ana” figürüne karşı minnet beyan etmekten başka tek bir söz söylemeyendir.

Tahakkümcü Türk gözü için Kıbrıslıtürkler, daimi bir “eksiklik” (eksik Türk/ eksik Müslüman) üzerinden tanımlanan, dolayısıyla sürekli ne kadar “Türk” ya da ne kadar “Müslüman” olduğunu ispatlamak zorundaymış gibi muamele edilen; bir çocuklaştırma üzerinden aşağılanıp, kültürel ve sosyal farklılıkları yok sayılan ve resmi Türk tezlerinin öngördüğü siyasi projeleri desteklemediğinde ya da çizilen “makbul Türk” sınırları içerisine sığmadığında, “İngiliz Piçi”, “Rum dölü” (ve en son Genç Mücahitler adlı ülkücü bir grubun ürettiği tabir ile “Or…pu Çocukları”) diye tanımlanan insanlardır. Tahakkümcü Türk bakışı için Kıbrıslıtürklerin kendi ülkelerinde nasıl yaşamak istediği önemli değildir. Onlar, tarihsel süreçlerin yaşayan özneleri değil, Türk milliyetçiliğinin diplomatik, jeolojik ve stratejik çıkarları için geliştirilen söylemlerin nesnesidir. Üstelik Kıbrıslıtürkleri nesneleştiren milli(yetçi) Türk bakışı, öyle son yıllarda gelişmiş bir bakış da değildir.

Daha 1950’li yıllarda, Türkiye, Kıbrıs Sorununa resmen taraf olurken, kendi diplomatik savlarının zayıflığını gidermek için Anavatan-Yavruvatan söylemini geliştirmiş ve bu söylem aracılığı ile Kıbrıslıtürklerin bütün sosyal, kültürel, coğrafi ve benzeri farklılıklarını, tek/yekpare bir “ulus” anlatısı içerisinde görünmez kılarak, bu toplumu kendi milli söylemlerinin nesnesi kılmıştır. Bu dönemde ilk defa Pantürkist çevrelerce ortaya atılan ve daha sonra resmi Türk tezi haline gelen ideolojik/jeolojik savlar ile Kıbrıs Anadolu’nun bir uzantısı olarak resmedilirken, Kıbrıslıtürkler de Anadolu Türklerinin “öz soyu”, “ırkdaşı” olarak hikâyelendirilmişlerdir. Lakin bu dönemde dahi, kurulduğu ilk andan itibaren yabancı korkusu üzerine bina edilen ve kültürel farklılıkları potansiyel tehlike olarak gören milliyetçi Türk gözünün, Kıbrıslıtürkleri “makbul Türk” olarak görmediği ve ada halkının “tam/esas Türk” oluncaya dek disipline edilmesi gerektiğini imleyen yığınla milliyetçi metin vardır. Bu metinlerin birçoğunda “Kıbrıs Türkünün eksik olan imanının ve milli faziletinin Türkiye’nin konuya taraf olmasıyla yükselmeye başladığı” söylenir. 1950’lerin tahakkümcü Türk gözüne göre, “makbul Türk”, kendi kültürel farklılığını ifade eden değil, kendisini Anadolu Türklüğü ile eş ve ayrılmaz bir parça olarak tarif edendir. Aksi durumda “eksik Türk/Kıbrıslıtürk” vatan haini ilan edilir ve 1958-59 yıllarında, Kıbrıslı Rumlarla aynı işçi sendikalarında mücadele ettiği için vurulan sendikacılar gibi öldürülür.

1960’lı yıllarda, bu “eksik Türk/Kıbrıslıtürk”ün “tam Türk” olarak disipline edilmesi için Denktaş ve Özel Harp İdaresi işbirliği ile gerçekleşen “Türk’ten Türk’e” ve “Vatandaş Türkçe Konuş” gibi kampanyalar başlatılır. Bu dönemde Kıbrıslıtürkleri “adam etmek” için Türkiye’den gönderilen Celal Hordan gibi “Türk milliyetçileri”, köyleri gezerek insanlar üzerinde baskı ve şiddet rüzgarları estirirken; İngilizce ya da Rumca kelime kullanan “eksik Türk/ Kıbrıslıtürk” falaka ve para cezasına çarptırılır. Türk Glaudiosu, Kıbrıs’ı bir laboratuar olarak seçip adanın taksim edilmesi için çeşitli askeri denemelerini yaparken, “makbul Türk” kabul edilen, “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganına bağlı kalarak adanın bölünmesi için uğraşandır. Aksi durumda “eksik Türk/Kıbrıslıtürk” vatan haini ilan edilir; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşaması için kalem oynatan Cumhuriyet Gazetesi yazarları Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan’a ya da sosyalist Derviş Ali Kavazoğlu’na yapıldığı gibi ona tetik çekilir.

1970’lerde ise “eksik Türklerin” yaşadığı Kıbrıs adasını “tam Türk” yapmak için, Anadolu’dan “orijinal Türkler” adaya gönderilmeye başlanır. Bu dönemde eğitim müfredatından Kıbrıslı olan her şey çıkarılırken, köylerin isimleri Türk komutanların içtiği sigara isimleri (Gelincik, Bafra vb.) ve Anadolu kasabalarının isimleri ile değiştirilir.

Artık gündelik hayattan, siyasi hayata her şeyin “Türkleştirilmesi” ve Kıbrıs’ın bir “Türk toprağı olduğunu cümle âleme ispatlayacak” politikaların uygulamaya konma zamanıdır. Olur da “eksik Türk/Kıbrıslıtürk” bir densizlik eder de “Anasına” karşı gelirse diye, Kıbrıs lirasından Türk lirasına geçildiği bu yıllarda, adanın bütün sektörlerini yavaş yavaş Türkiye’ye bağımlı kılacak “ekonomik önlemler” de “Anavatan” ve Denktaş yönetimince alınacaktır. Bu dönemdeki “makbul Türk”, “Vatan-Millet-Sakarya” nidalarıyla ganimete konup, adanın bölünmüşlüğüne dair tek kelime etmeyendir. Aksi durumda “eksik Türk/Kıbrıslıtürk” vatan haini ilan edilir ve kendi ülkesinden göç etmek zorunda kalır.

1980’lere gelindiğinde, bu sefer de Özal’ın Kıbrıs’a dayattığı ekonomik paketler ile üretim sektörü darmaduman edilecek; Kıbrıslıtürkler ellerindeki işletmeleri tek tek kapatırken, üretime dönük olmayan spekülatif yatırımlara yönlendirileceklerdir. Kıbrıs Sorununun yatırımlar için yarattığı riskli ortam, işsizlik sorununu büyütürken, memuriyeti siyasi şantaj enstrümanı gibi kullanmayı alışkanlık edinmiş Ulusal Birlik Partisi, kamu sektörünü şişirdikçe şişirecek; iş ve aş kaygısı taşıyan Kıbrıslıtürklerin kamu görevi için birbiriyle yarışan insanlar haline getirecektir. Bu dönemdeki “makbul Türk”, Denktaş’ın siyasi ihtirasları sonucunda bir karambola getirilerek kurulan KKTC’nin kuruluşuna itiraz etmeyen; milli törenlerde arzı endam eyleyerek “Anavatana Şükran” naraları atandır. Aksi durumda “eksik Türk/Kıbrıslıtürk” vatan haini ilan edilir; işsiz bırakılır; “pis komünist- Moskof” diye toplumdan izole edilmeye çalışılır.

1990’larda ise, “makbul Türk”, “çözümsüzlük çözümdür” sloganıyla adadaki bölünmüşlüğü kalıcılaştırmaya çalışan; kuzeyde üretilen ürünlerin üzerine KKTC damgası basarak ambargolara açık davetiye çıkaran; Kıbrıs ekonomisinin o güne dek ayakta kalmayı becermiş iki-üç sektörünü de batırarak Türkiye’ye olan ekonomik bağımlılığı katmerleyenler ve Türkiye’den Kıbrıs’a pasaport ile geçişi kaldırarak kayıt-dışı nüfusun kontrolsüz bir biçimde yükselmesini “gelen Türk giden Türk” adı altında meşrulaştıranlardır. Bu dönemdeki “makbul Türk”, 11 Ağustos olaylarında bir Kıbrıslı Rum’un kafasını taşla ezen ülkücüleri Cumhurbaşkanlığı sarayında ağırlayan; dönemin MHP gençlik kolları başkanı Azmi Karamahmudoğlu’nu Kıbrıs’ta ülkücü örgütlenmesi yapması için davet edendir. 1990’ların “makbul Türk”ü, Kutlu Adalı’yı vuranların yolunun Susurluktan geçtiğini bildiği halde cinayetinin delillerini yok eden; askeri operasyonlarla Kıbrıs’taki tarihi eserleri yurt dışına kaçıranları ifşa etmeyen; Türkiye’deki bütün kumarhaneler “Gazino” adı altında adaya aktarılıp ülke kara para aklamanın mekânı haline getirilsin diye düzenleme yapanlardır. Aksi durumda “eksik Türk/Kıbrıslıtürk” vatan haini ilan edilir ve “milli davayı satacak olan Rumcular” diye itham edilir.

2000’li yılların “makbul Türk”ü ise, Kıbrıslı Türklere “soy özürlüler”, “sivrisinekler” diye hakaret eden Sinan Aygünler, Rauf Denktaşlar, Cem Uzanlar, Doğu Perinçekler, Deniz Baykallar, Recai Kutanlar, Mümtaz Sosyallardır. Bu dönemin “makbul Türkleri” Annan Planı’na “Evet” demek için Kıbrıslıtürklerin nüfusunun üçte birinin toplandığı meydana ağır patlayıcılar koyan; mitinge katılanların kapısının altından tehdit mektupları atan; Ankara Ticaret Odası’nda darbe toplantıları yapan; ömürleri boyunca Kıbrıs’a kumar oynamak dışında bir niyetle gelmeyenlere kimlik kartları dağıtan; Kıbrıs Sorunu’nun çözümü için doğan fırsatları bilinçli olarak çöpe atanlardır. 2000’lerin “makbul Türkleri” Kıbrıslı Rumlardan kalan ganimet arazileri haraç mezat satan; hiçbir fizibilite ve altyapı programı olmadan Türkiyeli işadamlarına Kıbrıs sahillerini parsel parsel hibe eden; bu sahillere yapılan otellerde zevk-ü sefa eyleyen Seda Sayanlar, Mehmedali Erbiller, Serdar Ortaçlara alkış tutanlardır. 2000’li yılların “makbul Türkleri”, AKP’nin Kıbrıs’a tepeden dayattığı her türlü siyaseti kabul eden; bütün itirazlara rağmen ülkenin her tarafına dikilen Türk bayraklarından, milli anıtlardan ve camilerden yürüyecek yol kalmazken sesini çıkarmayanlardır. Tahakkümcü Türk gözü için, bu dönemin “makbul Türk”ü, Cemil Çiçek’in, protesto hakkını kullanan sendikacılara “güneydekilere benziyorlar” yakıştırmasını sineye çeken; Recep Tayyip’in Kasımpaşalı ağabey edasıyla sorduğu “maaşın kaç?” sorusuna pisi kedi gibi itiraz etmeden cevap veren; yine Tayyip Erdoğan’ın 28 Ocak mitinginde açılan bazı pankartlar sonucunda “biz miting görüntülerini tek tek inceledik, gereği yapılsın” ültimatomlarına karşı, “bu insanlar da bizim vatandaşımızdır ve kendilerini ifade etmeye hakları vardır” demeyenlerdir. Aksi durumda “eksik Türk/Kıbrıslıtürk” vatan haini ilan edilir; nankör ilan edilir; besleme ilan edilir.

Velhasıl-ı kelam, tahakkümcü Türk bakışı için Kıbrıslıtürkler, tarihin hiçbir döneminde “makbul Türk” olmamıştır. Belirtmek gerekir ki, Kıbrıslıtürklerin de “makbul Türk” olmak gibi bir talepleri olmadığı gibi, ne Türkiye’de yaşayan halklarla, ne de adayı yurt bilmiş Türkiye kökenli insanlarla bir derdi yoktur. 28 Ocak günü İnönü Meydanı’na toplanan insanların talebi, insan hak ve özgürlüklerinin çiğnenmediği, barış ve demokrasinin kurumsallaşabileceği; en önemlisi kendi kendini yönetebileceği bir ülke yaratmaktır. Elbette ki, bu taleplerin milliyetçi Türk gözünün çizdiği buyurgan ve kültürel-özcü sınırlar içerisinden anlaşılması mümkün değildir. Zaman artık hepimizin diline pelesenk olmuş “kan dökerek aldık” ezberinden kurtulma, “milli dava” dışında da bir Kıbrıs’ın olduğunu hatırlama ve hamasetin yerine demokratik talepleri koyma zamanıdır. Kıbrıs ve Türkiye halklarının eşitlik ve demokrasi temelinde başlatması gereken sahici diyalogun mevsimi çoktan beridir gelmiştir; hepimize düşen görev, ortak iyi ve özgürlük için bu mevsime sahip çıkmaktır.


[i] Mevsimi Geldi Artık, (Annan Planı’na “Evet” mitingleri esnasında en çok söylenen Kıbrıs halk şarkısı, söz-müzik: Acar Akalın, 2003)