Kadınların Hayatları Hakkında Ahkam Kesen Erkekler: Metin Solmaz'a Bir Cevap

Kadınlarla ilgili her konu, aynı zamanda toplumu ve o toplumun bir parçası olan erkekleri de ilgilendiriyor. Bu sebeple, erkeklerin de bu konular üzerine düşünmesi, yazması kadar normal bir şey yok. Peki ya “ahkâm kesmek”? Bu nereye kadar “normal”?

Örneğin bir erkek, kadınların –elbette sadece kadınların değil tüm insanların, ancak burada kadınlardan bahsettiğimiz için yazı boyunca böyle kullanıyoruz- en doğal hakkı olan “bedenleri üzerinde söz hakkı sahibi olma” hakkına ne “hak”la dil uzatabilir? Doğum kontrol hapı yahut başka doğum kontrol yöntemleri kullanmamız, bir erkeği neden rahatsız eder? Bizzat bizim bedenimizde konaklayacak bir canlının içimizde yer alıp almamasına karar verme özgürlüğüne sahip çıkmaktan nasıl “fantastik sonuçlar” çıkabilir? Bundan çıksa çıksa “bebek sahibi olmak veya olmamak” çıkabilir! Bunun “fantastik” bulunması ise, en hafifinden “ben çocuk sahibi olmanı istiyorsam olacaksın!” diyen erkek dayatmacılığından, kadının bedeni dâhil sahip olduğu her şeyde kendi kararını dayatan erkek egemenliğinden başka bir şey değildir ki, esas “fantastik” olan budur bizim gözümüzde… Zira çocuk sahibi olmak iki kişiyi de etkiliyorken, ikisinin de bunda rızası olması gerektiğini söylemek doğru değil midir? Bu soruya “evet” yanıtını veren hiç kimse, ne doğum kontrol yöntemlerine, ne de bu yöntemler başarısız olduğu takdirde (cerrahi/kalıcı olmayan ama aynı zamanda %100 garantili doğum kontrol yöntemi keşfedildi de bizim mi haberimiz yok?) kadının kürtaja başvurmasını engellemek kimin hakkıdır ve neden böyle bir hakkı olmalıdır?

Kadınların, kendi bedenini etkileyecek bu temel meselelerden birinde bile söz hakkı sahibi olmasını eleştiren bir zihin, elbette “çocuk gelin” ile “pedofili” arasında bir bağlantı görmeyecektir! Öyle ya, davul zurna dövdürülüyorsa, o kız çocuğunun “çocuk” olduğu, ne fizyolojik ne de psikolojik açıdan yetişkin ve evliliğe hazır olmadığını unutabiliriz! Var olsun düğünler, var olsun toplum onayı! Küçük kız çocuklarının neler yaşadıkları, neler hissettikleri kimin, ne kadar umurunda? Zaten yıllardır birbirini “laik-İslamcı” diye ayrıştırmaktan, suçlamaktan ötesini yapmayan siyasilerin üzerinden yarıştıkları bir konu bu, eh, kokteyle neden bir de yeni ahkâmcılar eklenmesin? Bu öyle bir ahkâm kesme hastalığı ki, nice “solcu” erkeği, sırf varlığı “çocuk gelin” ismiyle vaftiz edildi diye, sırf üstüne kültürel bir örtü örtüldü diye, bunun bir pedofili uygulaması olduğunu göz ardı etmeye yahut küçümsemeye, hatta “aman canım, bu da en nihayetinde kültürel bir mesele, kültür içinde bu normalleştirilmiştir” demeye kadar götürebiliyor. Kültür, kimin kültürü? Daha açık soralım, bu “kültürel kod” kimin işine yarayan bir kültürel kod? Biz bu kültürel kodları kabul etmek zorunda mıyız? Kültür dinamik, değişken bir unsur ve her nesil, aslında kendince kültürü değiştiriyor. Uzun vadede bakıldığında bazı kodlar diğerlerinden daha direngen seyrederken, kimilerinin ise kolayca değiştiğine şahit olabiliyoruz.

Peki bu “kültürel fenomen” yani çocuklarla evlenilmesi “direngen” ise, bunun neden direngen olduğunu hiç sormayacak mıyız? En basiti, “bu kültür içinde normal bir şeydir bu” denilmesi, bunu zihinlerde tekrar tekrar normalleştiriyor, böylece kuşaktan kuşağa aktarılmasını kolaylaştırıyor olabilir mi? Feministlerin başını çektiği bir grup, tam da bu “normal” algısını kırmaya çalışırken, böyle açıklamalar yapılması –hem de güya “ben de bu konuya çok hassasım” sosuyla sunularak- tam da yaratılmaya çalışılan etkiyi kırmaya yönelik bir eylem değil mi? Çocuklarla evlenmenin “bu kültür için normal” olduğunu söyleyerek mi yıkabileceğiz bu algıyı? Bunun kültürel yönünün olduğunu vurgulamakla, çocuklarla yapılan evliliği normalleştirir tarzda konuşmak arasında dağlar kadar fark yok mu?

Bu konuda, yazıda isabetli olan belki de tek tespit, bütün pedofillerin “suçlu” addedilemeyeceğidir. Gerek terapilerle, gerek başka yöntemlerle destek alarak, kendini bu suçtan uzak tutmaya çalışan pedofillerin de olduğu aşikâr. Ortada bir suç eylemi olmadan, birini pedofil eğilimleri var diye “potansiyel suçlu” ilan etmenin ise ne hukuka, ne de insanlığa sığmayacağı açık. Ancak bu durum, bir çocukla evlenen biri için söylenebilir mi? Burada ortada bir “eylem” yok mu? İmam nikâhı –yahut başka ülkelerde başka dinî ritüeller- ile bir çocuğu, toplumsal rızayı da gözeterek “nikahına alma”sı, bizi bu yetişkinin pedofili suçu işlemediğine mi ikna etmeli? Pedofilinin kendi içinde türleri olabilir, elbette her pedofilin profili aynı değildir, ancak bu, çocuklarla evlenmenin bir pedofili türü olmadığı anlamına gelmez. Dahası, “etrafta bu şekilde evlenmiş ve mutlu insanların olması” da, bunun pedofili olduğu gerçeğini değiştirmez – üstelik, erkek yazarın, bir çocuk gelinin yabancılara yaşadıklarını anlatamaması ihtimalini hiç aklına getirmemesi ayrıca takdire şayan! Haydi, bu ihtimali de geçelim, etrafta gerçekten bundan “mutlu” olan çocuk gelinler de olabilir, ancak onların “mutluluğu”, çoğunluğu eziyet çeken çocuk gelinlerin “mutsuzluğu”na karşın bir kanıt gibi kullanılabilir mi? “Ama mutlu olanları da var” gibi bir cümle, sadece birkaç gün önce kendi çocuk haliyle çocuk doğurmaya çalışırken zarar gören, ölen “çocuk gelin”lerin olduğu bir ülkede, nasıl bu kadar pervasızca, nasıl bu kadar “bakın kanıtlarım da var” edasıyla söylenebilir? Bu pervasızlık, bu düşüncesizlikteki gaddarlık, umursamazlık kanımızı donduruyor!

Burada “rıza”nın çok yanlış algılandığı bir durumla karşı karşıyayız. “Çocuk” ve “rıza” kavramının yan yana kullanılamayacağından bihaber bir zihin duruyor karşımızda: Eğer çocuklarda “rıza” aranabiliyorsa, işte tam da o zaman N.Ç. için “rızası vardı” diyen hâkimler noktasına ulaşabiliyoruz. Eğer çocuğun evlilik, tecavüz, yaşının küçüklüğünden yararlanılarak maddi-manevi suiistimal edilmesi vakalarında “çocuğun rızası vardı, mutluydu, o halinden memnundu” gibi suçluyu aklamaya yönelik söylemlerden kurtulabilirsek ancak bu vakaların önüne geçilebileceğini görmek bu kadar mı zordur? Eğer caydırıcı cezalar verilmezse, bu konuda kısa vadede nasıl bir gelişme kaydedebiliriz? “Zihniyeti değiştirmek”, kanunları değiştirmekten daha zor ve zaman alan bir süreçtir; bu gerçekleşene kadar herkesi kendi vicdanına bırakıp “iyi insanlar böyle şeyler yapmaz zaten” deyip, köşemize geçip beklemeli miyiz? O zamana kadar evlendirilen, maddi-manevi sömürülen çocuklara ne diyeceğiz, “pardon, henüz zihniyetler değişmedi, o yüzden siz yandınız, kusura bakmayın, size bunu reva gören yetişkine de hiçbir şey yapmayacağız çünkü sizi kültürel kodlara uygun şekilde yanına aldı” mı?

Pedofilleri tepelemek yerine topluma kazandırmaya çalışalım, kabul, hele hele suç işlememişleri “suçlu” gibi görüp öyle muamele etmeyelim, elbette, peki ama canı yanan, her gün bedeninin kaldıramayacağı fiziksel ve ruhsal yükler altına giren “çocuk gelin” meselesini ne yapalım? Onlara “çocuk gelin” demeye devam ederek zihinlerdeki konumlarını normalleştirmeye devam mı edelim, yoksa bu “kurum”un çocukları mahveden, onlardan düpedüz cinsel anlamda yararlanan yetişkinlerin sırtını sıvazlayan bir durum olduğunu mu inkâr edelim? Bunun, değiştirilmesi zaman alacak bir şey olduğunu yazarımız da kabul ettiği halde, “ama bu kültürel bir şey, buna böyle suç muamelesi yapmayalım” diyerek, buna karşı kesin ve net önlemler almak yerine her gün biraz daha mı vakit kaybedelim?

Bu konuda ve öncelikle kadınları ve kız çocuklarını etkileyen daha birçok konuda, muhafazakâr argümanları bire bir kullanarak bizi şaşırtan “solcu” beylerin, bunun vebalini alabilecekleri bir vicdanları var mı? Yoksa “mesele kadın üzerinde iktidar kurmak ve onların hayatları hakkında ahkâm kesmekse tüm erkekler kardeşleşiyor” mu demeliyiz?

Rousseau’dan bugüne, erkek cephesinde değişen pek bir şey yok anlaşılan. “Kardeşlik”, erkeklerin kardeşliği, haklar “erkeklerin hakları”, kültür “erkeklerin kültürü”… Oysa ki biz çok basit bir şey istiyoruz, kadınların hakları ve yaşamları üzerine ahkâm kesmekten vazgeçin ve ellerinizi kadınların ve çocukların bedenleri üzerinden çekin.