Türkiye’nin Siyaset Alanında Sofu Kaleler

Türkiye’de 2001 ekonomik kriziyle çöken, 2002 seçimleriyle yeniden biçimlenen siyaset alanı bugüne gelinceye değin, ufak çaplı değişimler bir kenara bırakılırsa, büyük süreklilikler arz ediyor. Süreklilikle kastettiğim sadece AKP’nin girdiği tüm seçimlerden galip olarak ayrılması değil. Daha da önemlisi, siyaset alanındaki dört partiden her birinin fiziksel uzamda yıkılmaz kaleler inşa etmesidir. Neredeyse tüm kentlerde yarışan AKP dışındaki partilerin seçim performansları değerlendirildiğinde, geçmişten miras kalan bu eğilim daha da güçleniyor. Özellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da AKP, Trakya ve Batı Ege’de CHP, İç Ege ve Doğu Akdeniz’de yoğunlaşan dağınık bir coğrafyada MHP, Güneydoğu’da ise BDP’nin hakimiyeti her seçimle bir kez daha onaylanıp adeta ilgili bölgenin ‘doğal’ siyasi görüşüne dönüşüyor. Sözünü ettiğimiz bu eğilimin, geride kalan on iki yılda her parti açısından siyaset alanındaki güç ilişkilerini değiştirebilecek (örneğin en son yolsuzluk operasyonu gibi) gelişmelere rağmen neredeyse hiç bozulmadan korunması, bizi siyasal eylemin kaynağını sorgulamaya itiyor. AKP’nin bir türlü tatmin edici yanıt bulunamayan seçim hegemonyasının kaynaklarının da bu sorgulamayla ilintili olduğunu düşünüyorum.

Özellikle, Ergenekon süreciyle başlayıp en son yolsuzluk operasyonuna kadar uzanan süreçte, iktidarın meşruiyetinin akılcı kaynakları[2] yitirmesine ve ceza devleti siyasetinin olağanlaşmasına rağmen seçmen desteğinin artması, AKP’yi anlama krizini derinleştiriyor. AKP’yi açıklamada karşılaşılan anlam krizinin büyük bir oranda, siyasal eylemin mantıklı açıklamasının, siyasal eylemin mantığıyla özdeşleştirilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bir siyasal partinin başarısı ya da başarısızlığı tartışılırken yaygın eğilim, partinin siyaset alanındaki başarısının, seçmenlerin akılcı beklentilerine cevap verme kapasitesiyle ilintilendirilmesidir. Bu naif akılcılık, seçimleri daha iyi projeleri olan, seçmenin ihtiyaçlarına en net cevap verenlerin kazandığını ileri sürer. Fakat siyasal eylem, diğer tüm alanlardaki eylemlerde olduğu gibi, her şeyi iyice ölçüp biçtikten sonra, bir muhasebeci titizliğiyle kendi çıkarı doğrultusunda hareket eden ‘özne’nin ürünü değildir. Daha ziyade, siyaset alanında, sahip olduğu sermaye çeşitliliği ve niceliğiyle uyumlu bir konumdan, sırtındaki küfede taşıdığı geçmişin yükünün hediyesi olan, geleceğe dair sezgilerinin içselleştirilip, bedenselleşmesiyle ‘fail’in şimdide geliştirdiği stratejilerinin ürünüdür[3]. Dolayısıyla, siyasal eylemin mantığını anlayabilmek, toplumsal uzamın nesnel yapılarını, bu yapıların içselleştirilmesiyle edinilmiş eğilimleri, siyaset alanında oynanan oyun etrafında verilen mücadeleleri ve bu mücadele içinde edinilmiş bakış açısı gibi karmaşık ve birbiriyle ilişkili unsurların değerlendirilmesini gerektirir. Tahmin edilebileceği gibi, böylesi bir değerlendirme seçimin istatistiki verilerinden fazlasını, en azından etnografik çalışmaların desteğini gerekli kılar. Fakat yine de, on iki yıldır, değişen oranlarda da olsa, birbirini andıran seçim sonuçlarıyla karşılaşmamızın, sözünü ettiğimiz siyasal eylemin hem ürünü olduğu hem de yeniden ürettiği önemli bir olguya işaret ettiğini düşünüyorum: sofulaşma.

Sofuluk “muhalif görüşleri kutsala küfür olarak görüp reddeden, doğa ve toplumsal dünya hakkındaki kabul edilebilir düşünce ve konuşma biçimleri sistemini” ifade eder[4]. Sofu düşünce, “heterodoksinin karşıtı olarak, rakip olasılıkların varlığıyla ve seçilmemiş alternatiflerin açık bir eleştirisiyle mümkün olup; hiçbir zaman beceremese de, sabitfikrin (doxa’nın) en saf halini diriltmeyi amaçlayan uygun ya da uygunlaştırılmış[5] fikirleri içerir. Diyarbakırlı bir BDP’linin, Konyalı bir AKP’linin ve İzmirli bir CHP’linin diğer alternatifleri hesaba dahi katmayan, aslında keyfi olan kendi siyasi konumuna, kentinin doğal bakış açısıymışçasına sarılma eğilimlerinden söz ediyorum. Siyasal konuma duyulan bu kuvvetli inanç, genellikle etnik köken, mezhep ve hayat tarzı farklılıkları eksenine oturtuluyor. Fakat bu kategoriler, incelikli bir şekilde işlenmediğinde, kendinde bir açıklama gücü olmayan birer (hem akademik, hem de gündelik) verili-fikirdir (pre-conception). Türkiye’nin siyasal alanındaki sofulaşma eğiliminin en temelinde, ortalama insanın sermaye karmasındaki dilsel (linguistic) ve (veya) dini sermayeden devşirilmiş baskın sosyal sermayenin, bölgeler arası uyumsuzluğu yatmaktadır. Fakat, bu sosyal sermaye farklılaşması, doğası gereği siyasal sofulaşma yaratmaz. Sofulaşmanın asıl failleri, kollektif temsil üretme imkanına sahip sembolik girişimciler, siyasetçilerdir. Türkiye’de demokratik siyasetin eylemden doğan mantığı, partilerin güçlü olduğu bölgelerdeki baskın sosyal sermayeden dolaysız kollektif temsiller üretmelerine dayanır[6]. Her ne kadar bu demokrasi pratiği, dilsel ve dini sermayeyi tehdit eden, olağanüstü hal dönemlerine bir tepki olarak doğmuşsa da; bu politikalarda ısrar, siyaset alanında sofuluktan kaleler inşa ediyor.

Türkiye’nin bu kısır döngüden kurtulup, demokratik bir habitusa sahip olabilmesi, sözünü ettiğim sofuluktan kalelerin yıkılıp, heterodoks bir siyaset alanının kurulmasından geçiyor. Böylesi bir çabanın ilk adımı için, siyaset alanındaki faillerin yüzleşmeci bir siyasal tutumla hedefledikleri demokratik toplumla, kendi siyasi konum ve eylemlerini karşılaştırmaları yeterli olacaktır. Aksi halde, Weber’in ‘demirden kafes’ini andıran, siyasi temsilinde kendi suretini gören seçmeni, demokrasi makinasının dişlisine indirgeyen ve daha büyük bir dişli olmaktan başka bir hayal sunmayan bu sofuluktan kaleler içine hapsolacağız.


[1] ‘Sofu’yu orthodox kavramının karşılığı olarak kullanıyorum. Muhafazakarlık veya tutuculuk da kavramın karşılığı olarak kullanılabilirdi. Fakat hem muhafazakarlık, hem de tutuculuk AKP’nin ve SP’nin konumuna atfen kullanılabildiğinden tercih edilmediler. Sofulaşma, Türkiye’nin siyaset alanındaki dört büyük partinin güçlü olduğu bölgelerdeki ortak bir siyasi eğilimi ifade ediyor.

[2] Meşruiyetin akılcı kaynaklarından kastım, meşruiyetin demokratikleşme, sivilleşme ve refah artışı gibi akılcı dayanaklarıdır.

[3] Bourdieu’nün eylem teorisi hakkında detaylı bilgi için bkz. Bourdieu, P. (1977) Outline Of A Theory Of Practice, Cambridge, Cambridge University Press.

[4] a.g.e., s. 169.

[5] a.g.e., s: 169.

[6] Türkiye’de AKP hegemonyası, halkın muhafazakarlığı ya da muhafazakarlaştırılmasından ziyade, AKP’nin temsil ettiği dini sermayeden devşirilmiş sosyal sermayenin yaygınlığına dayanır.