Troller, botlar, astroturf: Sosyal medyanın anti-sosyal yüzüyle baş etme rehberi

Çin’de 50 kuruş partisi, Putin’in trol ordusu, Meksida’da Penabot’lar ve malumumuz Aktroller… Sosyal medya dünyanın hemen her yerinde sivil toplum örgütleri, siyasi aktivistler ve bilimum muhalif gruplar için elzem bir iletişim ve örgütlenme aracı haline gelirken, muktedirlerin bu platformları kontrol ve manipule etme çabaları da yoğunlaşıyor ve çeşitleniyor. Zaten bir süredir görmeye alışageldiğimiz topyekûn sansürleme, site kapatma, yasaklama gibi daha konvansiyonel yöntemlerin yanı sıra son dönemde otomatik yazılımlar ve ücretli ya da gönüllü kadrolar kullanarak daha aktif şekilde sosyal medyada dolaşan mesajların içeriğini ve tartışmanın tonunu etkilemeye çalışmak revaçta. Üstelik bunu yapan sadece otoriter rejimler de değil, Amerikan ordusundan lobi gruplarına, seçim derdindeki siyasetçilerden çok uluslu şirketlere, sanal ortamda manipülasyon işine bulaşmayan yok gibi… 

Peki ama neden? Bu kadar farklı aktörün sosyal medya trafiğini etkilemek için bunca kaynak akıtmasının sebebi ne? Elbette öncelikli ve bariz hedef kamuoyunu etkilemek ve propaganda yapmak. Kendi görüşlerinin ve destekçilerinin gerçekte olduğundan çok daha yaygın olduğu izlenimini yaratmak, suni gündem ve taban hareketleri oluşturmak, sanal ortamın kısıtlı kaynağı olarak addedilen dikkatleri dağıtmak. Bir diğer amaç muhalifleri ürkütmek, seslerini bastırmak, iletişim ağlarını ve örgütlenme kanallarını sekteye uğratmak, siyasi rakipleri yıpratmak, prestijlerini azaltmak, kişisel saldırılarla ilgiyi siyasi meselelerden uzaklaştırmak. Velhasıl rasyonel tartışmayı sabote etmek, tarafları kutuplaştırmak, fevri tepkilere sebebiyet verip kimsenin birbirini dinlemediği, önyargıların kemikleştiği bir ortam yaratmak [1]. 

Durum böyle olunca, özellikle sosyal medyayı siyasi mücadelelerinin önemli bir aracı ve cephesi olarak gören ve kullanan muhalif grupların da sanal ortamda karşılaştıkları provokasyon, manipülasyon ve saldırılarla baş etmek için daha etkili araçlara ve bu araçlar üzerine daha etraflıca kafa yormaya ihtiyaçları var. Bu yazı (aslında bu konuda çok da uzmanlığı olmayan bir internet kullanıcısı tarafından kaleme alınmış) bir başlangıç denemesi. Önce birkaç tanımla başlayalım…

***

Artık bizde de gündelik dilin bir parçası haline gelen trol sözcüğü, internette kışkırtıcı, tartışılan konu ile alâkâsı olmayan yorumlarla insanları kasten provoke etmeye ya da konuyu dağıtmaya çalışan kişiler için kullanılıyor. Aslında ilk ortaya çıktığı (ve Amerika’da hâlen yaygın olarak kullanıldığı) şekliyle bariz bir siyasi içerik taşımıyor, daha çok bu provokasyon işini eğlence olsun diye yapan hafif nihilist internet kullanıcılarını tanımlıyor. Ama zaman içinde, sosyal medya siyasete bulaştıkça trollük terimi de politize oluyor ve daha spesifik olarak ırkçı, yabancı düşmanı, cinsiyetçi, ayrımcı, homofobik yorumlarla diğer kullanıcılara saldıran, sohbet ya da tartışmayı kesintiye uğratan, birçoğu anonim ya da sahte hesaplar kullanan kişilere trol denilmeye başlıyor. Aynı dönemde devletler de sanal manipülasyon işine el atınca, otoriter ya da yarı-otoriter rejimlerin iktidarda olduğu birçok yerde trol, hükümet yanlısı, (en azından bir bölümü) hükümet tarafından kiralanmış ve merkezi olarak yönetilen ‘piyonlar’ için de kullanılmaya başlıyor. Fakat bu iki kullanım arasındaki fark zaman zaman gözden kaçıyor, yazının sonunda buna tekrar döneceğim ama burada da açıklık getirmekte fayda var: (Ak)trol diye nitelendirdiğimiz saldırgan internet kullanıcıları illa ki hükümet ajanı ve bu işi para için yapan kişiler değil, muhtemelen (ve maalesef) büyük kısmı içtenlikle şovenist, ırkçı, kadın düşmanı sıradan insanlar… Aslında trollerin gerçekten hükümetten para alıp almadıkları, yaptıkları saldırıların ‘resmen’ yönlendirilip yönlendirilmediği çok da bağlayıcı değil, ‘trolvari’ davranışların yaygınlığı ve artan dozu, sosyal medyanın siyasi mücadelede aktif bir cephe haline geldiği savını destekliyor. 

***

Otoriter rejimlerin muhalif gruplara karşı kullandıkları bir diğer silah olan botlar ise internet üzerinde faaliyet göstermek üzere tasarlanmış, otomatik olarak içerik üreten ve gerçek kullanıcıları taklit eden yazılımlar. Aslında botlar, birçoğu hiç de ‘art niyetli’ olmayan pek çok farklı amaç için kullanılıyor ama burada bizi ilgilendirenleri sahte sosyal medya hesaplarından hükümet yanlısı mesajlar atan, otomatik mesaj yağmurları ile aktivistler için önemli hashtag’leri bombalayan, muhalif hesapları spamleyen, kullanıcısının takipçi sayısını yapay olarak şişiren habis türleri. İlk jenerasyon botların operasyonları daha basit ve tespit edilmeleri daha kolayken internet teknolojilerindeki gelişmeler, bu otomasyon sistemlerinin çok daha karmaşık, tespitlerinin çok daha zor ve kullanımlarının çok daha yaygın hale gelmesi sonucunu doğurmuş [2].

Son olarak üzerinde durmak istediğim olgu, kelime kökeni suni çim markası astroturf’ten gelen astroturfing. Bu terim, İngilizce’de tabandan gelen ve kendiliğinden halk oluşumları için kullanılan ‘grassroots’ kavramının tersine, yapay olarak yaratılan, bir merkezden finanse ve kontrol edilen ve kendisine kitlesel taban hareketi süsü veren kampanyalar için kullanılıyor. Bu tür kampanyalara sosyal medya dışında da rastlamak mümkün olsa da (örneğin hükümet ajanları tarafından düzenlenmiş sokak protestoları, parayla tutulmuş ya da kendi inisiyatifi dışında alanlara doldurulmuş kalabalıklar, sahte isimlerle bezeli imza kampanyaları vs.), cüzi meblağlara binlerce sahte hesap satın almanın mümkün olduğu, botlarla trollerin cirit attığı sanal alem, ‘suni çim’ ekmek için çok daha elverişli bir ortam sunuyor [3]. Son dönemde aniden ortaya çıkıveren hükümet yanlısı birtakım Facebook grupları, popüler hashtag’ler ya da Twitter trending topic’ler, bu tür astroturfing kampanyalarının giderek daha fazla göreceğimiz bir taktik olduğuna işaret ediyor.

Peki ne yapmalı? Astroturfing ve bot saldırıları konusunda yapılabilecek en etkili şey, sosyal medyayı takip ederken bu tür manipülasyonlara karşı daha uyanık olmak, kamuoyunu bilinçlendirmek, erken teşhis ve ifşa etmek. Bot saldırılarını sosyal medya platformlarına şikayet etmek, spamlenme ihtimaline karşı özellikle kritik dönemlerde aktivistler arasındaki iletişim kanallarını açık tutmaya yarayacak alternatif yollar geliştirmek. Astroturf olduğundan şüphelendiğimiz sosyal medya trendlerinin gerçek hayattaki izdüşümlerini ve finansmanlarını araştırmak ve asılsız olanlarını teşhir etmek.

Trollere karşı en sık tavsiye edilen mücadele biçimi ise onları görmezden gelmek, ya da sıklıkla duyduğumuz şekliyle ‘trolleri beslememek’. Bu baskın görüşe göre trollerle rasyonel bir tartışma yürütmenin, onları ikna etmenin mümkünü yok, çünkü onlar gerçeklerle ilgilenmiyorlar. Trollerin en büyük zevki karşılarındakini tahrik etmek, çileden çıkarmak, duygusal tepkiler verdirmek, kendi seviyelerine çekip saldırganlaştırmak. Eğer troller bu tepkilerden besleniyorsa onlardan kurtulmanın en garantili yolu da onları aç bırakmak.

Bu argüman gerçekten makul gözükse de meydanı trollere bırakmak her zaman içe sindirilebilecek bir şey değil. Çünkü hiçbir şey yapmamak, bir yerde trollerin yaydığı nefret söylemine itiraz etmemek, kamusal alanda dolaşmaya devam etmesine göz yummak anlamına da geliyor. Üstelik, ‘trolleri beslemeyin’ düsturunun odak noktası troller. Oysa hangi motivasyonlarla nefret kustuğunu bilmediğimiz ve aşırı görüşlerini değiştirme ihtimali çok düşük olan trollerden daha önemli olan, asıl dert edinilmesi gereken, trol saldırısına maruz kalan kişi ve saldırıya şahit olan seyirci kitle. Dolayısıyla trol saldırısına verilecek tepkiyi belirlemek için sadece trolden nasıl kurtuluruz sorusu yeterli değil. Nasıl yaparız da bu saldırıyı, kamusal söylemi ve müşterek normları dönüştürmek, hedef olan kişi ya da grubu kurban olmaktan çıkarıp özne olarak yeniden inşa etmek için bir fırsata çevirebiliriz sorusunun yanıtı da önemli…

Tamamen görmezden gelmenin bir adım ilerisi, trollerin bıraktığı kışkırtıcı yorumları silmek, trol olduğundan şüphe ettiğimiz hesapları bloke etmek, eğer bu yorumlar nefret söylemi ve şiddet içerikli ise bunları direkt olarak bırakıldıkları sosyal medya platformuna şikayet etmek ve hesapları kapattırmaya çalışmak. Bunu sadece trol saldırısına uğrayan kullanıcının yapması da gerekmiyor, hatta ne kadar çok kullanıcı bu hesapları şikayet ederse sonuç alma ihtimali de o kadar yüksek. Fakat maalesef en yaygın kullanılan sosyal paylaşım siteleri olan Facebook ve Twitter, bu tür şikayetleri takip etmek ve failleri cezalandırmak konusunda hâlâ oldukça yavaş ve savsak. Üstelik yasaklanan bir hesabın sahibinin (özellikle Twitter’da) yeni bir hesapla faaliyetlerine kaldığı yerden devam etmesi de çok kolay. Bir de tabii trollerin bu şikâyet mekanizmalarını suistimal edip bir saldırı aracı olarak kullanması, yani hedef aldıkları hesabı asılsız yere Twitter’a spam olarak bildirmeleri sorunu var.

Trol hesapları bloklamak, kişisel sadırılardan bir nebze korunmak ve akıl sağlığını muhafaza etmek için makul bir seçenek. Fakat nihai bir çözüm değil; bloklama bir yerden sonra yeni trol hesaplarıyla köşe kapmaca haline gelebilir. Üstelik Türkiye gibi faşizmin gündelik dilin bir parçası haline geldiği bir ülkede, bloklamanın dozunu kaçırmak oldukça kolay. Düpedüz nefret söylemi yayan hesapları bloklamak anlaşılır bir tepki olsa da bir dezavantajı, karşıt görüşlü kişi ve grupların neler konuşup neler paylaştıklarını takip etme fırsatını kaçırmak olabilir.

Bir de bloklamayı bireysel değil kolektif bir uğraş olarak düşünmek ve kurmak da mümkün. Öncülüğünü merkezî bir liste kullanan “Block Bot” adlı programın yaptığı liste bloklama sistemlerinin “Block Together” gibi yeni jenerasyon versiyonları, Twitter kullanıcılarının kendi blok listelerini yapmealarına, bu listeleri arkadaşlarıyla paylaşmalarına ve başkalarının blok listelerine abone olmalarına olanak tanıyor. Böylece abone olduğunuz bir hesabın blokladığı kullanıcılar, otomatik olarak sizin hesabınızdan da bloklanıyor. Bu tür programları kullanarak Twitter ve benzeri platformları kendimiz ve yakın çevremiz için daha ‘hijyenik’ bir hale getirmek mümkün. Ama bunu yaparken unutmamak gerekir ki biz kokusunu eskisi kadar çok almasak da atık sular altan alta akmaya devam ediyor olacak.


Trolleri görmezden gelmeye dayanamayan ve onları geri püskürtmek için daha aktif yollar arayanlar için en radikal seçenek ise doğrudan taarruz. Son dönemde bunun bir tezahürünü trol saldırılarına maruz kalan grupların yürüttüğü ifşa et ve utandır (name and shame) kampanyalarında görüyoruz. Örneğin Amerika’da kimi feministler kendilerine yollanan şiddet ve nefret içerikli mesajları sosyal medya hesaplarından yayımlıyor. “Racists Getting Fired” adlı bir site, ırkçı paylaşımlar yapan kişilerin adlarını ve işverenlerinin telefonlarını duyuruyor ve takipçilerini arayıp șikayet etmelerini yönünde teșvik ediyor. Kendisine cinsel şiddet içerikli mesajlar yollayan genç bir trol’ü annesine şikayet edip kendisinden özür dilemesini sağlayan bir blogger örneği bile var… Tabii bu tür doğrudan yüzleşme taktiklerini Amerika’da kullanmakla sanal/sözel/fiziksel șiddet arasındaki çizginin kıldan ince, hukuk sisteminin bozuk, güvenlik güçlerinin taraf olduğu bir ülkede kullanmak arasında alınan risk açısından büyük bir fark var. Üstelik bu tür yöntemler anonim ya da sahte hesap kullananlar için çok etkili olmayabilir. Zaten azılı trollerin hâlâ bir ‘ar duygusu’ olduğuna inanmak da belki biraz fazla iyimser bir varsayım.

Fakat yine de bu tür kampanyaların, özellikle saldırıya uğrayan kişinin maaruz kaldığı saldırıyı deşifre etme çabası, saldırganı topluca kınama seferberliğine dönüşebilirse önemli bir getirisi olabilir. Böyle toplu kınamalar, hem kamusal alanda nefret söylemi ve sözel şiddetin olağan ve sıradanlığını biraz olsun sarsmaya, hem de kurbanın kendisini daha az yalnız ve izole hissetmesine yardımcı olabilir. Özellikle bu ikinci nedenden dolayı trol saldırısına uğrayan bir kişinin durumu sessizce sineye çekmek yerine kendi sosyal ağını harekete geçirmesi, eğer karşı taarruza geçecekse de bunu tek başına değil, arkadaşları ve takipçilerinin desteği ve işbirliği ile yapmasında fayda var.

Trollerle doğrudan muhatap olurken akılda tutulması gereken, asıl hedefin trol değil izleyici kitlesi (ve genel olarak kamuoyu) olduğu. O yüzden de trollerle onların dilinden konuşmak, ağız dalaşına, hatta fikir mücadelesine girişmek çok da anlamlı değil. Trolün yarattığı olumsuzluk içinde yapılabilecek en olumlu şey durumu bir toplu öğrenme fırsatına dönüştürmek: Trolü es geçip diğer katılımcılara dert anlatmak, trolün beyanları üzerinden nefret ve şiddet söylemini ya da ad hominem saldırı gibi sıklıkla rast geldiğimiz mantık hatalarını masaya yatırmak, resmî söylemin hegemonyasını sarsıp bir ‘karşıt-söylem’ geliştirmeye çalışmak akla gelen bazı ihtimaller [4].

Bitirmeden iki noktayı tekrar vurgulamak isterim: Birincisi, sosyal medyada zehirli paylaşımlar yapan kullanıcıların büyük kısmı dar anlamıyla trol değil. Birçoğu ne hükümetten para alıyor, ne eğlence için ortalığı birbirine katan başbelaları, ne de kendilerini trol olarak tanımlıyorlar. İkincisi, internet üzerinden hükümet çığıŗtkanlığı yapan, nefret söylemi üreten ve sözel şiddet uygulayan herkesi ‘Aktrol’ olarak damgalamak sanki sorun bir avuç paralı veya gönüllü ‘asker’miş yanılsamasını yaratıyor. Sanki o bir avuç musibeti görmezden gelirsek, bloke edersek, başımızdan savabilirsek sorun da çözülecekmiş yanılsamasını… Ama maalesef sorun sadece Aktroller değil, sorun toplumca trolleşmemiz, trolce konuşmamız. Onun için trollerle mücadele rehberinin, bu geniş anlamıyla trollükle mücadele rehberi olarak ve müşterek bir çaba ile yazılması lazım.



[1] Üstelik bu psikolojik etki sandığımızdan daha derin de olabilir. Yakın zamanda yayımlanan bir araştırmaya göre okudukları bilimsel bir makalenin ardından olumsuz ve kaba okuyucu yorumlarına maruz kalan kişilerin ilk başta okudukları makaleye dair algıları da değişiyor, konuyu olduğundan çok daha siyah beyaz görmeye başlıyorlar. Araştırmacılar buna ‘pislik etkisi’ (nasty effect) adını vermiş.

[2] Kimi tahminlere göre internet trafiğinin %60’dan fazlası insan kaynaklı değil. Ayrıca Facebook’ta 80 milyonun, Twitter’da 20 milyonun üzerinde sahte hesap olduğu yönünde tahminler var.

[3] Bir grup akademisyenin Twitter’in onayıyla, kendilerine alıcıymış süsü vererek yaptıkları bir araştırmanın bulgularına göre 1000 adet sahte Twitter hesabının maliyeti 10 dolar ile 200 dolar arasında değişiyor. 10 dolara 1000 adet sahte Yahoo e-mail adresi, 12 dolara ise 1000 adet Hotmail adresi almak mümkün. IP adreslerinin de benzer bir piyasası var.

[4] Karşıt söylem (counter-speech) terimini bu konularda yazan Susan Benesch’den ödünç aldım.