Hayırlısı!..

“Biz ülkemizin menfaatleri neyi gerektiriyorsa bunun güvenliğinden tutunuz, alacağımız neticeye karşı her şeyin tedbirini alırız. Eğer bu ülkede, bu ülkenin yönetimleri, ülkesinin güvenliği noktasında samimi davranamadığı takdirde, bunun her türlü güvenlik mekanizmaları vardır. Bu kadar basit midir bu ülkenin vatan toprakları üzerinde yatırım yapan küresel sermaye, şu dinden, bu dinden geldi diye 'Eyvah Türkiye elden gidiyor' demek. Bu kadar kolay mı? Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Bunların üzerinde durarak bir düşünmek lazım. Ama aklıselim ile bunların üzerinde düşünülmedi. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Bu hatalara zaman içerisinde zaman zaman biz de düştük ama aklıselim ile düşününce şuralarda ne gibi yanlışlar yaptık ki şöyle bir başımızı iki elimizin arasına aldığımızda hakikaten ne yanlışlar yapmışsınız diyorsunuz.”

Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz haftasonu partisinin Düzce İl Kongresi’nde Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesi işinin İsrailli bir şirkete verilmek istenmesine yönelik tepkileri yanıtlarken söyledikleri tam olarak böyle. Şimdi: ben şahsen bu sözleri olumlu bulduktan sonra oturup Erdoğan’ın bu sözleri aslında hiç de öyle derinlemesine bir çoğulcu-demokratik kaygıyla söylemediğini, bu sözlerin başka başka politik hesaplarla söylenmiş olabileceğini, zaten burada esas kaygının da “rahat bırakın da iş yapalım, paranın imanı mı olur” gibi bir yaklaşımla sarfedildiğini pekala söylerim. Argümanımı gerekçelendirmek hiç de zor olmaz. Zira AKP’nin nihayetinde sağcı bir parti olduğunu biliyoruz, AKP’nin bu tip çıkışlarının devamının gelmediğini de biliyoruz. Ama bunu yapmayacağım. Zira Erdoğan’ın dediği, masaya “bu bir masadır” demek gibi bir şey. “Evet ama bunu şu hesapla söylemiştir” “Masaya masa diyor ama bunu derken kapsamlı bir değerlendirme yapmıyor” gibi şüpheler istenirse dile getirilebilir ama bugüne kadar ısrarla inkar edilen bir yaklaşımın Başbakan tarafından dile getirilmesi yani masaya bir Başbakan tarafından masa denmesi hiç de hafife alınacak bir durum değil. Rüya mı görüyorum?

Bu satırların yazarı olan ben, bu gazetenin çalışanları yazarları olan bizler, bu gazetenin okurları olan bizler/sizler ve bizim durumumuzda olan çok sayıda insan bu ülkede büyükelçi olamaz. Devlet memuru da olamaz. Kimi bölgelerde, kimi (çoğu) kentlerde isimlerini değiştirirler, milliyetlerini, dinlerini gizlemek zorunda kalırlar. Çok uzatabilirim ama uzatmadan burada kesiyorum. Böyle bir ülke, demokratik bir ülke değildir. Faşist tanımına, belki tam uymasa da, o ülkede olan biten, faşizme çok yakın bir şeydir. Hepimiz biliyoruz ki bu ülkenin vatandaşları hiyerarşik olarak sıralanmışlardır. En üst sırada Sünni Laik Türkler vardır. Ondan sonra Sünni dindarlar gelir. Ondan sonra Sünni -şeriatçı olmayan, light, kapitalist- İslamcılar vardır, AKP çevresi, Gülen cemaati gibi. Peşine Alevi Türkler gelir. Bunlar kimi dönemlerde (iç dinamiklere göre) Nakşibendi İslamcılarla aynı sırada yer alabilirler ya da yer değiştirirler. Ondan sonra Kürtlüklerini öne çıkarmayan kah burjuva, kah aşiret sahibi Kürtler gelir. Peşine PKK’lı olmayan Kürtler. Daha sonra Alevi Kürtler. Sonra Rumlar. Aynı yerde ya da duruma göre bir adım önde Yahudiler vardır. Bundan sonra Ermeniler gelir. Sonra yoksul köylü Kürtler ve PKK’ya fikren yakınlık duyan Kürtler vardır. Türkiye’de hiyerarşik sıralama budur. Bu listeye itiraz eden birisi çıkacağını sanmıyorum. Belki ilk iki sıradan sonra kimi sıralama revizyonları teklif edilebilir ama şema budur. Dolayısıyla masa, masadır.

Pekala, Erdoğan’ın çıkışını beğendik, eleştirilecek bir yan bulamadık. Ne yapalım, “Eh, pek güzel” deyip oturalım mı? İster istemez fikir yürütmeden, sorular sormadan duramıyor insan.

Arkası gelir mi? Sanmıyorum, sanmıyoruz. Anlık bir çıkış pekala olabilir. Erdoğan’ın böyle halleri vardır. Bu çıkışın düşünülmüş sindirilmiş bir etnik kimlik politikasının ürünü olmadığını düşünmek için yeterince örneğimiz var. Ama, gelebilir de. Kürt sorunu konusunda yeni bir açılım niyetinde olan AKP, azınlıklar, etnik kimlikler konusunda da yeni bir açılım peşinde neden olmasın? Evet bunu dış şartların da zorlamasına bağlayabiliriz ama yerel seçimler sonrasında yeni Anayasa ve Kürt politikası konularını aynı anda devreye sokan AKP, uzun vadeli bir iktidarın, Türkiye’yi normalleştirmenin peşinde olamaz mı? Ara verdiği AB politikalarına yeniden dönüyor olamaz mı? Seçimden önce yöneldiği sert, devletçi ve otoriter tonun kendisine oy kaybettirdiğini, böyle davranarak aslında bu politikaların tapulu sahiplerine çalıştığını görüp 2002 “ruhuna” geri dönmeyi tasarlıyor olamaz mı? Olabilir. Bu “olabilir”i sesle değil de yazıyla dile getirdiğim için tam bir tonlama yapamıyorum. O yüzden tarif etmeye çalışayım. Bu olabilir, şöyle bir olabilir’dir. Şöyle yere ya da uzaklara bakarak, çok da gür sesle değil, şüpheyle karışık. Takdir edersiniz ki gür bir “Olabilir” çekmemek için yeterince sebebimiz var. Son olarak, evet Erdoğan geçmişe dönük olarak haklıdır ama şu yukarıda saydığım hiyerarşik tablo sapasağlam duruyor. Bu sözlerin en önemli test sahası hiç şüphesiz bu tablonun değişmesi yönünde atılacak somut adımlar olacaktır. Dışişleri memuru ilk Ermeni, Rum ve Yahudi’yi görmek istiyoruz.

Agos, 29.5.2009