Sol Cemaatçilik, Fetişizm ve “Komünist İdea”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, yalnızca, ADALET! belgisi ile Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıkışına ve -yolculuğun “temel talep dışına çıkmamak” koşuluyla herkese açık olduğunu belirterek- “sivil siyasi itiraz”ını eyleme döküşüne “sol”dan verilen “olumsuz” tepkiler, bana bir kez daha, çok geniş bir yelpaze dahilinde, irili ufaklı örnekleriyle “sol”un “cemaatçi” yapı ve işleyişini hatırlattı. Ve, bir yanıyla da, söz konusu dünyanın, “fetişistik” mahiyetini. Öyle ya, o “büyük anlatı”yı temellük eden, derdi günü bağcı dövmek olan muhteremlere “üzüm”den yana sual edildiğinde, yaptıkları, dur durak bilmeksizin fetişleştirdikleri siyasi inançlarından -hınç ve hiddetle- dem vurmak olmamış mıdır?

Tarihten Çıkan Siyaset adlı çalışmasında, Wendy Brown, Freud’un açıklamasını (“Biliyorum ama yine de…”) bir miktar değiştirerek şöyle söyler: “Fetişleşmiş nesnenin aslında ona atfettiğim emsalsiz değere sahip olmadığının farkındayım, ama yine de onu sanki bu değere sahipmiş gibi görüyorum”. (1) Anılan “sol” tavrın arkaik mahiyet ve işleyişi, yolunu hayata düşürmekteki zaaf ve hevessizliği de oradan mülhemdir -fetişistik ve yakıştırmacaya dayalı yapı ve işleyişinden. CHP’nin ne mal olduğunu hatırlatmaktan, aklı başında “demokrat” herhangi bir allahın kulunun zaten yadsıyamayacağı sicil bozukluğunu acilen yolluk edip yolculuğa katışından, Kılıçdaroğlu’nun giyim kuşamına yakıştırılan sakilliğe dek uzanan, “Göreceksiniz rezil rüsva olacaklar!” beklentisinin yüzlerden aktığı, bir tür “cemaate -kuşkusuz, kendine de- seslenme” telaşı.

Peki, “fetişistik” olan nedir? Ben İdeali adlı eserinde, J. Chasseguet-Smirgel, “Ben İdeali”nin, olgun bir “yapıt”ın ortaya çıkışında olduğu denli, hayatın olgunluğu ve dolgunluğundaki “kurucu” hikmetine de değinir. (2) Malumunuz; bebeğin anne karnındaki hayatı ve onun uzantısı ilk iki ay (“Primer Narsisistik”, varsanısal tümgüçlülüğe dayalı, “otistik” evre) ve devamındaki dördüncü-beşinci aya dek olan süre (“simbiyotik” evre) hepimiz için geçerli ama büyüyüp olgunlaşmamız için geride bırakmamızın kaçınılmaz olduğu “cennetimiz”dir. (3) Bebek, söz konusu ilkel narsisizminden çözüldükçe, yitirdiğini, -annenin bütünleşmemiş temsilinde- bir “ideal”e yansıtır (nesnenin şahsında bir ideal kurar ve onun uyarınca -özdeşimle- “kendiliğini” inşaya koyulur). Uzatmayayım; ideal, ne denli, çocuğu, büyümenin soykütüğünden devşirdikleriyle olgunlaşacağı bir yola yolcu etmeye müsait ise, çocuk da o denli, özgür ve yaratıcı bir hayat hikâyesinin içinden yol alacak; ideal, çocuğun, bebeksi tümgüçlülük vehmini ne denli gerçekmiş gibi kabullenir ve aynalarsa, çocuk da, babanın fallusunun simgelediği bir tarihsellik içinde yol almak yerine, -“çük”ünden “fallus” sanısı devşirmek suretiyle- o denli “sahte”, “fetişisistik” bir dünyaya kapılanacaktır. İşte, o büyük (hayatın kılcallarından akana duyarsız) anlatıya kondurulan “ideal” etrafında toplanarak kurulur, sözde çalımlı “cennetsi cemaatler”. (4) Kendimden alıntılayarak devam edeyim: “Sahte, nesne ile ilişkinin/ nesneye yatırımın uyardığı ‘çatışmalarla yüzleşmek istemeyen’; çalının kenarından dolaşmayı tercih edenin marifetidir. (…) Sapkının yaptığı da odur. Büyümesine de, babanın yerini almasına da ihtiyacı yoktur sapkının. Pipisi ile yetinebilir; zira, o hâliyle de annesinin makbulüdür. (…) Demek ki, sapkın da, bir tür sahte büyümüşlük örneğidir. (…) Sapkın, ‘-mış gibi’ yaparak göz boyar; -mış gibi yaparak ‘eyleme koyar”. İşte basitçe hayata gönül indirememenin, hayattan kaçıp mutlaklaştırılmış ideal etrafında -mümkün mertebe- sıkı sıkıya toplaşmanın, cem oluşun şehvet ve teminatını sürekli dışarıdakilere dil uzatmakta buluşun hikmeti de, bu, fetişistik bağlanmışlıkta yatar. (5)

Zygmunt Bauman, daha kitabının başında, “cemaat”e dair şunu söyler:

“Her şeyden önce, cemaat ‘sıcak’ bir ortamdır, keyifli ve rahat bir yerdir. Şiddetli yağmurda altına sığındığımız bir saçak, dondurucu soğukta içinden çıkmak istemediğimiz şömineli bir oda gibidir. Dışarıda her çeşit tehlike pusuda beklemektedir; dışarı çıktğımızda tetikte olmamız, kiminle konuştuğumuza, bizimle konuşanın kim olduğuna dikkat etmemiz, her an dikkatli olmamız gerekir. Cemaatin içindeyken gevşeriz; güvendeyizdir, burada karanlık köşelerde beliren tehlikeler yoktur (elbette, burada hiçbir köşe karanlık değildir).”

Ve şöyle devam eder:

“‘Cemaat’, bugünlerde kayıp cennetin -dönmeyi çok arzu ettiğimiz ve dolayısıyla dönüş yolunu fellik fellik aradığımız cennetin- bir diğer ismidir. Bu, kayıp cennet ya da bulunması umut edilen cennettir: Öyle ya da böyle, kesinlikle bizim içinde yaşadığımız ya da kendi deneyimlerimizden bildiğimiz bir cennet değildir. Belki tam da bu nedenle bir cennettir”. (6)

Peki, panzehiri nedir bu gidişin? “Komünist ufka” sırtımızı dönmek mi? Hayır. Yalnızca, “komünist arzu”nun nesnesinin, gerekçesinin -üreten ama sömürülen; örneğimizde, en temel haklarına el konmuş- halk olduğunu (7); dahası, “komünist idea”/”ideal” ile ilişkimizin, tümgüçlülük vehmimizi yansıttığımız bir mutlaklık değil; “olası başarısızlıklar uzamında yol alışa müsait”, her dem, taşıyıcı özneleri ile birlikte kendisini -hareket içinde- sınamaya açık tutan hipotez (8) nitelikli bir bağlanma olması gerektiğini aklımızdan çıkarmamaktır panzehirimiz. Bir başka deyişle, Umberto Eco misali, yaratıcılığa açık, özgürlükçü “açık bir yapıt” olmalıdır mücadelemiz. (9)

 

 

_________________________________________

1. Çev. Emine Aydın, Metis, 2010, s. 14.

2. Çev. Nesrin Tura, Metis, 2005. (Ki, benim de, “Yaratıcı Sanatsal Edim” ve “Yüceltme’nin Psikanalitik Bağlamda Sorgulanışı” başlıklı makalemde irdelediğim bir metindir, Smirgel’in çalışması. Makale için, bkz. Doğu-Batı, sayı 56, 2011.)

3. “İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu” altbaşlığıyla, bkz. Margaret S. Mahler, Fred Pine, Anni Bergman, çev. Ali Nihat Babaoğlu, Metis, 2003.

4. “Doğrudan kendinde (kendine dönük) aşk yaşayan -bebeksi- narsisistik ben, artık, idealin gözünde o mertebeye nail olmak (geride bırakılması kaçınılmaz cenneti, idealin takdiri içinde yeniden kurmak -ikame etmek) yolunu seçmektedir (büyümek için başka yolu da yoktur). Kendi idealinin doğrudan kendisi olduğu evreden, idealin takdiri ile ideal olma arzusu,” demişim, “Psikanalitik Duyarlıklı Bakışla” Spinoza ve Felsefesi’nde (Bağlam, 2014, s. 359-360.) Ayrıca “Ben İdeali”ne dair, bkz. Narsizm Üzerine ve Schereber Vakası, çev. Banu Büyükkal, Saffet Murat Tura, Metis, 1998, s. 39-40 (The Standard Edition, cilt 14, Bölüm III); “Yas ve Melankoli”, Almanca aslından çev. Aslı Emirsoy, Telos, 2014 (“Mourning and Melancholia”, Standard Edition, cilt 14).

5. Meselenin bir boyutu da, “Sol Melankoli”dir. Birer tartışma örneği olarak, bkz. “Modernlik, Sonrası ve ‘Sol Melankoli’” (Temmuz 2017, Varlık) ve “Sol Yolculuğun ‘Yas ve Melankoli’ Bağlamında Sorgulanışı”  (Ağustos 2017,  Varlık).

6. Cemaatler, çev. Nurdan Soysal, Say, 2016, s. 7-8 ve 9.

7. Bkz. Komünist Ufuk, Jodi Dean, çev. Nurettin Elhüseyni, YKY, 2014.

8. Bkz. Komünist Hipotez, Alain Badiou, çev. Oylum Bülbül, Encore, 2011.

9. Sorunumuz, CHP’nin eleştirisi değil. Ama geçerken not edeyim: CHP, kuşkusuzdur ki, “milli mutabakat cephesi”nin partisi, devletin kurucu nizam ve tertibinin takipçisi olagelmiştir. Bugün, milletvekilleri Enis Berberoğlu dahil, HDP eşbaşkanları ve milletvekillerinin tutuklanışında Kılıçdaroğlu ve CHP yakıcı biçimde sorumludur. Ve, dileyelim ki, -en azından şimdilik- “milli mutabakat cephesi”nden ihraç edildiği, devlet ittifakı içinde yeri olmadığı, kullanım süresinin dolduğunu idrak etmiş; muhalefetini, sivil toplumsal alana (hakikaten, “Halk”a) taşıma zaruretini hissetmiş olsun. Bu, CHP’nin sorunu. Ancak, parti adı anmaksızın, “temel toplumsal hak talebi” ile (“adalet!”) çıkılan yolu büyütmek, genişletmek ve geniş katılımlı toplumsal muhalif eylemliğe taşımak hepimizin demokrasi ve özgürlükler mücadelemizde tayin edici bir yükümlülük olacaktır.