Albert Camus’de İntihar, Şiddet ve Saçma Düşüncesi (IV)
Derviş Aydın Akkoç

Albert Camus, dünya savaşının etkilerini henüz savuşturamamış, İspanya İç Savaşı’nın trajik yenilgisini üzerinden atamamış, Moskova’ya yönelik inançlarında derin çatlaklar oluşmuş, ulusal komünist partilerden yaka silkmek zorunda kalmış, boğucu bir iktisadi ve kültürel atmosferde varlığı iyice değersizleşmiş bireyin hayatı olumlaması için dünyaya kısa bir süreliğine de olsa sırtını dönmesi gerektiğini belirtir. Descartes’in “düşünüyorum, o halde varım” yargısını “başkaldırıyorum, o halde varım” yargısıyla tahkim eden Albert Camus, bireyin “hayatını haklı çıkarması”, yüzünü ölüme değil, hayata çevirmesi, yıkılmış aklını toparlaması için “tek kralı” çıplak bir gökyüzü olan bir “çöl” bulmasının elzem olduğunu öne sürer. 

Siyaseten bir tür “firar” teşebbüsü olarak değerlendirilebilir mi bu tutum? İlk bakışta öyle. Ama sadece ilk ve yüzeysel bakışta... Evvela mevzuya Fransız kalmamak için şunu belirtmeli: Sözgelimi J. P. Sartre’ın meşhur “cehennem” metaforunun, A. Malraux’nün “bilincin çölü” yahut Albert Camus’nün “çöl” gibi mecazlarının salt estetik-felsefi mecazlar olmadığını; bu türden voltajı yüksek mecazların metinsel tezahürlerinin de üretildikleri ve dolaşıma sokuldukları tarihsel momentten izler taşıdığını; toplumsal, siyasal ve kültürel krizlerle bağlantılı olduklarını, hasılı keyfe keder mecazlar değil, zorunlu ve dahası siyasi mecazlar da olduklarını elde bir var saymak gerek.

Tıpkı metalar, bedenler yahut düşünce ve duygular gibi mecazlar da birbirleriyle alışveriş halindedir. Bu esnada birbirlerine sürtünür, birbirleriyle çatışır, elektriklenmeler yaratır, yeni anlam katmanları edinirler. Bir “dünya imgesi” sunan her kuvvetli ve kışkırtıcı mecaz, sınırları ve atıf koordinatları belli, çoğun kapalı devre “kavram”larla yol alan siyaset teorisi açısından elbette huzursuzluk vesilesidir; Camus’nün kullandığı şekliyle çöl mecazı için de geçerlidir bu. Mecazın çağrıştırdığı dünyadan el etek çekme, zorunlu yalnızlık, sessizlik ve sair anlamlar, mecazın siyasetten istifa etmeye davetiye çıkardığına yönelik bir düşünceye kapı aralar. Ne var ki, kritik eşiklerde zikredilen mecazların hangi ağızdan çıktığı; ne tür bir saikle sarf edildiği de ayrıca önemlidir. Louis Althusser’in 1939-45 dönemine ilişkin sıcağı sıcağına, 1946’da söylediği şu söz mesela: “Camus, bu çağdaş haçlıların sayıları hiç de az olmayan çok iyilerinden, hayran olunası bir direnişçiydi.”[1] Demek bir direnişçinin dudaklarından dökülen çöl mecazıyla tuzu kuru konformist bir öznenin dudaklarından dökülen çöl mecazı –ses benzerliği dışında– bir ve aynı mecaz değildir. En hafifinden pasifizm, korkaklık gibi suçlama ihtimallerine rağmen Albert Camus’nün öznenin kendi varoluşuna uygun bir çöl bulmasını daha 1939’da ve sonrasında, hayran olunası bir direnişçiyken, savaşın tozu dumanı dağılmamışken zikretmekten çekinmemiş olması da ayrıca dikkate değerdir. 

Althusser’e göre, ahlaki-etik çıkışı, edebi yapıtlarının karşı konulmaz başarısı ve bileğinden aldığı yaratıcı etkinliğiyle Camus, çaresizlik içinde kıvranan, yön duygusu kaybı yaşayan –savaş artığı– bireyin kendi yazgısını karşısına alıp ona başkaldırması gerektiğini öne sürmüş, buradan hareketle de muhatapları üzerinde bir tür “peygamber” etkisi uyandırmış düşünür-sanatçılardan biridir. “Peygamber” edasının gerek siyasetçiler gerekse sanatçılarda görülen sahtelik/sahtekârlık riski, sözgelimi A. Malraux’ye [2] kıyasla Albert Camus’de çok daha azdır. Zira şu ya da bu mesele hakkında kurulan cümleler kendi üzerine de düşünen cümlelerdir: kendi yetersizliklerini okşamayan, aksine bunlarla huzursuz bir ilişki içinde olan; böbürlenmeyen, kofluğa düşmeyen, kusurlarla, fireler vererek yol alan cümleler...


***

Geçmişi geçmişte bırakmak gerektiğini, ne olacağı ve nasıl bir şekil alacağı müphem bir gelecek düşüncesi için çırpınmanın özü itibariyle nafile olduğunu dile getiren Camus’nün tasarrufunda çöl mecazı; dünyadan külliyen vazgeçiş, siyasetten sinikçe geri durma, olan bitenlere küstahça ve yukarıdan bir bakış atma mekânı değildir:

“Vazgeçişle hiçbir ortak yanı olmayan bir geri çevirme bulunduğunu pek az insan anlar. Gelecek, daha iyi olma, toplumsal durum sözcükleri ne anlam taşır burada? Yüreğin ilerlemesi ne anlam taşır? Dünyanın tüm ‘daha sonra’larını inatla geri çeviriyorsam şimdiki zenginliğimden de vazgeçmemek söz konusu olduğu için geri çeviriyorum.”[3]

Bir çöl yalnızlığında öznenin kendi gecesiyle yüz yüze gelme isteği, dünyadan bütünüyle vazgeçme anlamına gelmez; özne ona sunulanı geri çevirir; “tinin” daha kuvvetli ve yaratıcı bir atılımla çoktan fitilini ateşlediği başkaldırma edimine devam etmesi için zaman zaman çöle ihtiyacı vardır.

***

“Tin” bahsini hiçbir surette hesaptan düşmeyen Albert Camus’nün çöl mecazı sadece çağdaşlarının söylemleriyle temas halinde değildir tabii; Camus’nün sesinde önceki yüzyılda bu mecazı felsefi sahada ilk kez kullanan bir başka düşünürün sesi de yankılanır: Nietzsche...

[1] Louis Althusser, Althusser’den Önce Louis Althusser: G. W. F. Hegel Düşüncesinde İçerik Üzerine, çev. Z. Zühre İlkgelen, İstanbul: İthaki, 2003, s. 17.

[2] Malraux’daki estetik yaratımın kıymetini teslim eden, ama ucu kimi “palavraya” varan peygamberane estetik-politik tavrın erken dönem bir eleştirisi için bkz. Leon Trotsky, Literature and Revolution, çev. Rose Strunsky, Chicago: Haymarket Books, 2005.

[3] Albert Camus, Düğün – Bir Alman Dosta Mektuplar, çev. Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yayınları, 2017, s. 29-30.