“Türkiye Solundan Portreler”

Ama gene de bir erik ağacı o,  
belli yapraklarından[1].

  

Emir Ali Türkmen ve Ümit Özger’in hazırladığı Türkiye Solundan Portreler başlıklı derleme, Türkiye sosyalist soluna siyasal, fikrî ve örgüt bazında kaynaklık etmiş (Matdeos Sarkisyan’dan İbrahim Kaypakkaya’ya uzanan bir çizgide) tarihsel figürlere odaklanan ve en önemlisi de bu figürlerin mirasını çözümlemeye soyunan bir eser. Derlemeyi benzerlerinden tefrik eden başat unsur ise bu portreler takdiminin, Türkiye sosyalist solunun resmî tarih yazımında paranteze alınmış bazı hakikatleri öne çıkarması. Tipik bir devletçi-milliyetçi politik amneziyle sarmalanmış ve birkaç istisna hariç uzun yıllar da bu kuşatmadan sıyrılamamış solun kendi hafızasıyla eleştirel bir karşılaşmasına imkân verecek bu derleme, 1980'lerde yayımlanan Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi (Kürkçü, 1988) ile Sosyalist Sol Konuşuyor (Ballı, 1989) çalışmaları ve İletişim Yayınları'nın Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce (Gültekingil, 2007) serisinin “Sol” cildini saymazsak, ilk defa solun değişik siyasi eğilimlerinden simalarını derli toplu bir biçimde takdim ediyor.

Türkiye’de solun tarihini özellikle her biri ayrı ayrı siyasal polemikler ve mücadeleler içerisinde kendisini var etmiş olan tarihsel figürler ve kurucu önderler üzerinden yazmaya çalışmak elbette kolay değil. Çalışma ekseriyetle altına girdiği yükün altından hakkaniyetle kalkıyor fakat kimi zaman da Türkiye solunun tarihsel hastalığı olan doktrinerlikten dolayı, ele aldığı tarihsel figüre, yani nesnesine “aşk & nefret” ilişkisiyle yaklaşmaktan kendisini kurtaramıyor. Bu bağlamda çalışmanın parıldayan ve aksayan kimi yönlerine bakmaya çalışalım.

Parıldamalar

Kitabın en güzel tarafı, daha doğrusu güncel sol teoriye en önemli katkısı, içeriye aldıkları ve dışarıda bıraktıklarıyla bir mahal oluşturması. Bu mahalde soldan anlaşılan ve anlatılmaya çalışılan şey mümkün mertebe ordu, ilerlemecilik ve devletçilikten kendisini koruyabilmiş insanların eylemleri ve hikâyeleri. Bu güzel. Fakat tabii ki, burada da kimi zorlayan örnekler var; örneğin Şefik Hüsnü-Aydınlık demokratlığını CHP'den ve Denizler'in İkinci Kuvvacılıklarını, ordunun solak yanından ayrı düşünmek ne kadar mümkün. 68’in sahiplendiği Kemalist miras, elbette o kuşağın alacakaranlığı. Özger ve Türkmen’in yaptığı derleme, burada görmezden gelmek yerine, suyu gözünden kesmek için, 68’i Kemalizm’e, Şefik Hüsnü’yü CHP’ye yaklaştıran Kemalist Kadroculuğun dününü bugününü Avcıoğlu ve Yön hareketi üzerinden anlatıyor (Atılgan, 2015). Böylelikle, 68 gençliğinin yaşadığı büyük yanılsamayı, sol (gençlik) hareketler(i) ile 27 Mayıs arasındaki kırılgan teması, 68 kuşağını, faşizmin alacakaranlık kuşağına sürükleyen büyük müsamereyi daha iyi anlıyoruz. 

Türkiye sol hareketinin en kronik hastalıklarından birisi, belirli bir silsileyi takip eden siyasal çizgilerin, bağnazlık derekesinde bir kibirle kendi siyasetinden başka tüm siyasetleri arazlı görmesi, çoğu zaman solcuları hısım olarak değil hasım olarak damgalaması ve çoğunlukla da literatürde küfür sayılan pozisyonlara yerleştirmesidir. Marx&Engels ile hasımlarının, misal Bakunin’in (Marx&Engels, 1999); Lenin ile nizalılarının bilhassa Menşeviklerin ve Kautsky gibi sosyal demokratların (Lenin, 1997) polemiklerinin arketiplerinden türetilmiş olan bu tartışmalar son derece problemlidir. Bu öylesine tuhaf bir durumdur ki, örneğin İbrahim Kaypakkaya çizgisi için Maoculuk bölüşülemez bir paye iken (Kaypakkaya, 2013), Sovyetler-Arnavutluk silsilesini takip eden Lenin-Stalin-Enver Hoca hattı için bir küfürdür (Altınoğlu, 1993). Dev-Sol çizgisinin dışındakilerin tamamı, Dev-Sol çizgisinin zaviyesinden oportünisttir (Karataş, 1989), ÖDP’nin dışında kalanlar maceracı, sanatla uğraşanlar silahla uğraşanlar için kantin solcusu; silah severler ise sanatseverler için goşisttir... Liste uzar gider. Bu çalışmanın en güzel tarafı, sol mahallenin düşman kardeşlerini, birbirine aşina olmayan hısımlarını aynı ideolojik çerçeve üzerinde tahayyül etmeye cesaret etmiş olması tabii ki. Divitçioğlu’ndan Kaypakkaya’ya, Çayan’dan Kerim Sadi’ye, Avcıoğlu’ndan Küçükömer’e uzanan bir silsile bu. Yalnızca Kaypakkaya’nın Dr. Hikmet’in direnişi değil, Behice Boran’ın kahır dolu hayatını büyük bir tevekkül ile yaşayışı da büyük bir direniş olarak karşımızda. Stalinizm'den dolayı ATÜT'ü tartışamadığımız ve Divitçioğlu'nu görmezden geldiğimiz, Silahlı Direniş hattının merkezî bir konumda olmasından ve son tahlilde CHP'nin solda sayılmasından dolayı Küçükömer'in sivil toplumcu tezlerinin dikkate alınmadığı dönemler geride kalmış ki, Türkiye Solundan Portreler Türkiye solunun soykütüğünü çıkarmak isteyenlere ciddi patikalar sunuyor.

Tanıl Bora’nın Hikmet Kıvılcımlı’yı incelediği yazısı ise kanaatimizce derlemenin en güçlü metinlerinden. Kuyumcu titizliğiyle kaleme alınmış metin, Kıvılcımlı’yı bugüne değin pek de ele alınmamış boyutlarıyla öne çıkarıyor (Bora, 2015). Doktorun kendine has sarkastik dilinden, düşünsel üretimindeki paradoksal kopuşlara değin pek çok karanlıkta bırakılmış mesele, Bora’nın analizinde aydınlığa kavuşuyor. Sadece bir dava adamının politik hayatı ve mirası değil söz konusu olan, Kıvılcımlı’nın ayrıksılığını hususi kılan nitelikleri belki de ilk kez bu metinde sıkı bir biçimde serimleniyor. Muradımız bu incelemenin bundan böyle Kıvılcımlı çalışacaklar açısından (ki Doktor sadece yaşadığı dönemin politik dünyasının değil, “akademik susuş kumkuması”nın da vefasızlığına maruz kalmıştır) mihenk taşı olması (Bora, 2015). İncelemelerindeki maharetle öne çıkan başka yazılar da var tabii ki: Ethem Nejat (Erkek, 2015), Behice Boran (Atılgan, 2015), Mehmet Ali Aybar (Koçak, 2015) analizleri çok güçlü. Politik özneler, hurafe ve mitolojiden uzak kanlı canlı olarak siyasi hayatları ve projeleriyle ayaklarının üzerine dikilmişler.

68 gençliği, özellikle Denizlerin idamı üzerinden bir mağduriyet hikâyesi olarak üretildi ve bu hikâyeyi tüketmek yıllarca solculuk olarak bilindi. Bu mağduriyet hikâyesi 2000’lerde anti-emperyalizmin değil ama zenofobik milliyetçiliğin elinde Türk’ün makûs talihinin bir timsaline dönüştürüldü. Denizleri ve 68'lileri Kemalizm’den mülhem Baasçı bir gençlik hareketi gibi görmek yalnızca beyaz Türklerin değil, Taraf’la Türkiye siyasetine duhul olanlar için de oldukça keyif vericiydi ki, böylelikle Mustafa Kemal’in Askerleri Denizler hikâyesi, Albay Türkeş’in askerleri hikâyesine kadar uzanabildi, uzatılabildi (Kütahyalı, 2008). Bu çalışmada Denizler ve 68 gençliği bir mağduriyet hikâyesi olarak değil, siyasi projeleriyle ve bu projelerin limitleriyle önümüzde. Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli’nin solu Kemalist anti-emperyalizm ile buluşturmaya çalışan söyleminin Latin Amerika, Vietnam ve Afrika'dan esen romantik gerillacılık rüzgârlarıyla daha da makul göründüğü limitlerden söz ediyoruz burada.

Aksamalar

Nietzsche bir yerde her türlü köken arayışının bir tür düşünsel ırkçılığa yol açabileceğini söylüyordu (Nietzsche, 1998). Türkiye Solu’nun pek çok tuhaf tartışması içerisinde belki de en tuhaf olanı, Türkiye Solu’nun kimler tarafından başlatıldığı tartışmasıdır. Bir isim ya da isimlere odaklanmaya çalışmanın kendisi bu noktada başlı başına bir inceleme konusu. Kimileri Şefik Hüsnü’ye (Akbulut, 2010), kimileri Suphilere (Sağlam, 1978), kimileri İştirakçi Hilmi’ye (Erdem, 2012), kimileri de Paramazlar’a (Çopuryan, 2015) bu payeyi biçer. Tabii ki mevzuyu Patrona Halil’e (Kayaoğlu, 2011), hatta Şeyh Bedreddin'e (Kayaoğlu, 2011; Berdan Yayınları, 2005) kadar götürenleri de yok değil. Tarihyazımına kadınlardan başlamazsanız eril, Paramazlardan başlamazsanız şoven kategorileriyle itham edilebilirsiniz. Her ne kadar bu arayışlar Türkiye’de solun inşasında gayrimüslimlerin ve kadınların katkılarını öne çıkararak perdelenmiş bir hakikati açığa çıkarmış olsa da “köken”in, asli meselelerin döndüğü ve mücadelelerin görüldüğü yer olduğunu ve tam da ilişkisel bir uzamda tezahür ettiğini dile getirmemiz gerekiyor. İlaveten bu tarz bir tesisat Türkiye solunun topyekûn kavranışına mâni de olmaktadır.

Öte yandan, makalelerin bazılarında tarihsel olaylar, hak ettiklerinden daha fazla bir kökü dışarıda okumaya tabi tutuluyorlar gibi görünüyor.  Örneğin, Şefik Hüsnü makalesi bunlardan birisi (Gürel, 2015). Türkiye’de solun en daraldığı yıllar olan 1930’lar neredeyse tümüyle CHP ile Üçüncü Enternasyonal arasındaki yakınlaşma ve bu yakınlaşmayı sağlayan Stalin’in solipsizmi (Bukharin, 2005) üzerinden okunuyor. Komintern’in Türkiye’deki burjuva demokrasisine gereğinden fazla bel bağladığı ve bu uğurda Türkiyeli komünistleri harcamaktan kaçınmadığı tarihsel bir vakıadır, bunu reddedecek kimse de herhalde yoktur. Bununla birlikte, Türkiye Solu'nun bütün günahlarını Şefik Hüsnü üzerinden Komintern ve Stalin'e bağlamaya çalışmak, Stalin’e gereğinden fazla bir irade atfetmenin ötesinde, asıl mesele olan Türkiyeli komünistlerin iradesizliğini perdelemekten başka da bir işe yaramamaktadır[2]. Bu iradesizliğin işaret ettiği yer ise öznel bir tercihi aşan özne/parti tartışmasının ötesinde, Türkiye solunun tarihsel eğilimleriyle ve eğilimlerinden de beslenen bir şey. Doğan Çetinkaya ve Kerem Ünüvar’ın makalesi bizi Türkiye sol hareketine Stalin ile Şefik Hüsnü arasındaki aşk-ı memnudan değil, tam da bahsettiğimiz yerden, yani Osmanlı’dan Türkiye’ye bakiye kalan siyasanın fay hatları üzerinden bakmaya davet ediyor:

 

Eksantrik olduğu şüphe götürmez bu durumun çeşitli sebepleri sayılabilir. Herhalde en başta geleni Osmanlı sosyalistlerinden Cumhuriyet’in komünist kuşaklarına devreden silsilenin eksikliğidir. Halaskaran bakışının tüm siyasal alanı baskı altına alıp domine ettiği ve milliyetçiliğin en kuvvetli ideoloji haline geldiği bir coğrafyada komünist bir hareketin kendisini tarihsel devamlılığıyla var etmesi çok kolay olmazdı. Ayrıca imparatorluktan ulus devlete geçişteki fasılalarda yok edilen insanlar kadar yok olan deneyimlerin de sosyalist harekete büyük bir yıkım getirdiği ortadadır (Çetinkaya&Ünüvar, 2015: 197). 

 

Kurucu özne ve onun hasımlarıyla arasındaki kan davasını günümüze kadar uzatmak, solun tuhaf yaklaşımlarından bir başkası. Fakat kurucu özneye duyulan bu büyük aşk, çoğunlukla, siyasalın ıskalanmasına yol açıyor. Zira sol tarih çalışan araştırmacıların bile, bazen kendi çalıştıkları özne dışında diğer sol patikalardan pek haberi yok. Türkiye Solundan Portreler çalışması bu marazı ifşa etmesi bakımından oldukça önemli. Pek çok makalenin bir iddia olarak ortaya koyduğu hipotez, sonraki makalelerde oldukça basit bir şekilde çürütülüyor ve geriye efradına cami, ağyarını mâni bir körlük kalıyor.

Türkiye solu için bir başka temel mesele de arşivlerde mesai tüketmek yerine, zaten yazılmış eserleri (Bilhassa Mete Tunçay’ın çalışmalarını) belirli bir ideolojik dizgeye oturtup köken imal etmektir. Mustafa Suphi hakkındaki yazıyı kaleme alan yazar, “Türkiye Solu geleneğini genelde Suphiler üzerinden kurar ama onu bilen olmaz” diyor ve ekliyor: “Biz şimdi buna müdahale edeceğiz” (Erdem, 2015). Bu iddialı iddianın tersine, Erdem’in yazdıkları, Mete Tunçay'ın Türkiye’de Sol Akımlar: 1908-1925 (1991) ciltleri, Türkiye’de Sol Akımlar: Belgeler (1991) ciltleri, Mustafa Suphi'nin Yeni Dünyası (1995) ve Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler (1982) kitaplarındaki araştırmaların ufkuyla sınırlı. Burada, yazardan iddiasının altını doldurmasını, Mustafa Suphi’nin Mete Tunçay’ın araştırdıklarının ötesinde daha ayrıntılı bir biyografisini bize takdim etmesini beklerdik.

Netice olarak, bu portreler takdimi, Türkiye sol tarihinin hakkıyla hesaplaşılamamış marazlı semptomlarını bünyesinde barındırsa dahi, oluşturmaya çalıştığı mahal ve bu mahalin sakinlerinin biyografilerinin derli toplu takdim edilişi, bunların birer mağduriyet anlatısı olarak değil siyasal öznelerin siyasi müdahaleleri olarak konulabilmesi bakımından son derece önemli bir kılavuz niteliğinde.

Bibliyografya

  1. (1998) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi Türkiye’de 1968. Cilt 7. Ed. Ertuğrul Kürkçü. İstanbul: İletişim Yayınları.
  2. (2005) Devrimci Yenilenme Yolunda Bedreddini Hareket-Politik Bildirge. İstanbul: Berdan Yayınları
  3. (2007) Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce- SOL . Cilt 8. Ed. Murat Gültekingil. İstanbul: İletişim Yayınları.
  4. Akın, Kadir. (2015) “Paramaz: Sosyalist Solun Yok Sayılmış Geçmişi”, Türkiye Solundan Portreler. Ed. Emir Ali Türkmen& Ümit Özger. Ankara: Dipnot Yayınları.
  5. Atılgan, Gökhan. (2015) “Behice Boran: Kahırlı Bir Yolun Ardından Kalan Kuramsal Miras”, Türkiye Solundan Portreler. Ed. Emir Ali Türkmen& Ümit Özger. Ankara: Dipnot Yayınları.
  6. Atılgan, Gökhan. (2015) “Doğan Avcıoğlu: Geleneksel Aydınların Son Çığlığı”, Türkiye Solundan Portreler. Ed. Emir Ali Türkmen& Ümit Özger. Ankara: Dipnot Yayınları.
  7. Ballı, Rafet (1989) Sosyalist Sol Konuşuyor. İstanbul: Cem Yayınları.
  8. Bora, Tanıl. (2015) “Dr. Hikmet Kıvılcımlı: Trajedisinden Başka...”, Türkiye Solundan Portreler. Ed. Emir Ali Türkmen& Ümit Özger. Ankara: Dipnot Yayınları.
  9. Çetinkaya, Doğan&Ünüvar, Kerem. (2015) “Kerim Sadi: İnsanlığın Büyük Müdafii”, Türkiye Solundan Portreler. Ed. Emir Ali Türkmen& Ümit Özger. Ankara: Dipnot Yayınları.
  10. Der. Akbulut, Erden. (2010) Dr. Şefik Hüsnü Deymer, Yaşam Öyküsü.İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları.
  11. Der. Altınoğlu, Garbis. (1993) Mao Zedung Düşüncesi ve Çin Devrimi Üzerine Eleştiriler: Belgeler. İstanbul: Sun Yayıncılık.
  12. Der. Çopuryan, Yetvart. (2015) Paramazlar: Beyazıt’ta 20 Darağacı. İstanbul: Evrensel Yayınları
  13. Der. Karataş, Dursun. (1989) Haklıyız Kazanacağız: Devrimci Sol Savunma. İstanbul: Haziran Yayınları.
  14. Erdem, Hamit. (2012) Osmanlı Sosyalist Fırkası ve İştirakçi Hilmi. İstanbul: Sel Yayıncılık.
  15. Erkek, M.Salih. (2015) “Ethem Nejat: Bir Meşrutiyet Aydını”, Türkiye Solundan Portreler. Ed. Emir Ali Türkmen& Ümit Özger. Ankara: Dipnot Yayınları.
  16. Gürel, Burak (2015) “Şefik Hüsnü (Değmer): Ekim Devrimi’nden Stalinizme TKP’nin Dönüşümü”, Türkiye Solundan Portreler. Ed. Emir Ali Türkmen& Ümit Özger. Ankara: Dipnot Yayınları.
  17. Kayaoğlu, Metin. (2011) “Hanif Marksizm: İlerici Solculuktan ‘Gerici’ Devrimciliğe”, http://www.emekveadalet.org/faaliyetler/hanif-marksizm-ilerici-solculuktan-%E2%80%9Cgerici%E2%80%9D-devrimcilige-metin-kayaoglu/
  18. Kaypakkaya, İbrahim. (2013) “Başkan Mao’nun Kızıl Siyasi İktidar Öğretisini Doğru Kavrayalım”, İbrahim Kaypakkaya: Seçme Yazılar. İstanbul: Umut Yayıncılık.
  19. Kaypakkaya, İbrahim. (2013) “Şafak Revizyonizmi ile Aramızdaki Ayrılıkların Kökeni ve Gelişmesi TİİKP (TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ) Revizyonizminin Genel Eleştirisi”, İbrahim Kaypakkaya: Seçme Yazılar. İstanbul: Umut Yayıncılık.
  20. Koçak, Kıvanç. (2015) “Mehmet Ali Aybar: Hep Sosyalizme Koşan Adam”, Türkiye Solundan Portreler. Ed. Emir Ali Türkmen& Ümit Özger. Ankara: Dipnot Yayınları.
  21. Kütahyalı, Rasim Ozan. (2008) “İktidar Namlunun Ucundadır”, http://www.derindusunce.org/2008/10/02/iktidar-namlunun-ucundadir/
  22. Lenin, V. I. (1997) Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky. İstanbul: Bilim ve Sosyalizm Yayınları.
  23. Marx, Karl & Engels, Friedrich. (1999) Anarşizm Üzerine. Ankara: Sol Yayınları.
  24. Mett, İda. (2013) Kronşdat 1921. İstanbul: Kaos Yayınları
  25. Nietzsche, Friedrich. (1998) On the Geneology of Morals. New York: Oxford University Press.
  26. Paz, Abel. (1997) Halk Silahlanınca: Durutti ve İspanyol Devrimi. İstanbul: Kaos Yayınları.
  27. Sağlam, Önder. (1978) Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi. İstanbul: Ürün Yayınları.
  28. Tunçay, Mete .(1991) Türkiye’de Sol Akımlar: Belgeler. Ankara: BDS Yayınları.
  29. Tunçay, Mete. (1982) Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler. İstanbul: Belge Yayınları.
  30. Tunçay, Mete. (1991) Türkiye’de Sol Akımlar: 1908-1925. Ankara: BDS Yayınları.
  31. Tunçay, Mete. (1995) Mustafa Suphi’nin Yeni Dünya’sı. Ankara: BDS Yayınları.
  32. Brecht, Bertolt. “Erik Ağacı”.
  33. Bukharin, Nikolai. (2005) Philosophical Arabesques. London: Monthly Review Press.


[1] Brecht, Bertolt. “Erik Ağacı”.

[2] Zira devrimcilik her şeyden önce, reddetmeyi ve direnmeyi bilmekle ilgili bir şeydir. Örneğin, Troçki ve Lenin Kronştad’da direnenlere silah bırakmalarını emretmiş ama ret cevabı almışlardır (Mett, 2013). Aynı şekilde, İspanya’da Üçüncü Enternasyonal, Halk Cephesini önceleyen siyaseti doğrultusunda, Anarşistlere ve Troçkistlere silah bırakmaları yönünde baskı yapmış, hatta terör uygulamış ama gene de bu ülkelerin devrimcileri kendi bildiklerini yapmaya devam edebilmişlerdir (Paz, 1997).