HDP’ye Linç Girişimleri – Milliyetçiliğin Çatallı Yollarının Aynı Yerde Buluşması

Urla, Aksaray, Ordu, Giresun’dan sonra en son Fethiye’de de HDP’ye bir linç girişiminde bulunuldu. Manzaranın bir kısmı tanıdık bildik ülkücü milliyetçilerden mürekkepti. Manzaranın diğer kısmı ise bir hayli ilginçti. Arkasında linç edilerek öldürülmüş Ali İsmail Korkmaz’ın isminin yazılı olduğu Fenerbahçe formasıyla linç girişimine katılanlar, demokrasi sloganları atıp HDP’nin seçim bürosunu açmasını engellemek isteyenler, faşizme karşı omuz omuza deyip Kürtlerin işlettiği dükkânlara saldıranlar…

Bu manzara insanların yaşadığı basit bir kafa karışıklığının tezahürü müdür? Hemen cevap vermeden mevzunun karmaşıklığını bir adım daha öteye götüren bir gözlemi aktarayım. Bu “protestonun” örgütlendiği sosyal medya sayfasındaki eylem fikirlerinden biri dikkatimi çekti. Kullanıcılardan biri bir fotoğraf paylaşmış ve altına bir “strateji notu” düşmüştü. Fotoğraftaki genç ters çevrili bir beyzbol şapkası takmış, spor tarzda diyebileceğim bir kıyafet ve spor ayakkabısı giyinmişti. Fotoğrafın altına da şöyle bir not düşülmüştü: “Onların doğulu kıyafetleri varsa bizim de batılı kıyafetlerimiz var. Yarın herkes böyle giyinsin eylemde.”

Şimdi bu gençlerin Batılılıktan ne anladıkları veya o tarzda giyinerek ne ölçüde Batılı oldukları ayrı bir tartışmanın konusu. Fakat şu bir gerçek ki bu kitle, batıya ve batıyla eş tuttuğu “modernizm” fikrine kuşkuyla bakan, bu modernist değerlerin en radikal savunucusu olduğunu düşündüğü sosyalistlere ve komünistlere karşı bir zenofobya besleyen “klasik” tipte milliyetçi kitleden farklılaşmış bir sosyolojik gruba işaret ediyor. Kafalarındaki negatif batı algısı yerini kendilerinin de sahiplenebildiği olumlu bir batı algısına bırakmış olacak ki böyle bir batı imajını sahipleniyor, bu imajı kendi kimliklerini “öteki”nden ayıran unsurlardan biri olarak görüyorlar.

Fethiye bu iki milliyetçi tipin –Batı imajından huylanan klasik tip ve Batı imajını sahiplenebilen yeni tip– birbiri içine en çok girdiği yerlerden biri gibi gözüküyor. Belediye seçimlerinde MHP adayı %41 oy ile birinci, CHP adayı %26 ile üçüncü gelirken, genel seçimlerde CHP %36,5 oyla ikinci, MHP %17,5 oy ile üçüncü geliyor. Buradan hareketle ve kabaca bir tahminle milliyetçi oyların sosyal gruplar arasındaki akışkanlığının bu bölgede bir hayli yüksek olduğunu dile getirmek mümkün.

Milliyetçi dalganın tavan yaptığı 2000’lerin başlarında AK Parti’ye karşı “solcular CHP’ye, sağcılar MHP’ye oy versin” çağrıları yapanların kafasında ulusalcılık ile milliyetçilik “anti-emperyalizmin” varyantları olarak tahayyül ediliyordu. Solcu ve sağcı olarak nitelendirilen kitleler arasındaki fark seküler bir hayat tarzına sahip –çoğunlukla- şehirli seçmen ile daha mütedeyyin bir hayat tarzına sahip – çoğunlukla- kasabalı seçmenin farkına indirgeniyordu. Fethiye’deki kitle bu minvalde yapılan sol-sağ ayrımını nispeten boşa çıkarırken ulusalcılığın ve milliyetçiliğin içeriğinin aynı olduğunu bir kez daha gösterdi. Görüldü ki ulusalcılık, aynı görüşü savunsa da kendini Sivaslı Kırşehirli “doğulularla”, “köylü tipli adamlarla” bir tutmak istemeyen, batılı imajını benimsemiş kesimlerin bu kaygısını gidermeye yönelik üretilmiş bir kavramdı.

Fakat muhtevası milliyetçilikle aynı olan bu kavram bu kesimleri rahatlatmanın dışında somut bir duruma daha yol açtı. Ulusalcılık, sol kavramını boş bir anti-emperyalizm söylemine indirgemek ve içini boşaltmak suretiyle sol eğilimli insanlara solun –Bobbio’nun tespitiyle– eşitlikçilik ve ezene karşı zayıfın yanında olmak gibi temel ilkelerini unutturdu. Hal böyle olunca linç edilmiş Ali İsmail Korkmaz’ın adının yazılı olduğu Fenerbahçe formasıyla linçe koşan “solcular” ortaya çıktı.

Bu zenofobik ülke manzarasının son kısmını da Fethiye olaylarında “kontrollü gerginlik” politikasını uyguladığını tahmin ettiğimiz hükümet oluşturdu. Medyanın kamuoyuna “HDP’nin seçim bürosu açılışındaki gerginlikler” olarak lanse ettiği bu linç girişimleri, tam da Ak Parti’nin seçimler öncesinde HDP’nin gerginliklerle, şiddetle anılması stratejisinin çalıştığını gösteriyor. Linç girişimi yapanlara verilen bu zımni destekten bağımsız olarak Ak Partili yöneticilerin ve tabanının da bir hayli zenofobik olduğunu söylemek de mümkün. Tayyip Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu söyleyip onu bu yüzden yuhalatması ve kitlesinin de bunu yuhalaması, ODTÜ’lü öğrencilerin eyleminde ateist ve solcuları terörist ilan etmesi bu olguya verilebilecek örnekler arasında. “İmam-cemaat ilişkisinin” çok hassas olduğu bu kesimde başbakan böyle özensiz, zenofobik bir dil kullanınca çevresindekilerin de coşması kaçınılmaz oluyor. Zafer Çağlayan’ın başbakandan aldığı güçle “bunları bize bir Yahudi, bir ateist, bir Zerdüşt yapsa anlarım…” diyerek Yahudilere, ateistlere ve –hâlâ mevcutsa- Zerdüştlere karşı nefret suçu işlemesi bu kesimin zenofobyayla ilintili zihniyet kalıplarına dair ipuçları veriyor.

Son olarak tüm bu manzaraya Hrant Dink cinayetine milliyetçi ortamı körükleyerek destek veren ve daha sonra Ergenekon davasında tutuklanıp cezaevine gönderilenlerin şimdi tahliye olması durumu da eklendi. Dolayısıyla bu durumun da milliyetçilik dalgasına yeni bir enerji getirmesi beklenebilir. Milliyetçiliğin, zenofobyanın her yerden fışkırdığı bir ortamda bunun somut eylemlere, linç kampanyalarına dönüşmesi de epey muhtemel gözüküyor. Ülkenin sağı zenofobya ile doldurulmuşken soluna da yıllardır enjekte edilen bu zehir, terazinin ezen kefesinde bulunan kesimin ezilen kefesinde bulunan kesime gitgide ağır basmasıyla sonuçlanıyor. Bu milliyetçi zenofobik ortamdan pay kapmaya çalışırcasına sağcı adayları yerel seçimlerde aday gösteren merkez sol partiler veya Gezi’de “ay yıldızlı bayrak faşistlerin elinden halkın eline geçmiştir” gibi ifadelerle sağ popülizme alet olan sosyalist sol partiler ne yazık ki bu dengesizliği derinleştiriyor. Hâlbuki çatallanan milliyetçiliğin Fethiye’de tekrar birleşip entegral bir linç kampanyasına dönüşmesinin işaret ettiği sosyolojik olgu ve genel olarak ülke çapında zenofobik söylemin hâkimiyeti ancak sol değerlerin, eşitlikçi ve ezilenin yanında saf tutma kültürünün tekrar tesis edilmesiyle dengelenebilir. Bunun için öncelikli olarak pek nazlı davranan sosyalist ve sol güçlerin, daha sonra da tüm demokratların en kararlı bir biçimde HDP’ye omuz vermesi gerekmektedir. Aksi halde milliyetçiliğin, zenofobyanın her an yaratabileceği linç kültürünün maliyeti ağır olabilir.