Edebiyatta İnsest’e Ek

Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı üstüne bir yazı yazmayı düşünüyorken, sevgili hocam Murat Belge’nin geçen ay (366. sayı, Ekim 2019) Birikim’de yayımlanan “Edebiyatta insest” başlıklı makalesini okudum. Makalenin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ile başlaması merakımı daha da celb etti.

Yazacağım yazıda değinmeyi düşündüğüm iki husus vardı: Bir, romanın sonunda ortaya çıkan insest meselesi -ben aslında bu kelimeyi “ensest” diye yazardım ama hocam “i” ile yazdığı için bu yazıda ben de onu taklit edeceğim. İki, Şemseddin Sami’nin romanda kötü bir karaktere yer vermeyişi. Sanki sözleşmişiz gibi, yazının Şemseddin Sami ile ilgili bölümünde Murat Belge de bu iki konuyu ele almış. Ama onun yaklaşımı ile benimki arasında bir fark var.

Malum, 1872’de yazılan bu roman ilk Osmanlı-Türk romanı kabul ediliyor. Talat, iki senedir “kalemde” çalışan başarılı bir gençtir. Bu yönüyle, “kalemde” çalışan ilk karakter de Talat olur. Onu, Bihruz, Felâtun, Râkım gibi birçok şeriki takip edecek.

Hayatının büyük bölümü ev ile kalem arasında geçmekte olan Talat, üç-dört seneden beri tütün tiryakisidir, Laleli yakınlarındaki bir tütüncünün de düzenli müşterisidir. Bir gün, gene kaleme giderken, “Bir de şu tütüncüden kırk paralık tütün alayım, bakayım bunun tütünü nasıldır ki herkes buna bu rağbet ediyor,” der. O tütüncü dükkânına girmesiyle hayatı değişecektir.

Bu tütüncü dükkânının sahibi Hacı Mustafa adında ihtiyar bir adamdır. Ama herkes ona Hacı Baba, der. Hacı Baba, dükkânının önünde sürekli nargile içmesiyle, gelen müşterilere kötü davranmasıyla ve aksiliğiyle tanıtılır.

“Birisi tütün almaya gelse Hacı Baba nargileden daha bir iki nefes çektikten sonra kemal-i teenniyle (acele etmeden) kalkıp tütünü tartar ve müşterinin kutusuna koyup yahut kâğıda sarıp müşterinin önüne atar ve teraziyi bir veçhile bırakırdı ki gürültüsü adi (adeta) dükkânı sarsardı. Hacı Baba gayetle tamahkârsa da titiz ve hadidü’l-mizac (asabi) olduğundan müşterilere öyle çok iltifat filan etmez, birisi dükkâna girip otursa Hacı Baba kesesini önüne atar, bir de “merhaba” der, bir iki saatten sonra bir lakırdı ya söyler ya söylemez.”[1]

Hacı Baba’nın kızdığında gözünün müşteri falan görmediğini de öğreniriz: “Müşterinin birisi ‘Tütün sertmiş, yavaşmış,’ filan diyerek biraz mırlansa Hacı Baba cevap vermeksizin tütünü boşatıp kutusunu ve parasını sokağa atar” (s. 49). Ama bu tavrı müşteri kaybetmesine yol açmaz. Hacı Baba’nın dükkânı diğer bütün tütüncülerden fazla iş yapar.

Talat, dükkâna girer girmez üst kattaki kafeste gördüğü Fitnat’a âşık olur. O gün dönüşte dükkâna yeniden uğrayıp kırk paralık daha tütün ister. Gözleri ise gene kafeste gördüğü “bir güzel çehre”dedir. Artık her fırsatta tütün almaya, “Aksaray’dan Beyazıt’a çıkan yokuşta” yer alan Hacı Baba’ya gitmeye başlar. Bir başka gün, eski tütüncüsüyle Hacı Baba’dan söz ederler. Tütüncü, Hacı Baba adını duyunca irkilir. “Aman ne kadar hazzetmem şu adamı,” der. “Ne kadar mûzî (eziyet veren)… Müseyyeb (umursamaz)… Müzevvir (dolandırıcı)… Pek çok adamların canını yakmış…”

Genç âşık, bir dedektif gibi Hacı Baba hakkında sorular sorar. Zenginliğinin kaynağını öğrenir. Hacı Baba, iflas etmek üzereyken yeni karısı sayesinde zengin olmuştur. Kafesteki, üvey kızıdır. Talat, Hacı Baba’nın ne kadar zalim olduğunu da öğrenir. “Kızı hiç evinin kapısından çıkarmaz. Taassubundan mı, kıskancından mı, korkusundan mı, ne bileyim… Tuhafı neresi ki görücü kadın da sokmaz evine. Evlendirecek kızım yoktur, diyor. Ne ümidi var anlayamam. Malı elinden gitmesin diye biçare kızı evlendirmeyecek mi? Ne yapacak?” (s. 51)

Fitnat, sokağa adım atmayalı yedi seneyi geçmiştir. Ayrıca, Hacı Baba izin vermediği için dikiş hocası Şerife Kadın’dan başka eve de kimse gelemez. Kafeste, bütün zamanını gergef ve dikişle geçirir. Emine Kadın da ona masallar anlatır. Ama bir nevi mucize eseri Fitnat da sokakta gelip geçen bir gence âşık oluverir. O genç, tabii ki Talat. Hacı Baba’nın bütün bu yasaklamalarına rağmen iki genç birbirlerinden habersiz büyük bir aşka tutulur. Kızın renginin git git solmakta olduğunun ayırdına varan Şerife Kadın, ne kadar despot ve ahlâksız olduğunu artık bildiğimiz Hacı Baba ile konuşmaya karar verir. Hacı Baba’ya, sokağa çıkarmamakta diretirse kızın verem olacağını söyler. Hacı Baba’nın uzun cevabı, bizim görmediğimiz bir yönünü gösterir.

“Benim adım cimri çıkmış. Komşular, mahalleliler benim hakkımda neler söylemezler. ‘Yirmi kuruş araba parası vermemek için kızını ayda bir defa olsun dışarı çıkarmıyor,’ diyorlar. Ben sahih müsrif değilim. İdareme bakarım. Ama Allah’a şükürler olsun, bana vermiş. Yirmi kuruş sarf olunacak da vazifemde mi? Fakat ben kızımı çıkarıp bir seyre göndersem, kız güzel, herkes arabanın arkasına düşecek. Kimi yüzüne bakıp bıyık buracak, kimi sigara atacak, kimi bilmem ne halt edecek. Benim gayretim, namusum böyle rezaletleri tahammül edemez. Bizde şimdi edep kalmadı, namus kalmadı. Senin seyir yerleri dediğin yerler rezalet yerleridir. Edepsizler, ırsızlar mahalleridir. Öyle yerlere kız gönderilir mi?” (s. 62)

Böylece, karşımıza “Hacı Baba’nın samimiyeti” diye yeni bir sorun çıkar. Bu esnada, Talat, sevdiği kıza ulaşabilmek için kadın kıyafetine girip Şerife Kadın’a kendini Ragıbe adıyla tanıtır. Şerife Kadın’ın kanı Ragıbe’ye hemen ısınır. Hacı Baba’ya “gayetle kamil ve uslu bir kız” diye bahsettiği Ragıbe ile Fitnat’ın arkadaşlık yapmasını önerir. Hacı Baba’nın cevabı beklenenin aksine son derece olumludur: “İşte şimdi beni memnun ettin. Gördün mü? Gelmesin yahut kızım onun evine gitmesin dedim mi? Ben yaptığımı bilirim. Herkesin kadrini anlarım” (s. 73). Hacı Baba, romanın devamında da bu tavrını sürdürecektir. Ragıbe ile Fitnat arasındaki ilişki gün günden güçlenir. “İşte, Talat ile Fitnat her gün görüşüyorlardı” (s. 91).

Şemseddin Sami, bu ilişkiyi anlatırken bir yandan da kalemin ne kadar lakayt bir kuruma dönüşmüş olduğunu okura sezdirir. Talat, kaleme gitmek yerine Hacı Baba’nın evinde Fitnat ile birlikte gergef işleyerek ve ona okuma öğreterek zamanını geçirir. Kimse de Talat’a neden işe gelmediğini sormaz.

Şerife Kadın, Hacı Baba’nın yanına gelip Fitnat’a iyi bir koca adayı bulduğunu söyler. Üsküdar’daki köşkünde yaşayan Ali Bey, oldukça zengin bir adamdır. Hacı Baba, “gayetle memnun olarak” şöyle der: “Kendi kızım olsaydı Allah bilir ki bu kadar dikkat etmeyecektim. Daha muradım kalmıştı ki bu kızı bir iyi eve vereyim, evlendikten sonra da rahat etsin” (s. 104).

Bu müjde, aslında sonun başlangıcıdır. Fitnat, bu haberi alır almaz bayılır. Talat, öğrendiğinde sıtma nöbetleri geçirir ve gecelerce ateşler içinde yanar. Hatta annesi Saliha Hanım kendisinden ümidi kesmiştir. Hacı Baba ile Emine Kadın, Fitnat’ı kandırarak Ali Bey’le evlenmesini sağlarlar. Fitnat, Üsküdar’daki köşke taşındığından beri sadece ağlıyordur. Kendini Ali Bey’den hep uzak tutar. “Gönlüm şehadet eder ki sizi seviyorum,” der Ali Bey’e. “Ama… Ama… Pederim makamında, biraderim makamında seviyorum”. (s. 146). Ali Bey, aşkında ısrarcıdır. Fitnat, bir hışımla Ali Bey’den kurtulur ama boynundaki gizemli muska kocasının elinde kalır. Ali Bey, önce “bir buse almaya muvaffak olamadığı” göğüslere değen muskayı öpüp koklar. Muskanın içinden dua değil, annesinin bütün sırları yazdığı bir mektup çıkar. Mektubu okuyan Ali Bey, Fitnat’ın boşadığı için bir ömür pişmanlık yaşadığı Zekiye’den olan kızı olduğunu anlar. Kızının yanına koşar. “Fitnat’ım! Kızım! Kapıyı aç… Baban geliyor! Baban geliyor! Babanla görüşeceksin! Kocalığa kabul etmediğin bu biçareyi şimdi babalığa kabul et. Ben sahiden babanmışım. Hakkın varmış ki beni baban gibi seviyordun!” (s. 151). Fakat her şey için çok geçtir. Fitnat, bir çakı ile intihar etmiştir. O esnada eve Ragıbe olarak gelen Talat da sevdiceğini kanlar içinde görünce -hummanın da etkisiyle- kendini kaybeder. Son sözü “Fitnat’ım!” olur. Bu faciaya sebep olduğunu düşünen Ali Bey de çıldırır ve altı ay içinde vefat eder…

Romanın temel meselesi, evlenmek isteyenlerin bu konuda ne kadar karar hakkı olabileceği. Murat Belge de yazısında buna dikkat çekiyor ve Namık Kemal’in Zavallı Çocuk’unda (1873) da bu konuya eğildiğini hatırlatıyor. Benim aklıma gelen bir başka roman da Vartan Paşa’nın Ermeni harfleriyle Türkçe olarak 1851’de yayımladığı Akabi Hikâyesi. Bütün kurumlarıyla modernleşmeye çalışan Osmanlı Devleti’nde millet fark etmeksizin yazarların bu konuyu çok önemsediğini görüyoruz.

Murat Belge, romanın sonunu kısaca özetledikten sonra “Yazar, bu ‘insest’ motifine neden gerek duymuştur?” diye soruyor. “Asıl eleştirdiği konu, gençlerin ana-baba zoruyla evlendirilmesi, ille analarıyla, babalarıyla evlenmelerine yol açar diye bir şey olmasa gerek.” Fitnat ile Ali Bey arasında fiilî bir şey olmamasına da dikkat çekiyor. Şu satırlar da Murat Belge’ye ait.

“Romanın merkezi olması beklenen tragedyasıyla bu insest durumunun nedensel bir ilişkisi yok. Olsa olsa sevimsiz (vurgu bana ait) Ali Bey’i cezalandırmaya yarıyor. Ama belli ki Şemseddin Sami zihninde bir bağlantı kurmuş. Herhalde tragedyayı ağırlaştırmak istemiş ve aklına gelen en ağır şey olarak insesti koymuş; ama insestin de ‘kuvveden fiile’” çıkması bir Osmanlı aydınına fazlasıyla ağır gelecek feci bir durum yaratacağı için işi oraya kadar da getirmemiş.”

Soruyu yineleyelim: Şemseddin Sami, romanına neden bir “insest motifi” ekleme ihtiyacı duydu? “Tragedyayı ağırlaştırmak için aklına gelen en ağır şey” belki buydu, evet, ama tragedyayı ağırlaştırmayı neden istedi?

Şemseddin Sami’nin çok bilinçli bir tercihle, romanında “sadece kötü olduğu için” bir karaktere yer vermeyişinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zaten ilk bakışta kötü -veya sevimsiz- diyebileceğimiz iki kişi var: Hacı Baba ile Ali Bey. Ama ikisi için de kötü insanlar dememiz mümkün değil. Hacı Baba, kendi ahlâkının elverdiği ölçüde, iyi niyetli bir adam. Aragon’un “Ve kırar göğsüne bastırırken” mısraı uyarınca Fitnat’ı o kadar düşünüyor, onun için neyin daha iyi olacağına o kadar emin ki -“Ben herkesin kadrini bilirim.”- kızın ölümüne sebep oluyor. Öte yanda Ali Bey, Zekiye’yi boşadıktan sonra bir daha evlenmemiş. Kimseyi karısının yerine koyamamış. Pişmanlıkla dolu seneler geçirmiş.

“İşte o vakitten beri on beş, on altı sene geçmişti lakin Ali Bey bir dakika karısını unutmadı. Çok defa görürlerdi ki odasına kapanarak karısından kendisine yadigâr kalmış bazı eşyayı çıkarır ve önüne koyarak saatlerce ağlardı.” (s. 99)

Fitnat’a âşık olmasının altında da Zekiye’ye duyduğu büyük aşk vardır.

“Ali Bey başını kaldırıp Fitnat’ın yüzüne baktığı gibi bir halete geldi ki tarif kabul etmez. Gayetle müteessir oldu. Nasıl müteessir olmasın ki; Fitnat’ı görmekle güya eski karısını gördü. Aynı boy, aynı yüz, aynı göz… Nihayet tıpkı o! Ali Bey bunu gördüğü gibi on yedi seneden beri ayrılmış ve öldüğünü işitmiş ve ölümüne kendisi sebep olduğuna zâhip olmuş olduğu eski karısını görür gibi oldu.” (s. 132)

Şayet, bir “insest ilişkiden” söz edeceksek, en büyük payı Ali Bey’e vermemiz lazım. Belki de tek payı ona vermemiz lazım çünkü Fitnat içgüdüsel bir şekilde “pederi gibi” sevdiğini söylüyordu. Peki, Şemseddin Sami, yaklaşık on yedi senedir pişmanlık ve ıstırap içinde debelenen Ali Bey’i neden böyle bir ilişkiye sürükledi?

Romandaki karakterlerin istisnasız hepsinin iyi insanlar olduğunu söylemiştim. Talat’la Fitnat’ın birbirlerine duydukları -neredeyse birçok metafizik öğeler barındırdığını söyleyebileceğimiz- aşk, Şerife Kadın’ın iyi bir eğitmen olmasının yanı sıra başta Fitnat olmak üzere herkes için çeşitli iyiliklerde bulunması, Hacı Baba’nın anlaşılamamışlığı, bigünah Zekiye’nin uğradığı haksızlıklar, ona belki de en büyük kötülüğü yapan annesinin bile aslında Zekiye için bir şey yaptığını sanması…

Evet, bu toplum iyi insanlardan oluşmuştur. Ama şayet modernleşmeye körü körüne direnir, bazı geleneklerin altında yaşamakta ısrar edersek, en nihayetinde bu toplum bile felaketlerin en büyüklerine uğrayacaktır. Ve, bu felaket toplumun bütün sınıflarında görülecektir. Konağında yaşayan müreffeh şehirli de, kalemdeki memur da, esnaf da, gözlerden ırak tutulan kadınlar da… Herkes bu tefessühten payına düşeni alacaktır. Şemseddin Sami, artık bu çağda, birbirini seven gençlerin evlenmesine izin vermeyen, bir başka deyişle modernleşmeye direnen bir devletin varlığını sürdürmeye devam edemeyeceğini söylüyor.

Romanın sonunun farklı olduğunu düşünelim. Talat’la Fitnat, Allah’ın emri peygamberin kavliyle evlenmiş olsunlar. Bu durumda, sondaki felaketlerin hiçbiri yaşanmayacaktı. Dahası, romandaki “müjde” muska açıldıktan sonraki mektup olacaktı. Parlak ve çalışkan bir memur olan Talat, kariyerinde ilerleyecek, Ali Bey’in serveti maişet derdini berhava edecekti. Sağlığı yerinde, eğitimli, mutlu bir evde büyümüş çocukları olacaktı. Bu da, dağılmakta olan bir imparatorluktaki milliyetçilik rekabetinde çok önemli bir yer teşkil ediyordu. Vartan Paşa ile Şemseddin Sami, “ilk” romanlarında çok benzer temaları işlerken bu kaygı noktasında buluşuyorlardı.

“İnsest motifinin”, “sevimsiz Ali Bey’i cezalandırmaktan” çok, toplumun bütün sınıflarını, dolayısıyla da devleti yıkacak, çıldırışa, ölüme sürükleyecek bir aracı rolünde olduğunu düşünüyorum.



[1] Şemseddin Sami, Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, yay. haz. Aydın Alpay, (2019: İstanbul), Turkuvaz, s. 48.