Kamu Politikalarının Eleştirilemez Zayiatları: Şehitler


Şehitlik, kutsal bir kavram; tek tanrılı dinlerin teolojilerinde önemli bir yere sahip. Yahudilikte Tanrı’nın isminin kutsanması adına şehit olmak, ilahi lütuf ve iyiliğe kavuşmak anlamına gelen Kidduş ha-Şem sözcüğü kullanılıyor. Kidduş ha-Şem, Eski Ahit’te geçmiyor. Kavrama şehitlik anlamının sonradan -Hezeikel peygamber sonrasında- yüklenmiş olduğu düşünülmekte. Kavram, daha çok Hıristiyan teolojisi içinde şekillenmiş. Batı dillerinde de, Yunanca da şahitlik anlamına gelen martis kelimesinden geçmiş. İngilizce ve Fransızcada martyr olarak kullanılıyor. İnançları uğruna ölen, İsa’nın varlığına ve onun krallığına tanıklık edenleri tanımlıyor. Hıristiyan düşüncesindeki bu tanrısal krallık biraz garip, Luka’da (7: 17-20) bu krallığın gözle görünür bir şekilde olmayacağı insanın kendi içinde olduğu anlatılıyor.

Şehitliğin tanıklık etmekle ilişkisi İslâm’da da kurulmuş, İslâm Ansiklopedisi’nde “Bir olaya şahit olmak, bildiğini söyleyip tanıklık etmek, bir yerde hazır bulunmak” gibi anlamlara gelen “şehâdet (şühûd) masdarından türeyen şehîd’in dinî bir terim olarak Allah yolunda öldürülen müslümanı ifade” ettiği belirtilmektedir. Kelimenin sözlük ve terim anlamları arasındaki bağı görülen, tanıklık edilen (meşhûd) manasına göre açıklayan âlimler, “… canını Allah yolunda feda eden kimsenin hemen cennet nimetlerine erişmesine Allah ve melekler tarafından şahitlik edilmesinden dolayı, ‘gören, tanıklık eden’ (şâhid) anlamını esas alanlar ise Allah’ın vaad ettiği nimetleri hazır olarak görüp onlardan yararlandığı yahut kıyamet gününde kendisinden Hz. Peygamber’le birlikte geçmiş ümmetler hakkında şahitlik etmesi isteneceği için ona şehid dendiğini” belirtirler.

Şehitlik kelimesinin etimolojisi, Hıristiyan ve İslâm teolojilerindeki anlam ve işlevleri üzerine epey konuşmak mümkün. Bu konuda Türkçe ve İngilizce hatırı sayılır bir literatür de var. Akademi de konuya ilgisiz değil. Ben de yukarıdaki tanımları Enes Esinti’nin yüksek lisans tezinden aldım.[1] Bir yüksek lisans çalışması olarak hayli kifayetsiz olduğunu düşünsem de basit bir literatür özeti ya da belki bir dönem sonu ödevi olarak kötü bir çalışma olmadığı da söylenebilir. Merve Korkusuz’un[2] şehitlik algısının yas sürecine ve benlik saygısına olan etkilerini klinik psikoloji bağlamında araştırdığı yüksek lisans çalışmasını da ilgi çekici buldum. Şehitlik kavramının siyaset bilimine, özellikle de Türkiye sol hareketine yansımalarını feda ve devrim şehidi kavramlarıyla birlikte değerlendiren Cansu Parlak’ın[3] “Türkiye’de Siyasal Hayat Ve Cezaevleri: Hayata Dönüş Operasyonları Üzerine Bir İnceleme” başlıklı tezini de anmadan geçmeyeyim. “Kargaya yavrusu şahin görünürmüş” ya -çalışmanın danışmanı benim-  şehitlik kavramının, siyasal kavramlarla hercümerç edilerek tartışıldığı ender çalışmalardan biri Cansu’nun çalışması. Serdar Değirmencioğlu’nun derlediği Öl Dediler Öldüm: Türkiye’de Şehitlik Mitleri[4] bu konudaki en iyilerden; mutlaka anılmalı, okunmalı.

İlahi dinlerin bu konudaki değerlendirmeleri bir yana, “şehit(lik)” aynı zamanda idari ve hukuki bir kavram. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı  Şehit Yakınları ve Gaziler Genel Müdürlüğü olduğunu hatırlatayım. Müdürlük, 8 Haziran 2011 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde “… şehit yakınları ve gazilerin haklarını düzenleyecek ve koordine edecek müstakil bir daire başkanlığı olarak” Şehit Yakınları ve Gaziler Dairesi Başkanlığı adıyla kurulmuş, 2018’de müdürlük şeklinde organize edilmesine karar verilmiş.

1930’da kabul edilen 1325 tarihli Askerî Tekaüt ve Maaş Kanunu’nda da şehit kavramı geçmekle birlikte kavram detaylı bir şekilde tanımlanmıyor. 1949 yılında kabul edilen 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nda da Harp Malüllüğü şeklinde geçiyor. 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nunda şehit kavramı detaylı bir şekilde ele alınıyor ve tanımlanıyor. Kanunun 21. maddesinde “Terör eylemlerinden dolayı yararlananların tedavileri Devlet tarafından yapılır. Zarar gören, can ve mal kaybına uğrayan vatandaşlara, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan öncelikle yardım yapılır. Bu fondan ilk ve orta öğrenim çağındaki şehit çocuklarının öğrenim masrafları karşılanır. Yardımın kapsam ve ölçüsü, Fonun mahalli yetkililerince belirlenecek miktarı aşmamak kaydıyla Fon Kurulunca tespit” edileceği hükme bağlanıyor. 12 Eylül Darbesi’nden hemen sonra yürürlüğe giren 2330 Sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun da bu konunun ayrıntılarını düzenliyor. Milli Savunma Bakanlığı’nın Şehitlik Yönergesi’ne (MSY 439-1) göre şehit kapsamına şu kişiler girmekteler: Fiilen ateş altında, harpte yaralanıp tedavi sırasında; iç güvenlik görevlerinde veya terör ve anarşi ile mücadele sırasında; iç güvenlik görevinde yaralanıp tedavi sırasında; eğitim ya da tatbikat yapan askerlerden görev sırasında veya görev yerinden ayrıldıktan sonra meydana gelen olaylarda; kaçakçılığın men ve takibinde çatışma sırasında; sınır emniyet hizmetlerinde iken silahlı çatışma sırasında; sınır emniyet hizmetine yönelik faaliyetler sırasında kaza ve olaylarda;  TSK mensubu ve ayrılanlardan asker olmaları nedeniyle teröre maruz kaldıkları olaylarda; herhangi bir askerî tesisin afetlere maruz kalması sırasında; vazifeli olarak askerî uçak veya helikopter, gemi ve denizaltının herhangi bir sebep ile düşmesi, batması, infilak etmesi sonucunda; bu görevlerinden dolayı maruz kaldıkları tedhiş veya suikast sonucunda ölenler şehit olarak tanımlanmaktadır. Yukarıdakilere ilave, mutlaka başka birçok hukuki düzenleme de vardır; burada birkaç tanesini saymakla yetinmiş olayım.

Şehit kavramı, dinî metinlerden gücünü alan, siyaset biliminden psikolojiye, sosyolojiye, birçok bilimsel çalışmaya konu olan, aynı zamanda hukukta ve kamu bürokrasisinde de detaylı bir şekilde ele alınan, tanımlanan ve bir “kutsal” algısına gönderme yapan bir kavram. Buraya kadar hiçbir sorun yok. Dikkat çekmek istediğim nokta bunlardan hiçbiri değil. Altını çizmeye çalıştığım, şehitlik mefhumunun popüler dilde, ölüme neden olan politik, idari, doğal ve benzeri olayın kendisini ya da olayın meydana gelmesinde sorumluğu olanları da bir “kutsal” haresiyle, bir eleştirilemezlik zırhıyla çevirmeye başlaması; hiç değilse şehitlik kavramının bu amaç için de kullanılır olması durumu. Alakalı ya da alakasız, meydana gelen bir olayın neden olduğu can kayıpları bir kez “şehitler” olarak tanımlandıklarında, ölenler “makbul ölüler” haresiyle çevrildiklerinde; bu, artık, meydana gelen olayın da kutsanmasına, eleştirilemezlik zırhıyla çevrelenmesine vesile oluyor. Sanırım geçtiğimiz günlerde Van’da meydana gelen çığ düşme olayı ve bu olayın popüler/medya dilinde yeniden inşası şehitliğin olayın üzerinin kutsallık haresiyle örtülerek geçiştirilmeye çalışılması durumuna güzel bir örnek olacaktır. Önce kısaca, olayı hatırlayalım: Van'ın Bahçesaray ilçesinde 4 Şubat 2020 Salı günü çığ düşer. Bu olayda bir minibüs ve bir iş makinası kar altında kalır ve 5 kişi hayatını kaybeder. Minibüsün içinde bulunan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve AKP’li eski vekil Gülşen Orhan ise yaralı olarak kurtarılır. Bu doğal felakete maruz kalanları kurtarmak için bölgeye giden arama-kurtarma ekiplerinin de üzerine ertesi gün çığ düşer. 24 saatten az bir sürede düşen iki çığ nedeniyle 41 kişi hayatını kaybeder, 75 kişi de yaralanır. Olaydan sonra, Habertürk Ankara Temsilcisi Bülent Aydemir, Çatak ilçesinde düzenlenen bir etkinliğe katılan Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Gülşen Orhan’ın çığ tehlikesi uyarılarına rağmen yola çıkmakta ısrar ettiğini belirterek canlı yayında şu açıklamalarda bulunuyor:

“Olayı anlamaya çalışmam anlamında birkaç telefon görüşmesi yaptım. Çatak’ta bir yemek organizasyonu var. Ak Parti eski milletvekili ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ki kendisi de yaralı, Gülşen Orhan bir etkinliğe katılıyor. Kendi seçim bölgesi. Oradan çıkarken diyorlar ki ‘Burada çığ tehlikesi var, buradan yola çıkmayın, doğru değil.’ Ancak heyetle birlikte yola çıkıyor. Harabet diye bir geçit. Bu geçitten geçilmesi mümkün değil, kar kapatmış olabilir, burada çığ tehlikesi var. Üst noktada. ‘Narlıca’dan dahi geçemeyebilirsiniz,’ diyorlar. Yani yol sıkıntılı. Yola çıkmadan önce Gülşen Orhan 4-5 iş makinesini yanına alıyor.”

Gazeteci ertesi günlerde haberini geri çekerek “Bölgeden aldığım bilgiyi aktardım. Teyitsiz bilgi verdiğim için Gülşen Orhan'dan, vatandaşlardan özür diliyorum,” şeklinde açıklama yapacak, Habertürk de bir açıklama ile özür dileyecektir. Sabah gazetesi gelişmeleri “İftiracılar Özür Diledi” başlığı ile verir. Bundan sonra, hakim medyada çığ felaketi “şehitlik” kavramı etrafında örülerek verilir: CNN TÜRK cenaze törenini “Çığ Şehitlerine Veda” başlığıyla sunar. Sabah gazetesi “Çığ Altında Kalan Şehit Uzman Çavuş Keskin Son Yolculuğuna Uğurlandı” başlığını kullanır. Takvim gazetesi  “Van'da Çığ Şehitlerine Veda” başlığını tercih eder. Olay Milliyet gazetesinde “Van'daki Çığ Faciası Şehitleri Törenle Memleketlerine Gönderildi” altbaşlığı ile yer alır.

Çığ felaketinin neden gerçekleştiği, kurtarma ekibinin üzerine neden tekrar çığ düştüğü tartışmaları ise tıpkı askerî operasyonlarda “şehit olan”ların neden öldürüldüklerini sorgulamanın hainliğe indirgendiği gibi, tıpkı madenlerdeki patlamalarda göçük altında kalanların neden bu çalışma koşullarına mahkûm edildiklerini sorgulamanın üzerinin örtüldüğü gibi, “şehitliğin” sarmaladığı kutsalın cazibesinde unutulur giderler.



[1] Esinti, Enes. “İlahi Dinlerde Şehitlik”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, 2019.

[2] Korkusuz, Merve. “Kocası Şehit Olan Kadınlarda Şehitlik Algısının Yas Sürecine ve Benlik Saygısına Olan Etkilerinin İncelenmesi: 15 Temmuz 2016 Örneği”, Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2019.

[3] PARLAK, Cansu. “Türkiye’de Siyasal Hayat Ve Cezaevleri: Hayata Dönüş Operasyonları Üzerine Bir İnceleme”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2018.

[4] Serdar Değirmencioğlu (der.). Öl Dediler Öldüm: Türkiye’de Şehitlik Mitleri, İstanbul: İletişim, 2014.