Yeni Anayasanın Uzlaşma Komisyonu'nda Yazımı

I

Ekim 2011’de, 1982 Anayasası yerine daha demokratik bir anayasa yapılması için Parlamento’da Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu. Komisyon, birçok açıdan Cumhuriyetçi ve liberal ideallerin gerçekleştirilmesidir; zira Komisyonun çalışma ilkeleri, katılımcılar arası mutlak eşitliğe dayanır. Buna göre, parlamentodaki bütün partiler Komisyon’a katılacaktır. Partiler komisyonda üçer üye ile eşit şekilde temsil edilecektir; eşit oy hakları, oylarının eşit ağırlığı olacaktır. Komisyon, kararlarını bütün partilerin uzlaşısı ile alacaktır. Partilerden herhangi birinin Komisyon’dan çekilmesi, Komisyon’un dağılma nedenidir. Bu durum her bir partiye veto hakkı verir. Partilerin hepsinin onayı alınmadan, Komisyon’un hazırladığı taslak Anayasa Komisyonu ya da Parlamento’da değiştirilemez.[1] Her siyasi parti, görüşülmesini istediği konuyu Komisyon’a getirebilir. Tartışmalı bir konu üzerinde ya dört partinin anlaşması, ya da önerinin, öneri sahibi parti tarafından geri çekilmesi gereklidir. Bağlayıcı olmasa bile Uzlaşma Komisyonu, Parlamento’da temsil edilmeyen siyasi partilerin, meslek örgütlerinin, sendikaların, dernek ve vakıfların görüşlerini de dinlemiştir.

Uzlaşma Komisyonu’nda somutlaşan, Cumhuriyetçi idealin “herkesin rızasının alınması” ilkesidir. Sadece devlete değil, yasalara ve anayasaya boyun eğmenin meşruiyetinin kaynağı olarak görülen, bu kurumlara verdiğimiz rızadır. Uzlaşma Komisyonu, farklı görüşlere sahip toplumsal kesimlerin ve siyasetlerin rızasını alırken, yapılan yeni anayasa da herkesin uzlaşısına dayandığı için toplumsal meşruiyete sahip olacaktır. Belki de Cumhuriyet’in kuruluşundan beri yakalanamayan ancak özlemi duyulan toplumsal barış ve güven, yeni kurulacak bu “meşru” anayasal devlet ile sağlanacaktır. Uzlaşma Komisyonu, Türkiye’nin ilk Toplumsal Sözleşmesi’ni yazmak amacıyla kurulmuştur. Bu anlayışın benimsendiğini, Meclis Başkanı Cemil Çiçek de belirtiyor. Anayasa, herkesin içinde kendisini bulacağı, “işte benim anayasam” diyebileceği, bütün toplumsal kesimlerin ittifak ettiği, üzerinde uzlaştığı bir metin olmalıdır. Türkiye’nin böylesi bir Toplumsal Sözleşme’ ye ihtiyacı vardır.[2] Komisyon, siyaseti bir vicdan meselesi yapan Rousseau’nun kulaklarını çınlatmaktadır.

Ancak Cumhuriyetçi ideallerin yanında Uzlaşma Komisyonu’nda gerçekleşen diğer bir ideal, sorunların “tartışarak çözümünü” öneren liberal düşüncedir. Komisyon üyesi partiler, hem kendilerinin hem de diğer partilerin toplumdaki karşılıkları, güçleri, aralarındaki gerçek güç dengesi karşısında bir “cehalet peçesi” takarlar[3]; birbirleri karşısında eşit güçte temsil edilirler ve birbirlerine eşit güçte davranırlar. Siyasi güçleri böylece eşitlenmiştir. Böylece eşit görüşlerin konuşması, tartışması için zemin hazırlanmıştır; böylece, siyasi rejimin temel ilkelerinin ne olacağına karar verirler; böylece siyasi partiler, sadece ve sadece savundukları görüşlerin gücü kadar güçlüdürler; en güçlü olan değil, en ikna edici düşünce kazanacaktır. Diyalogla, konuşarak ve tartışarak mutabakat aranacağı, toplumu oluşturan bütün bileşenlerin serbest ve eşit şartlar altında belirledikleri temsilcilerin müzakere edeceği yine Çiçek’in sözlerinde belirtiliyor. Bunun koşulu olarak ise, komisyon üyelerinin siyasi kimliklerinin “Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi” kimlikleri; siyasi sorumluluklarının kamusal sorumlulukları ile perdelenmesi için çağrı yapılıyor.[4] Komisyon, siyaseti bir anlayış ve iletişim meselesi yapan Kant’ın, Arendt’in ve Habermas’ın kulaklarını çınlatıyor.

Liberal, Cumhuriyetçi ideallerin somutlaştığı Uzlaşma Komisyonu, kendi koyduğu esaslara göre çalıştı ve takvimini de kendisi oluşturdu. Buna göre, çalışmalarını 2012 yılı sonuna kadar tamamlamayı hedefledi. Böyle olunca Şubat 2013 itibari ile Komisyon’un anayasa taslağının hazır olması bekleniyordu; ama olmadı. Dört siyasi parti 1 Mayıs 2012 tarihinden bu yana 59 maddeyi görüştü; ama sadece 21 maddede uzlaşma sağlandı.[5] Uzlaşma sağlanan maddeler arasında insan onur ve haysiyeti, temel hak ve hürriyetlerin niteliği, kişi hak ve hürriyetleri, insanın maddi ve manevi varlığı ile bütünlüğü ve korunması, işkence ve insanlık dışı muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği, özel hayatın ve ailenin gizliliği ve korunması, bilim ve sanat hürriyeti, yerleşme ve seyahat hürriyeti var.[6] 25 maddede ise uzlaşma sağlanamadı ve yeniden görüşülmek üzere ayrıldı.[7] Üzerinde uzlaşılamayan maddelerden bazıları ise şunlar: Eşitlik, çocuk hakları, eğitim ve öğrenim hakkı, din ve vicdan hürriyeti, yabancı hakları, düşünce ve kanaat hürriyeti.[8]

Bu durum karşısında Murat Sevinç, Komisyon'un Anayasa yazabilmesinin mümkün olmadığını söylüyor. Bunun nedeni, Anayasa yazımının teknik bir süreç olarak algılanması ve siyasal mücadelenin, siyasetin, görmezden gelinmesidir.[9] Türkiye demokrasisinin en önemli sorunlarından biri olan Kürt halkının hak ve özgürlükleri sorunu yasal-hukuksal bir mesele olarak algılanıp anayasa ile çözüme kavuşturulacağı düşünülmüş, yasal düzenleme tartışmaları Kürt siyaseti ferahlatılmadan yapılmış ve bu süreçte siyaset geri plana itilmiştir.[10] Siyasi sorunların hukuka devrinin ve bu sorunları yasalar aracılığıyla çözme girişiminin neticesi Uzlaşma Komisyonu örneğindeki gibi başarısızlıktır.

Siyasetin yerini hukuka bıraktığı inancı, demokrasinin “hukukun üstünlüğü” ile eş tutulmasının ve hukukun üstünlüğünün egemen kılınması ile hayata geçeceği düşüncesinin bir uzantısıdır. İyi yöneticilerle değil, iyi yasalarla yönetilen toplumlarda düzenin sağlanabileceği düşüncesi çok gerilere götürülebilir; ancak yukarıda bahsi geçen liberal ve Cumhuriyetçi siyaset felsefesinin günümüz temsilcilerinde de bu bakış açısı yaygındır. Bu yaklaşım, demokratik iktidarı halk egemenliği olarak ele alır.[11] Bu nedenle demokrasi, halk egemenliğinin halkın temsilcileri aracılığıyla kullanıldığı parlamentonun faaliyetiyle özdeşleşir. Parlamento, halka münhasır bir iktidar olan yasama iktidarını kullandıkça halk egemenliği de hayata geçmiş olur. Halkın yaptığı yasaları devlet ve toplum üzerinde egemen kılacak olan ise hukukun üstünlüğüdür. Hukukun üstünlüğü, yasaların genelliğini, yaygınlığını ve iktidara üstünlüğünü kurarken, yasalar aracılığıyla demokrasinin de üstünlüğünü kuracaktır.

/

Böylece demokratik iktidar, hiçbir pürüze takılmadan yerini yasama faaliyetine, yasa yapımına bırakır. Artık demokrasi, yasaların ve yasa yapım faaliyetinin nasıl gerçekleştiğinin bir türevidir. Başka bir ifadeyle demokrasi, kendinden menkul bir siyasi iktidar biçimi olmaktan çıkmış; başka bir iktidar biçiminin, parlamentarizmin,[12] bir niteliğine dönüşmüştür. Aristoteles’ten bu yana demokrasi iki temel ilkeye dayanır: Eşitlik ve özgürlük.[13] Demokrasinin bir iktidar olma niteliğinin baskılandığı ve siyasetin, yerini yasamanın ve hukukun üstünlüğüne devrettiği bir durumda ise eşitlik ve özgürlük, yasa yapma teknik sürecinin, bir prosedürün, nitelikleri olurlar.[14] Bu doğrultuda siyasetin tartışılması da hangi prosedürün farklılıkların katılımına daha açık, daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, daha tartışmacı, daha akılcı olduğunun belirlenmesine yerini bırakır.[15]

Uzlaşma Komisyonu’nun Anayasa yazma prosedürü tartışmacı, eşitlikçi, özgürlükçü; demokratik idi. Ancak başarısız oldu. Burada başarısız olan, Komisyon kadar, liberal Cumhuriyetçi felsefenin demokrasi, hukuk ve siyaset anlayışıdır da. İşte Sevinç, Uzlaşma Komisyonu’nun işleyişini eleştirirken, aslında bu anlayışı da eleştirmektedir; siyasetin yerini hukuka bırakmasını, siyasi sorunların hukuki sorunlar gibi gösterilip, teknik, prosedürel, yasal araçlarla çözülmeye kalkışılmasını eleştirmektedir. Sonuç, salt hukuki girişimlerin; hukukun, siyasetin bittiği yerden başlatılmasının başarısızlığıdır, deniyor.

Eksik deniyor. Sonuç, siyasetin yerini hukuka bırakmasının başarısızlığı değil; bu inancın, liberal Cumhuriyetçi felsefenin bu tespitinin yanlışlığıdır.

II

Sevinç’in eleştirileri eksiktir. Uzlaşma Komisyonu’nun hukuki, teknik girişimlerinin siyasi alandaki gelişmelerle tamamlanması gerektiğini; Anayasal hak ve özgürlükler sorununun hukuk ve siyasetin koordinasyonu ile çözülebileceğini öneren bu eleştiri, hukuk-siyaset dikotomisini korumakta; koruduğu için de eksik kalmakta, somut durumu sorgulayamamaktadır. Hâlbuki, Uzlaşma Komisyonu’nun Anayasa yazımı ve Kürt halkının hak ve özgürlükleri sorununu yasalar marifetiyle çözülecek hukuki bir soruna dönüştürdüğü ve siyaseti dışladığı tespitinin kendisi yanlıştır. Bir ülkenin Anayasasının yazımı, ne zaman, nerede salt teknik ve hukuki bir mesele olmuş ve siyasetin dışına çıkmıştır ki şimdi Uzlaşma Komisyonu’nda çıksın? Çıkmamıştır. Yahut, dünü ve bugünüyle karşımızda duran Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürtlerin hak ve özgürlükleri sorunu, nerede, ne zaman siyasetten arındırılıp teknik bir meseleye indirgenmiştir ki şimdi Uzlaşma Komisyonu’nda indirgensin? İndirgenmemiştir. Peki, AKP gibi iktidar aşığı ve iktidar alışığı olmuş bir çoğunluk partisi, siyasi sorunları bir Komisyona nasıl bırakmıştır? Siyaseti ve devlet yönetimini elinde toplamak ve sayısal üstünlüğünü kullanarak tahakkümü altına almak; diğer partileri karalayarak[16], kapatarak[17], cezalandırarak[18] tek parti egemenliğini kurmak için on yıldır yasal ve gayri-yasal yolları kullanan AKP, hem de iş tam da anayasa yazmaya gelince, nasıl olmuş da siyasi sorunları bütün partilerin eşit hak ve güce sahip olduğu bir komisyona bırakmıştır? Bırakmamıştır. Liberal Cumhuriyetçi felsefenin önermeleri yanlıştır.

Türkiye Cumhuriyeti için anayasa yazımı ve Kürt halkının hak ve özgürlükleri, hiçbir zaman siyasetten bağımsız düşünülemez ve Komisyon’da da düşünülmemiştir. Uzlaşma Komisyonu’nun yeni anayasa yazma işlevi hukuki değil, siyasidir ve Komisyon, bu siyasi işlevini; yeni anayasa yazamama, hak ve özgürlükler sorununu çözüme bağlayamama işlevini başarıyla yerine getirmektedir. Siyaset, Uzlaşma Komisyonu’nun anayasa yazma faaliyetinin başladığı yerde kesintiye uğramamıştır. Komisyon, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir. Zira anayasal bir devlette siyaset çoğu zaman, hukukun teknik manipülasyonundan öte bir şey değildir.[19]

Komisyon’da varılan sonuç açısından şaşırtıcı olan partilerin kırmızı çizgileri üzerinde diretmeleri değil. Zira Kürtçenin eğitim dili olmasını kabul etse MHP Türk milliyetçisi; Kürtçe eğitim talebinden vazgeçse BDP Kürtlerin partisi olarak kalmazdı. Ya da en azından MHP ve BDP, en azından anadilde eğitim konusunda anlaşabilselerdi, Kürtçenin eğitim dili olması sorunu Parlamento’da, parlamenter siyaset ile çözülürdü; partiler arası gerçek güç dengesini yansıtmayan, yapay bir komisyonun kapalı kapıları ardında değil. Bu nedenle, Devletin Türklüğünü ve Kürt halkının haklarını düzenleyen normlar üzerinde Türk milliyetçileri ile Kürt siyasetçilerinin tartışarak uzlaşmaları ve bir karara varmaları beklenemez: Biri etnik eşitliği diğeri etnik eşitsizliği savunan iki siyaset, etnik bir sorun karşısında tartışarak uzlaşamaz. Bu iki siyasetin tartışarak üzerinde uzlaşabileceği yegâne nokta, “bütün insanlar iyidir”, “bütün insanlar eşittir” genelliğine sahip soyut “insanlık” ortak paydasıdır. Öyle de olmuştur. Komisyon’un üzerinde uzlaşma sağladığı maddeler “insan onur ve haysiyeti”, “insanın maddi ve manevi varlığı”, “temel hak ve hürriyetler” dir. Kimdir bu “insan” peki? İş bahsedilen insanı somutlaştırmaya ve kimliğini tespit etmeye geldiğinde ise Komisyon, eğitim ve öğrenim hakkında; din, vicdan ve düşünce hürriyeti konularında uzlaşamamıştır. Benzer bir çatışma, biri parlamenter rejimi, diğeri başkanlık sistemini savunan CHP ve AKP için de geçerlidir. Bu iki parti yasama ve yürütme ile ilgili maddeler üzerinde konuşarak uzlaşamaz. Mesele de tam da budur: Kimse uzlaşmalarını beklememektedir. Bize aşikâr olan, herkese aşikârdır. Komisyonun gerçek işlevinin tahlili, bu aşikâr durumun kabulü ile başlar.

Görüşleri birbirlerine taban tabana zıt partilerin Kürt halkının hak ve özgürlüklerini ve başkanlık sistemini tartışacağı bu Komisyon, ilgili anayasa maddelerini karara bağlayamayacağı koşullarda kurulmuştur. Komisyon ancak ve ancak bu konuları tartışabilir, tartıştırabilir; ama mutlak eşitlik ve karşılıklı veto hakkı koşulları altında karara bağlayamaz. Komisyon, Ekim 2011’de bir müzakere komitesi olarak kurulmuştur; bir karar alma merci olarak değil. Siyasi işlevi de bu noktada ortaya çıkar. Komisyonun başarısı, anayasal hak ve özgürlük taleplerini tartıştırarak sivil toplumdan ve AKP’yi destekleyen liberaller ve Kürtlerden daha demokratik bir anayasa için gelen baskıları soğurmak ve bu konularda karar verilmesini ertelemektir. Komisyonlar kurarak, temsilciler atayarak, tartışma ve müzakere imkânları yaratarak AKP, siyasi mekanizmaları çalıştırmakta; devleti yönetmektedir.

İktidarının bu aşamasında, hem geçmişte yaptıklarını hem de gelecekte yapabileceklerini değerlendiren Recep Tayyip Erdoğan’ın bir uzlaşı metnine ihtiyacı yoktur. AKP anayasayı tek başına değiştirebilecek durumdadır. AKP’nin kendi hazırladığı anayasa değişiklik taslağını referanduma götürebilmesi için 330 milletvekilinin oyuna ihtiyacı var. Bu da 5-6 milletvekilinin AKP’ye transferini, referandum ile anayasanın değiştirilmesi için yeterli yapıyor. Bir diğer ihtimal, AKP’nin CHP ya da MHP ile uzlaşarak 367 milletvekilinin oyuna ulaşması ve referanduma gerek kalmadan parlamentoda anayasayı değiştirmesi.[20] Recep Tayyip Erdoğan niyetinin, Komisyonun uzlaşı metnini değil, AKP’nin kendi hazırladığı anayasayı kabul ettirmek olduğunu Ekim 2012’den bu yana yaptığı açıklamalarda da belirtiyor.[21] Dahası, Komisyon’un çalışmalarını başkanlık sistemi tartışması ile tıkayan da AKP’nin kendisidir. AKP başkanlık sisteminin görüşülmesine dair Komisyon’a öneri veren tek partidir; diğer 3 parti parlamenter sistem önerisinde bulunmuşlardır. AKP’nin başkanlık sisteminin görüşülmesinde ısrar etmesi ise, Komisyonun çalışmalarını tıkamıştır.[22]

Bu durum şunu gösteriyor: Partiler arası uzlaşma sonucunda hazırlanan bir metnin yeni anayasa olarak kabul edilip edilmeyeceğini görmek için Recep Tayyip Erdoğan’ın Komisyon’a biçtiği süre olan Mart 2013’ü beklemeye gerek yoktur. Bu karar, mutlak eşitlik ve veto hakkı koşullarında partilerin Kürt sorunu ve başkanlık sistemi üzerinde uzlaşmaya varamayacakları aşikâr iken, anayasa yazımını Komisyon’a devrederek Ekim 2011’de yine Recep Tayyip Erdoğan tarafından hali hazırda verilmiştir.

Uzlaşma Komisyonu, eşitlik ve özgürlük koşullarında tartışarak anlaşmayı ve bir sonuca varmayı hedefledi; ancak bu eşitlik, özgürlük ve rıza dengesini bozan iktidarı hesaba katmayı unuttu. Siyaseti bir vicdan, bir anlayış ve bir iletişim sorunu olarak sunup, onu hukukla sınırlamaya çalışan düşüncenin aksine siyaset, her şeyden önce ve hala bir iktidar meselesidir ve iktidar, hukukun içinde erimemektedir. Aksine, hukuka rengini, niteliğini, değerlerini veren; iktidarla tanımlı siyasetin rengi, niteliği ve değerleridir.[23] Yeni anayasanın Uzlaşma Komisyonu’nda yazılması girişiminin akıbetinden görüldüğü üzere, demokratik olmayan bir siyasi iktidar, anayasayı demokratik bir şekilde yazamaz, hukuku demokratik bir şekilde işletemez, devleti demokratik bir şekilde yönetemez. AKP, parlamenter sistemle barışık olamayacak kadar müzakere, tartışma ve farklılıkların temsiline yabancı ve düşman bir iktidar iken, böyle bir iktidarın siyasi karar alma hakkını daha dar, daha eşitlikçi ve daha tartışmacı bir komisyona devredeceğini düşünmek kendimizi kandırmaktır. Bugün anti-demokratik AKP iktidarı sorunu o kadar şiddetlidir ki; hiç bir hukuka, hiçbir komisyona ve ki parlamentoya sığmamaktadır.


[1] www.yenianayasa.tbmm.gov.tr

[2] 19.10.2011 Radikal, www.radikal.com.tr

[3] Rawls, John (1999) Theory of Justice. New York: Oxford University Press

[4] 19.10.2011 Radikal, www.radikal.com.tr

[5] Mumcu, Özge “Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Kısa Bir Değerlendirme Notu”, 18.01.2013, www.t24.com.tr

[6] Bilir, Faruk “Anayasa Uzlaşma Komisyonu ve Yeni Anayasa Yapım Süreci”, 23.07.2012, www.ankarastrateji.org

[7] Mumcu, 2013

[8] Bilir, 2012

[9] Sevinç, Murat “Kürt Sorunu Bağlamında Bazı Anayasal Tartışmalar”, 22.12.2012, Birgün Kitap

[10] ibid.

[11] Habermas, Jürgen (1996). “Three Normative Models of Democracy” içinde Benhabib, S. (ed). Democracy and Difference: Contesting the Boundaries of the Political. New Jersey: Princeton University Press

[12] Parlamentarizmin kendi başına bir yönetim şekli ve iktidar biçimi olduğu düşüncesi için bakınız Schmitt, Carl (1985). The Crisis of Parliamentary Democracy. Massachusetts: MIT Press

[13] Aristotle (1981). The Politics. Harmondsworth: Penguin; Held, David (2006). Models of Democracy. Cambridge: Polity Press, s.16

[14] Habermas, Jürgen (1996). Between Facts and Norms: Contributions to a Discourse Theory of Law and Democracy. Cambridge: Polity Press

[15] Habermas ve Rawls arasındaki tartışmanın güncel durumu için bakınız Finlayson, James Gordon; Freyenhagen, Fabian (2011). Habermas and Rawls: Disputing the Political. New York: Routledge

[16] MHP’nin 2011 seçimleri öncesi yaşadığı ve AKP’nin seçim malzemesi yaptığı kaset skandalları

[17] 2009 yılında kapatılan DTP

[18] Belediyeleri yolsuzluk suçlamaları ile soruşturmaya uğrayan CHP ve yerel yöneticileri KCK davası nedeniyle hapiste tutulan BDP

[19] Schmitt, Carl (2008). Constitutional Theory. Durham: Duke University Press, s. 14

[20] Ergin, Sedat, “Erdoğan'ın en zor kararı yaklaşıyor” 06.10.2012, Hürriyet, www.hurriyet.com.tr

[21] 03.11.2012 Milliyet, www.milliyet.com.tr; 28.12.2012, www.haber7.com; 31.01.2013 Radikal, www.radikal.com.tr

[22] 29.01.2013 Radikal, www.radikal.com.tr

[23] Schmitt, 2008, s. 65