Mekânın Gam’ları
Sema Aslan

Pir Sultan Abdal Derneği Sarıyer Şubesi tarafından açılan “Küçük Armutlu Yerinde ve Yerlisiyle İyileştirme Ulusal Mimari Fikir Projesi Yarışması”, kentsel dönüşüme yerel koşulları ve olanakları gözeterek çözüm üretmeyi hedefliyordu. Hem yarışmanın duyurusu hem de sürecin kendisi Arkitera, XXI, Yapı, Mimarlık gibi dergilerin web sayfalarında yer almış, mahalle meclislerinin yaşam alanlarına doğrudan katılımcı olmasının yarattığı heyecan paylaşılmış. XXI Dergisi editörü mimar Dirim Dinçer’in şu vurgusu dikkat çekici: 

“Küçük Armutlu ya da resmi adıyla F.S.M. mahallesi, kent içinde mekân üretim pratikleri ya da mahalle kullanıcılarının birlikte yaşam bilgileriyle değil; ‘yasal olmayan’ bir yer yaftasıyla teröristlerin durmaksızın eylem yaptığı izlenimi verilmiş bir mahalle imgesiyle, polis baskınlarıyla tanınırlığı artanlardan. (…) Mimar Meclisi'nden Senem Doyduk'un sözleriyle; 'Katılan öğrenciler buradan mahallemiz diye bahsediyorlar. Hiç değilse bir gün dozerler bu mahallenin kapısına dayandığında, orası öyle bir yer değil diyen birileri olacak.’" (link)

Biz, Yrd. Doç. Dr. Senem Doyduk’un gözaltı ve tutukluluk haberini ana akımdan da öğrenene kadar (hurriyet), mahallede mimari gruplara alan görme gezileri ile Ankara, İstanbul ve İzmir’de ön kolokyumlar çoktan düzenlenmiş; yarışma sonuçları açıklanmış ve sürecin değerlendirildiği bir kolokyum da gerçekleştirilmişti. Ancak “Küçük Armutlu Yerinde ve Yerlisiyle İyileştirme Ulusal Mimari Fikir Projesi” sadece bir yarışma değil, belki bir yarışmadan da çok, yolları kesişmeyen insanları bir araya getirerek tartışmaya ve üretmeye imkân sağlayan bir ‘alan / süreç’ olduğu için başlangıç ve bitiş tarihlerinin bir önemi olmadı. Ne yarışmayı düzenleyenler ne de Senem Doyduk’un tutukluluğuna karar verenler açısından.

Mimar Senem Doyduk, yarışmanın raportörü ile yaptığı telefon görüşmesinde ‘cehpe’ dediği için örgüt üyesi olduğu söylenerek tutuklandı. 

Çok geçmeden Yeni Akit, Takvim, Star gibi gazeteler, Doyduk'un terör örgütüyle ilişkisini belgelediği iddia edilen haberler yayımladı. (bkz. yeni akittakvimstar) Bu birbirinin tıpkısı haberlerde mimarın bir grup insanla bir mekânda çekilmiş bir kare fotoğrafı yer alıyor. Mekânda Mahir Çayan’ın da fotoğrafı bulunuyor. Yani Doyduk, Mahir Çayan'ın portresiyle aynı mekânda. Bu, onun örgütle fikir ve eylem birliği içinde bulunduğunun kanıtı sayılmış. 

Mekân, tanımlanmış. Buna ‘fantezi’ diyebiliriz. 

Küçük Armutlu'nun yerinde ve yerlisiyle, mahallenin kendi dinamikleri ve insanlarıyla dönüşme arzusu, bir tür performans –hatta belki devrimci bir performans ise, bu performansın sevilmeyeceği aşikâr. (Performans tabii ki Goffman'ın toplumsal yaşam içindeki an'ları anlamamıza imkân tanıyan kavramıdır ve eğlencelidir) Ne de olsa mahalleden artık "mahallemiz" diye söz eden gençler var. Ama performansın olduğu yerde bir de sahne arkası bulunur. Bu gazeteler, Küçük Armutlu'daki performansın sahne arkasını bulduğunu varsayıyor, ifşa ediyor ve elbette yeniden tanımlıyor. Mekân, şimdiden sonra bir terör yuvasıdır. 

‘Terör yuvası’ zaten aşina olduğumuz bir niteleme. Bu mekânların neye benzedikleri, neleri içerdikleri, hangi performanslara sahne oldukları ve nasıl insanları bir araya getirdiklerine dair az çok bilgimiz varsa, o da yazılı ve görsel basın kaynaklı. Peki, ‘mekân’ sözünün kapsadığı bazı ideolojik standartlar olabilir mi? Ya da, belli türden bir hafızayı kullanarak mekânı kodlamak ve mekânı yeniden üretmek sadece bir betimleme sorunu olarak mı kalır? 

Mekâna dair fanteziler üretmek, sık yaptığımız bir şey belki de. Kendi evimizden de korkmamızı sağlayabilir fanteziler. Nihayetinde, uygarlaşmanın bile çözemediği bir sorun, elinde şamdan olmadan mahzene inememek, diyor Bachelard. Çünkü fantezi dediğimiz şey, efsane olsun olmasın, hafızaya kayıtlı bilgiden beslenir. Belirli mahalleler etrafında üretilen fanteziler, bu hafızaya seslenir. Telefon dolandırıcıları bile aynı hafızaya dayandırıyor fantezilerini. Kurbanlarını Diyarbakır’daki gizemli hesaplarla ilişkilendirmeleri boşuna değil. 

Kadınlar ve sokak arasında da benzer bir hafıza / fantezi kurgusu var. Avrupa’da on dokuzuncu yüzyıl sonunda kadınlar tam halka açık yerlere çıkmaya başlamışlar ki, psikiyatri dergileri kadın hastaların maruz kaldığı agorafobi vakalarıyla ilgili incelemelerini ardı ardına yayımlar olmuş: 

“…kısıtlamaların gevşemekte olduğu bir dönemde sokakla kurulan agorafobik ilişki, bir yandan söz konusu kısıtlamaları histerik baskılar biçiminde yeniden üretmeye devam ederken, bir yandan da bu baskıların açıklanamaz bir kaygı haricindeki tüm varlık nedenlerini hasıraltı ediyordu. Artık açıklanamayan bu kaygı ortak bir belleğin alanıydı. Belirli bir mekânın tehdit edici olduğuna ilişkin hatıralar, kendine adab-ı muaşeret kitaplarında değil, psikiyatrik semptomlarda yer buluyordu artık.” 

Sokakta ‘erotik karşılaşmalar’ yaşanabileceğine dair fanteziler üretilir ve yaygınlaştırılırsa, kadınların sokağa çıkmak istemeyeceği ya da zaten çıkamayacağı öngörülmüş.

Mücadele önemli ölçüde mekânları tanımlamak üzerinden ilerliyor. Çünkü aslında onlar da biliyor, “yaşamı değiştirmek için mekânı değiştirmek zorundasınız” (Lefebvre).


[1] “Modernite Nasıl Unutturur?”, Paul Connerton, Çev: Kübra Kelekoğlu, Sel Yayınları, 2011.