Kanaat Teknisyenliği Dünyasının Yeni Yıldızları: AKP Medyasının Zorlu İkilisi Olarak Rasim Ozan ve N

I.

Evli çiftlerin nerdeyse dinsel denilebilecek ritüellerinden biri de ev gezmeleri sonrasının genel değerlendirmesinin yapıldığı dönüş yolu konuşmalarıdır. Bu konuşmaların kahir ekseriyetini oluşturan saptamalar neredeyse şaşmaz bir kurala işaret eder: Evine gidilen çiftin bir üyesi daha “iyi”dir. Eşit derecede iyi olan bir karı-koca fikri istisnadır. Bu konuşmaların konusu olan çiftlerin değerlendirilmesinde hep bir “ama” vardır ve o “ama” kadının ya da erkeğin diğerine göre daha sevilen biri olduğu kanaatine bağlanır. Sorum şu: Bir felaket senaryosu olarak, akşam gezmesi etkinliği dahilinde, Rasim Ozan Kütahyalı ve Nagehan Alçı çiftinin evine misafir olsanız, dönüşte kimin daha iyi olduğunu ya da daha sevilesi özellikleri olduğunu söylerdiniz? Soruyu zor mu buldunuz? Çaresiz mi kaldınız? Rasim Ozan’ı ve Nagehan Alçı’yı ekranda her görüşümde ben de böyle hissediyorum.

Ben de böyle hissediyorum ve şunu sormak istiyorum: Nagehan Alçı’nın o fazla yavaş hareket ettiği için kasiyer azarlayan “her koşulda hakkımı ararım ve bunun için sesimi yükseltmekten çekinmem” tınılı, asabi tek kaş kaldırma refleksli agresif beyaz Türk müşterisi tutumu ve Rasim Ozan’ın, Ramazan ayına özgü davul maniciliği geleneğini diğer aylara da aynı bol bağırışlı coşkuyla yayma kararlığını bir potada eritip ortaya çıkan resmi, AKP’nin vücuda getirdiği son dönem medya komposizyonunun ruhunu anlamak için kullanmak mümkün olabilir mi?

II.

Daha önce Birikim’de yayımlanan bir yazıda kanaat teknisyenlerinin temel bir işlevine değinmeye çalışmıştım:

Bir yandan Türkiye’nin artık o “eski Türkiye” olmadığını düzenli olarak anımsatmak, bir yandan da hâlâ “tetikte olmak gerektiğini”nin altını çizmek. Bu bakımdan kanaat teknisyenlerinin AKP iktidarı dönemindeki rolünün ağırlıklı olarak bir tür “teyakkuz ideolojisi” üretmek olduğunu iddia etmek mümkündür. ATV’nin, Zaman, Sabah ya da Star gazetelerinin haber ve yorumlarına, bir yandan “düşman”ı “eski Türkiye” resmine hapsetmeye çalışan, bir yandan da her şeye rağmen yükselmeye başlayan “yeni Türkiye”nin taze köklerinin söküp atılabileceğinden endişe duyan bir dil hakimdir. Bu haliyle kanaat teknisyenleri, büyük ölçüde, konumlarını bir tür hayalet avcılığına vakfetmiş durumdadır. Eski düzenin asli sahiplerinin artık “yeni Türkiye”nin varlık sahası içinde istedikleri gibi hareket edemeyecekleri, artık nefes almalarının mümkün olmadığı sıklıkla anımsatılırken, bir tür zombileştirme refleksi ile göçüp gitseler de her zaman dönebilecekleri ve üstelik bu seferki dönüşlerinin çok ama çok korkunç olacağı dile getirilir. Nizamın dramatik dönüşümünden doğan mutluluğa, tasfiye edilenlerin geri dönebilecekleri korkusunun gölgesi eşlik eder.[1]

Bu bakışın “gurur, endişe, huzur, tedirginlik, mutluluk ve kaygının tarifi zor iç içeliğine dayandığına” işaret ederek “kanaat teknisyenlerinin kitleyi tetikte olmaya ve AKP’nin tüm başarılarına rağmen hâlâ maruz bırakılmak istendiği birtakım kirli oyunlara karşı uyanık olmaya çağıran sesine” dikkat çekmiştim. İşte esnek bir liberal-muhafazakârlık hattı üzerinden söylem devşiren yeni kanaat teknisyenliğinin anlamlı örnekleri olarak Rasim Ozan ve Nagehan Alçı, bu tavrı hem köşe yazılarında hem ekranlardaki varlıklarıyla somutlaştıran ve bu açıdan yakından bakılmayı hak eden figürler bana kalırsa.

AKP döneminin bize bir başka kutlu armağanı olan bu “zorlu ikili”yi tanımlayan ilk temel özellik, memleketin genel resminin uzunca bir süredir ayrılmaz parçası olan bir tür “özgüven patlaması”ndan mustarip olmaları. Söyledikleri her şeyden, yaptıkları analizlerin doğruluğundan, kullandıkları örneklerin tutarlılığından, savundukları şeyin berraklığından, kendi pozisyonlarının şaşmaz doğruluğundan o kadar eminler ki kendilerine karşı kurulan her argümanı bir tür dinden çıkma ya da küfür olarak değerlendirmek eğilimindeler. Gezici engisizyon mahkemesi gibi baktıkları her yerde kötülük görüyorlar.

Hem Alçı hem Kütahyalı televizyonun asli kuralını özümsemiş ve işin temelde performans ve gösteri ayağıyla ilgili olduğunu çözmüş çıkışlarıyla köşe yazarlığından çok televizyon personası olmaya yatkınlar. Köşe yazılarından çok televizyondaki varlıklarının tartışılmasının nedenlerinden biri de bu alanda gösterdikleri üstün ve tabii ki gürültülü performans. İkisinin de muhataplarını dinlerken ve konuşurken her daim tetikte olması, sadece yüksek egolarının bir uzantısı değil, bulundukları alanın zorunlulukları gereği olarak da seçilmiş bir strateji aslında. Açık vermemekle ve ne pahasına olursa olsun tavizsiz bir “benim söylediğim mutlak doğru” tavrıyla geçen yüzlerce programın anlattığı sıkıcı ama önemli hikâyenin tüm numarası, klasik bir anne-baba tavsiyesine dayanıyor sanki: “Kendinizi ezdirmeyin”. Bu tavsiyeyi Kütahyalı-Alçı ikilisinde aşırı ciddiye alan hal, pek tabii ki doğal mecrasına ulaşıyor nihayetinde: Başkasını ezmeye.

Nagehan Alçı’nın Dört Bir Taraf’taki, özellikle “Altan (Öymen) Abi”sine, büyük şirket muhasebecisi ciddiyetindeki Kadri Gürsel’e ve Alçı’nın çizgisini yıllar yıllar önce aşmış/geçmiş/yeniden düzenlemiş Nazlı Ilıcak’a karşı yer yer alaycılaşan tavrı ve Rasim Ozan’ın, gençliğinin kendine yönelik bir “ezilme” gerekçesi yaratmaması için belki de, yakın gördüğü kendinden yaşça çok büyük muhatabına “abi” demek ya da daha formel düzeyde karşısındaki konuğa “sayın” diye hitap etmek yerine “ad/soyad” kombinasyonuyla seslenmesinde (“Ümit Özat bunu bilir”, “Sinan Engin o yılların şahidi”, “Serdar Ortaç seni o gün kim kışkırttı?”, “Latif Şimşek sözümü kesme”, “Gürsel Tekin bağlan, açıkla”) aslında bu halin bir yansıması var: Kendini savunmak için pozisyon almak stratejisini abartıp savunmayı önde kuran bir atak futbol anlayışının yorucu keşmekeşi. Rasim Ozan’ın, yeni kurbanı Serdar Ortaç’ın ona -aradaki büyük yaş farkına rağmen- korkuyla karışık “abi” diye seslenmesinden duyduğu gizli memnuniyeti ve Nagehan Alçı’nın her daim o kendinden çok emin havasını taçlandıran gergin ciddiyetini yaratan şey, onları izlerken gözden kaçırmanın mümkün olmadığı devasa bir ego depreminin artçı sarsıntıları.

III.

Geçtiğimiz günlerde Samanyolu TV’nin, iyilik kötülük mücadesini arka planda tutmaktaki gayretiyle bir televizyon başyapıtı saydığım Carnivàle’a, tekinsiz politik atmosferiyle Homeland’e, karakterlerinin derinliğiyle The Wire’a, çatışma sahneleriyle de mahalle düğününde çıkan kavgalara referans veren dizisi Şefkat Tepe’de, saf kötülerden müteşekkil “Kurul”un toplantısında üstü kapalı olarak Rasim Ozan’dan “ekranlarda boy gösteren ama sadece cebini dolduran bilmem nereli arkadaş” olarak bahsedildi.

Kurtlar Vadisi çizgisindeki mesaj verme kaygılı popüler bir anlatının içine Rasim Ozan’ın dahil edilmesini onun seçtiği kariyer yolunun doğal bir sonucu olarak telakki etmek gerek: Aşırı bir biçimde öne çıkma arzusu. Yoklama alınmadığı zamanlarda da “Ben buradayım” diyen bir cezbe hali. Ve tabii mutlak bir AKP savunuculuğu. AKP’nin hatalarından bile ibretlik hayranlık dersleri çıkaran ve bu hataların nasıl aslında hata olmadığını anlatmaya vakfedilmiş hararetli bir kanaat teknisyenliği mesaisi. Abarttığımı düşünüyorsanız, Başbakan’ın kızlı erkekli yaşama dair açıklamalarını, takımının galibiyetini öven Şenkardeşler Kıraathanesi mensubu sevilen mahalle abisi üslubuyla değerlendiren Rasim Ozan’ın 9 Kasım 2013 tarihli Sabah gazetesindeki yazısının başlığını anımsayın lütfen: “Başbakan Yine Herkesi Şapa Oturttu”.

/
Firuz Kutal

Bu minvalde tıpkı AKP merkezli yeni medya komposizyonunun diğer kanaat teknisyenleri gibi Rasim Ozan-Nagehan Alçı ikilisinin de temel işlevleri; hükümete düşman icat etmek, hükümetin hoşnutsuzluklarını bir düşman öznesinin kurgulanması için kullanmak, hükümete yönelik tehditleri mümkün mertebe abartarak kamuoyuna sunmak, Başbakan ya da AKP mensuplarından birinin yaptığı ve toplum nezdinde kabul görmediği anlaşılan açıklamaların ardındaki meşru ve asıl nedeni/makul gerekçeyi sunmak ve üretmek, kendilerinin bile kabul edemeyeceği türden bir hükümet merkezli tuhaflığı ise “Zaten böyle bir şey olmayacak”, “gündelik politik refleks” ve “gündem değiştirme hamlesi” gibi gerekçelerle önemsizleştirmek ve nihayetinde Yiğit Bulut’u başbakan danışmanlığına götüren yolda bekleyen başka yolcular olarak

bunların hepsini birleştirip hükümete akıl vermek olarak sıralanabilir. Elhak, yorucu bir mesai diyerek; Nagehan Alçı’nın sözünü ettiğim tüm bu işlevlere göz kırpan ve görünürdeki demokratikleşme çağrısını asli kaygıya, yani AKP’nin bekası ve devlet güvenliği meselesine bağlamaya çalışan, 1 Aralık 2013 tarihli Milliyet’teki yazısından (“Aleviler ve Gezi”) bir bölümü hatırlayalım:

‘Gezi olayları ağırlıklı olarak bir Alevi ayaklanmasıdır’ derken anlatmak istediğim tablo bu. Kimse kendini kandırmasın: İlk gün parklarını kurtarmak için koşan gençleri kullanarak ‘bu ülkenin sahibi bizdik, eski ayrıcalıklarımızı yeniden istiyoruz’ feryadını ‘özgürlük çığlığı’ diye lanse etmek isteyenlerle kitleselleşmedi Gezi. Onların yanına sol gruplar ve bazı Kürtler eklendi doğru ama Abdullah Öcalan’ın Gezi’ye yönelik eleştirel çıkışını unutmayalım. O çıkışla birlikte kitlesel bir Kürt varlığından söz edemeyiz protestolarda. Esas kitle Alevilerdi.(…) Bence bu tablo özellikle iktidar partisinin muhakkak görmesi gereken bir tablodur. Yeni Türkiye’nin inşası Alevilerle ilgili adımlar atılmadan tamamlanamaz. Ak Parti bu konuda çok eksik... Gerçek bir dönüşüm ve demokratikleşme Aleviler olmadan olmaz. Başbakan’ın Gezi olaylarını bir de bu açıdan değerlendirmesi şart...

IV.

Küçük bir anekdot: Hummalı Ergenekon sürecinde, Rasim Ozan’ın TSK komuta kademesine yönelik eleştirileri için Başbakan, karşılaştıkları bir yerde, Nagehan Alçı’ya Rasim Ozan’ın çok sert çıkışları olduğunu, bu ülkede bu kadar sert çıkışları yapacak kişinin yalnızca kendisi olduğunu ifade etmiş. Başbakan’ın bu mükemmel esprisini bir legion d’honneur olarak taşıyan Rasim Ozan’ın mensubu olduğu spor programlarında bile çeşitli vesilelerle vurgulanan “Başbakan tarafından çok sevilmesi” meselesinde karşımıza çıkan “Başbakan’a yakın olmak” vaziyetinin; hem Kütahyalı hem Alçı tarafından gururla dile getirilmesinde, insani bir zaaf olarak övülme ihtiyacından ziyade, bu yakınlığın dev bir kalkan olarak gördüğü hayati işlevin farkında olmaları yatıyor.

Başkaları yapsa anında çıkışılacak ve hizaya davet edilecek tutumları, biraz “büyük patrona” olan yakınlıkları nedeniyle geçiştiriliyor. İkisi de “bağlantı insanı” olduklarını saklamıyorlar. İkisine de, özellikle de Rasim Ozan’a, gazetecilik sınırlarını zorlayan bir biçimde sürekli bir yerlerden mesajlar/istihbaratlar/iddialar ulaşıyor. İkisi de bu iddialarla ve başka her şeyle ilgili konuşarak var oluyorlar. Sürekli, mütemadiyen, susmadan, nefes almadan, kesintisiz ama’sız, fakat’sız, lakin’siz, mümkünse sonsuza kadar, hep ve daima konuşan bu çiftin yine ısrarla en çok şikayet ettikleri şeyin kendi konuşmalarına müdahale edilmesi olmasında, onların “hep talep eden” haline uygun bir damar var.

Şunu da ekleyelim: Rasim Ozan da Nagehen Alçı da konumlarını politik aktörler arası bir mesaj verme aygıtı olarak kullanmaktan hiç sakınmıyorlar. Hep bir yerlerdeki rahatsızlığı bir yerlere bir şekilde ileten bol ünlemli bir facebook iletisi gibi, yahut fav’a atılması talep edilen bir twit gibi söylediklerinin önemine koşulsuz iman etmiş bir halleri var. Haklı çıkmak için yaşıyorlar. Zor zamanlarda, kriz anlarında kendilerine yükledikleri kendinden menkul bir arabuluculuk işlevini görünür kılmak istiyorlar. Ekrem Dumanlı’nın Zaman’daki köşesinden Başbakan’a seslenen ve “dershane mezalimi”ne değinen mektubunun hemen ardından Rasim Ozan’ın, dönem sonu dersten geçmek için hocasından ek not isteyen öğrenci edasıyla, gerilimin diğer tarafı olarak Fethullah Gülen’e yönelik yazdığa mektuba biraz da bu gözle bakılabilir: “Muhterem Hocam dün yayınlanan konuşmanızda siz de bu meselenin geldiği korkunç vaziyetten rahatsızlığınızı belirttiniz. Çok haklısınız. Şu an her gün daha da büyüyen bu yangını bir hamlesiyle söndürebilecek kudrette tek ama tek kişi var: O da sizsiniz Hocam.”[2] Aynı hatta Nagehan Alçı’nın –aslında bir temenniden ibaret olan- yazdıklarını anımsayalım ya da: “Şu sıralar herkes cemaat-hükümet çatışmasını konuşuyor. Bu çatışmadan kim galip çıkacak? Kim kaybedecek? Size şaşırtıcı gelebilir ama göreceksiniz: Esas kaybeden iki taraf da olmayacak. Ya kim olacak? Bu iki güç dışında kalan ilkesiz ve oportünist kesimler...”[3]

V.

Kural tanımaz bir New York polisi olan James Dempsey ve kurallara bağlı, soğuk ve güzel İngiliz Harriet Makepeace birlikte çalışmak zorunda kalan iki sıkı polis olarak 1980’lerin TRT’sinde “Zorlu İkili” (“Dempsey & Makepeace”) olarak karşımıza çıkmışlardı.[4] “Adam pisliğin teki çıktı Rıza Baba” gibi klişeleri bize armağan eden Türk polisiyeleri de çok kıymetli işler şüphesiz, ama ne yalan söyleyeyim, onları özlüyorum doğrusu. Belki de bu yüzden Rasim Ozan ve Nagehan Alçı’da her an aksiyona ve çatışmaya hazır Dempsey ile soğuk ama hep doğru anı bekleyen Makepeace’in suretlerini görüyorum. AKP döneminin hakim medya kompozisyonunun tüm hasletlerini şahıslarında cisimleştirmiş bu ikilinin varlığının bir dönemin hikâyesini anlamak açısından kritik olduğunu düşünüyorum.

Memleketimiz gün geçtikçe ucuz bir Western filminin “Biz burada yabancıları sevmeyiz”le konuklarını karşılayan ruh kemirgeni kasabalarına benziyor. Düello öncesi tuhaf bir neşeyle ellerini ovuşturarak merhum adayına hazırlayacağı tabutun ölçüsünü hesap eden mutlu mezarcılara rahmet okutan kanaat teknisyenleri, tekinsiz bir ıslık gibi rüzgârda savrularak önümüzden geçiyor. Umutsuzlukla kasabaya gelecek yeni yabancıyı beklerken biz, yeni dönem kanaat teknisyenlerinin şahikaları olarak Rasim Ozan ve Nagehan Alçı, bu zorlu ikili; sessiz filmlerin, filmin bittiğini seyirciden önce anlayan mutlu kahramanları gibi, Sezercik filmlerinin sonunda kavuşmalarını Sezercik’e sarılarak kutlayan çileli âşıklar gibi, askerliklerinin bitmesine üç gün kalmış, herkesle fotoğraf çektirmek isteyen neşeli kral tertipler gibi, torununun torununu gören ve artık ölmekten korkmayan şanslı ihtiyarlar gibi, dershanelerin üniversite sınavında Türkiye derecesi yapmış dershane tişörtlü, gözlüklü ve mahcup harika çocuklar gibi köşelerinden bize gülümsüyor. Yakından bakın: Bu gülümseyişin ardında bir memleket hikâyesi yatıyor.


[1] H. Bahadır Türk, “AKP ve Kanaat Teknisyenleri”, Birikim, sayı 276, Nisan 2012, s. 32. Yazı, Emrah Göker’in blogundan da okunabilir: http://istifhanem.com/2012/05/12/akpvekanaatteknisyenleri-bahadir/?relatedposts_exclude=3012

[2] Rasim Ozan Kütahyalı, “Hocaefendi’ye Açık Mektup”, Sabah, 27 Kasım 2013.

[3] Nagehan Alçı, “Hükümet Cemaat Kavgasında Kaybeden Kim Olacak?”, Milliyet, 24 Kasım 2013.

[4] Dizinin, çiftin tanışmasına dair bir fikir veren TRT dublajlı versiyonundan küçük bir bölüm için bkz. http://www.youtube.com/watch?v=FF2yfTQTYqY. Dizinin jeneriği için ise bkz. http://www.youtube.com/watch?v=CFfFuwd5L5c.