Fransa’da Solu Bölen Kavram: Laiklik
Ahmet İnsel

Fransa solu içinde laiklik ilkesinin yorumlanması etrafında son dört-beş yıldır giderek hararetlenen bir tartışma sözkonusu. Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayının belirlendiği ön seçim yarışı, laiklik anlayışı konusunda solun ikiye bölündüğünü daha açık biçimde ortaya koydu. Sol seçmenlerin ön seçimde ikinci tura kalan iki aday arasında tercihlerinin belirlenmesinde, iktisadi ve sosyal politika önerileri kadar, laiklik yaklaşımları arasındaki açık fark da etkili oldu. 

Bir yanda Fransa plajlarında “burkini”nin, üniversitelerde türbanın yasaklanmasını, okuldışı gezilerde çocuklara çarşaflı velilerin eşlik etmesine izin verilmemesini savunan, cumhurbaşkanı adayı olmak için Sosyalist Parti hükümetinin başbakanlığından yaz sonunda istifa eden Manuel Valls vardı. Valls’ın laikliği “uzlaşmaz biçimde savunmak” olarak özetlediği yaklaşımını “mücadeleci laiklik” olarak tanımlayanlar destekliyor. Bu kesim içinde, daha ileri gidip, filozof Elisabeth Badinter gibi, kadınların özgürlüğü ve eşitliği adına başörtüsüne kamusal alanda hiçbir şekilde taviz verilmemesini talep edenler de var. Valls bu tavrı savunurken, aşırı sağın laikliği bir İslam karşıtlığı silahı olarak kullanmasını da eleştirmeye dikkat ediyor. Ancak uzlaşmaz veya militan laiklik ile aşırı sağın lideri Marine Le Pen’in “total laiklik” (laicité intégrale) olarak tanımladığı, kamusal alanda her türlü cemaatçi farklılık talebini, örneğin kamu okullarında helal yemek verilmesini laikliğe aykırı kabul eden yaklaşım arasındaki fark da giderek azalıyor. Militan laikçi sol kanat aşırı sağ ile arasındaki farkı vurgulayarak, Yahudi düşmanı yaklaşımları da laikliğe karşı önde gelen tehditler arasında saymaya devam ederek, “uzlaşmaz laiklik” politikasının sadece İslam’ın kamusal alanda tanınma taleplerine karşı bir tavır alış olarak algılanmamasına uğraşıyor. Aynı zamanda, 1905’te ilan edilen “Kiliselerle devletin ayrılması” yasasının ötesine gidilip, savunduğu laiklik anlayışının anayasa metnine ilave edilecek bir deklarasyonla güçlendirilmesini de adaylık programında öneriyor.

Diğer kesim, 1905 yasasının öngördüğü laiklik kriterinin ötesine gitmemeyi savunup, bu yasanın ve laiklik ilkesinin genel olarak din ve özel olarak İslam karşıtı bir araca çevrilmesine karşı çıkıyor. 2012’de mecliste çoğunluğu yeniden kazanan Sosyalist Parti’nin kurduğu hükümette ilk iki yıl bakanlık yapan Benoit Hamon, bu yaklaşımın temsilcisi olarak Sosyalist Partisi’nin aday adaylığı ön seçiminde Valls’ı açık ara geride bırakıp birinci geldi. Hamon, 1905 yasasının tanımladığı laikliği savunacağını, inananlarla inanmayanların düşündüklerini özgürce söyleyebildikleri, kamu otoriteleri ve devletin bu konuda tarafsızlığını korudukları bu laiklikten “ne daha fazlasını ne de daha azını” savunduğunu söylüyor. Dinî/etnik kimliklere dayalı cemaatleşmenin (communautarisme) hak ve tanınma taleplerinin eleştirisi kisvesi altında, esas olarak İslam’ın Cumhuriyet’le uyumsuz olduğu inancının dile getirildiğinin altını çiziyor. Kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcı baskının Müslümanlara özgü olmadığını vurgularken, bazı köktendinci çevrelerde bu baskının çok daha yoğun biçimde uygulandığının farkında olduğunu ve Cumhuriyet kurumlarının görevinin bu baskıyla mücadele etmek olduğunu ama bunun tek yolunun cezalandırmaktan geçmediğini belirtiyor. Kadınların özgürleşmelerine Cumhuriyet kurumlarının yardım etmesinin öncelikli olduğunu vurguluyor. Elbette üniversite öğrencilerine türban yasağı getirilmesine karşı çıkıyor. İslam’ın Fransa devleti tarafından katı biçimde denetim altına alınmasına karşı çıkarken, Manuel Valls’ın savunduğu Fransız İslamı Vakfı’nın ve Fransa Müslüman İbadeti Konseyi’nin devlet güdümlü bir yapıya sahip olmasına karşı çıkıp, tersine bu kurumların en başta yabancı devletlerin etkisinden de kesin biçimde kurtarılarak, kendi yerli finansman kaynaklarına sahip, özerk kurumlar haline getirilmesini savunuyor. Bunun 1905 yasasına uygun yegane politika olduğunu iddia ediyor. Hamon’un laiklik tanımı, başbakanlığa bağlı bir Laiklik Gözlemevi’nin başkanı, eski cumhurbaşkanı Mitterand döneminde cumhurbaşkanlığı genel sekreteri olan Jean Louis Bianco’nun laiklik anlayışıyla örtüşüyor.   

Laiklik konusunda Valls ile Hamon arasındaki bu politika zıtlığı, sadece Sosyalist Parti’yi değil, merkez soldan aşırı sola kadar bütün solları kapsıyor. Bu çatışmanın kaynağı bütün kiliseleri ve Devlet’i birbirinden kesin biçimde ayıran 1905 yasasının kabul edildiği tarihe kadar gidiyor. O tarihte din ve devlet birbirinden ayrılırken, bunu savunanlar da ikiye ayrılıyorlardı. Bir kesim, esas olarak din veya Kilise karşıtlığından hareket ederek, her türlü dini tehdit olarak görerek, ibadetin devlet otoritesi tarafından yakından denetlenmesini öneriyordu. Esas hedef Katolik kilisesinin toplumu etkileme ve siyaseti belirleme kapasitesinin kırılmasını sağlamaktı. Diğer kesim ise, liberal ilkelerden hareket ederek, herkesin dinini veya inancını istediği gibi yaşayabilmesini savunuyordu. 1905 yasası iki kesimin taleplerini kısmen karşılayan bir uzlaşma metni olarak kabul edildi. Bundan böyle devlet din işlerine kesinlikle karışmayacak, hiçbir din görevlisi devletten maaş almayacak, hiçbir kamu kaynağı dinî cemaatlere tahsis edilmeyecekti. Buna karşılık, dinî cemaatler ve Fransa’da en güçlü dinî cemaat olan Katolik kilisesi de ibadetini düzenlemek, finansmanını temin etmek konusunda bütünüyle bağımsız olacaktı. Devlet okullarında her türlü din dersi ve dinî işaret yasaklanırken, dinî cemaatlerin özel okullarının varlığına izin verildi. 1905 yasası etrafındaki tartışmalar, yasa kabul edildiği günden beri aralıksız devam etti ve yasanın uygulanışı zaman içinde evrildi. 1959’dan beri mili eğitim bakanlığıyla eğitim programları konusunda sözleşme imzalamaları karşılığında, aralarında dinî cemaatlere ait derneklerin işlettiği okulların da olduğu özel okullara kısmi devlet yardımı yapılıyor. Laiklik ilkesi ise Fransa’da anayasaya ancak 1946’da girdi.

26 Ocak 2015’te Paris’te Cumhuriyet Laiklik Komitesi’nin yılın laiklik ödülünün iki kişiye (biri Fazıl Say) verilmesi vesilesiyle yapılan törende konuşan Başbakan Manuel Valls, 1905 yasasının “dini olması gereken yere yerleştirdiğini, inananların inançlarını kimseye dayatmaması, inanmayanların da diğerlerinin dinî inançlarının gereğini yaşamasına engel olmaması” gerektiğini vurguluyordu. Ama aynı zamanda sağ hükümetin 2010’da çıkardığı, kamu alanına yüzünü gizleyerek çıkmayı yasaklayan ve esas olarak peçeyi hedef alan yasaya oy veren nadir sosyalist milletvekillerinden biri, kendisiydi. Valls militan laiklik geleneğini günümüzün güvenlikçi anlayışı içinde yorumlayarak ifade ediyor.

Fransa solunda militan veya uzlaşmaz laiklik anlayışının yeniden canlanması tarihçi İsmail Ferhat’a göre 1979 İran devrimiyle ve Afganistan’ın SSCB ordusu tarafından işgal edilmesiyle ilişkili. Gerçekten de bu iki olay solun karşısına siyasal İslam’ı bir sorun olarak çıkardı. Fransa’da solun bir kesimi hem Afgan direnişinde hem İran devriminde köktendinciliğin egemen olmasına işaret ederek, siyasal İslam’a karşı militan laikliği savunmaya başladı. Bu tarihten itibaren sadece solda değil, sağ ve aşırı sağda da laikliğin tehdit altında olduğunu dile getirmek, İslam sorununu işaret etmenin vesilesi oldu. Fransa’da laiklik politikasıyla ilgili yeni yasaların 1980 sonrasında hızla gündeme gelmesi bir rastlantı değil.

2004 yılında eğitim sistemini yeniden tanımlayan yasa, anaokulundan liseye kadar bütün devlet okullarında, dinî işaret ve kıyafetlerin “gösterişli” bir biçimde kullanımını yasakladı. Esas olarak başörtüsünü yasaklamak için getirilen bu yasa maddesinin gerekçesinde, üzerinde Hıristiyanlara özgü bir haç, Müslümanlara özgü bir hilal veya Yahudilere özgü bir Davud yıldızı olan bir kolye taşımanın serbest olduğu, buna karşılık yasanın gösterişli dinî simge olarak tanımladığı kipaya, elbisenin üstünde büyük bir haça ve başörtüsüne izin verilmeyeceği belirtiliyordu. 2006 yılında ilan edilen Laiklik Şartnamesi’nde bütün kamu görevlilerine dinî açıdan kesin bir tarafsızlık sergilemek yükümlülüğü getirilirken, devlet okullarında geçerli olan gösterişli dinî simge kullanma yasağı burada da tekrarlanıyordu. 2010 yılında kamusal alanda yüzünü gizleyerek dolaşma yasağı getiren yasanın istisnalarına bakınca, bunun sadece peçe yasağı olduğu görülüyordu. Diğer taraftan iş yaşamında türban veya çarşaf kullanımının işveren tarafından yasaklanmasını mümkün kılan önlemlerin ve buna uymayanların işten çıkarılmalarının yasallığı, uzun hukukî tartışmalardan sonra, Yargıtay tarafından kabul edildi. Kamu hizmeti veren özel işletmelerde de “gösterişli” dinî simge kullanımının kısıtlanmasının koşullarını bu Yargıtay kararı tanımlıyordu.

Valls ve Hamon arasındaki laiklik tartışması, bir yandan 1905 yasasının giderek daha fazla kısıtlayıcı bir laiklik anlayışı yönünde genişletilmesi, diğer taraftan kamu hizmetinin dinî taleplere uyum sağlayıp sağlamaması ve bunun sınırları konusunda solu ikiye bölmeye devam ediyor. Valls’ın savunduğu mücadeleci laiklik anlayışı, ilginç biçimde sağ çevrelerde ve özellikle köktenci Katolik çevrelerde ciddi biçimde taraftar buluyor. Bunun aşırı sağdaki uzantısı, “İslamcılık 21. yüzyılın totalitarizmidir” diyen, kamuoyu yoklamalarının gelecek cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda oyların %25’ini alacağını iddia ettiği Marine Le Pen. Tek ve birleşik ulus, cemaatçiliğin reddi ve total laiklik ilkelerini savunan Le Pen için, laiklik ancak kültürel olarak homojen bir toplumun harcı olabilir. Bu nedenle asimilasyon zorunlu olmalı ve toplumsal gerginlikler otoriteye boyun eğerek yatıştırılmalıdır. 

Bazı tema benzerlikleri olsa da, Valls’ın ve Regis Debray gibi birçok Cumhuriyetçi aydının savunduğu uzlaşmaz laiklik anlayışını, aşırı sağın açık biçimde İslam’ı, örtülü olarak da Yahudiliği hedef alan total laiklik anlayışıyla aynı düzlemde ele almak mümkün değil. Diğer taraftan Fransa radikal solunun bir kısmında, Hamon’un savunduğu laiklik anlayışını da özgürlükler açısından yetersiz bulan ve Anglo-sakson sekülerizminden esinlenen ve farklılıkların savunulması gerekçesiyle örneğin kamu kurumlarında başörtüsünün ve çarşafın tamamen serbest olmasını savunan küçük bir azınlık da var.

Laiklik tartışması yalnız solu değil, hem solu hem sağı hem de kadın hareketlerini kendi içinde ikiye bölüyor. Birkaç belediyenin getirdiği ve Manuel Valls’ın desteklediği burkini yasağını iptal eden Danıştay’ın belirttiği gibi, laiklik ilkesini ileri sürerek kamusal alanda dinî işaretlerin kullanımını yasaklamak bugün Fransa’da mümkün değil ama buna şimdilik kaydını düşmekte yarar var. Fransa’da solun bir kısmına ve sağın neredeyse bütününe hâkim olan İslam korkusu önümüzdeki dönemde laiklik ilkesini militan bir laikliğe dönüştürürken, bu dönüşümün çoğunluğun kültürel kodları içinde asimile edilmesini meşrulaştıran bir tavrın ortaya çıkma riski var. Solun aday adaylığı seçimlerinde oy kullanan iki milyon seçmenin yarıdan fazlasının Hamon’a oy verirken, demokratik laiklik anlayışını savunuyor olmalarını da elbette yabana atmamak gerekiyor. Laiklik tartışması, her yerde olduğu gibi, Fransa’da da özünde bir demokrasi tartışması.