Özgür Yaren ile Söyleşi: “Yeşilçam seks filmleri esas olarak İtalyan seks güldürülerinden etkilenmiş

1970'li yıllar Yeşilçam'ın ciddi bir krize girdiği dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde patlak veren ekonomik kriz ve televizyonun varlığı gibi sebepler yüzünden sinema sektörü batma noktasına gelmişti. Yapımcılar bu krizden çıkmak için çareyi ucuz seks güldürüleri çekmekte bulmuştu. Bu filmler kısa sürede bir furyaya dönüşmeye başladı. Yeşilçam'ın birçok ünlü oyuncusu, bu furyadan uzak kalmayı tercih etmiş, bu filmler haricindeki film üretimi ciddi oranda azalmıştı. Ankara Üniversitesi öğretim görevlilerinden Özgür Yaren, geçtiğimiz günlerde Yeşilçam'daki seks furyasını merkeze alan “Turkish Erotics: The Rise of the Sex Influx” isimli bir makale yazdı. Özgür Yaren bu makalesinde, bu filmlerin hangi şartlar altında ortaya çıktığı, sansürü nasıl atlattığı ve dünyada bu furyaya benzer örneklerin olup olmadığı sorularına cevap aramış. Kendisiyle Yeşilçam seks furyası, sinemanın krizi ve sansür üzerine konuştuk.


Yeşilçam'ın altın çağı 1950'li ve 1960'lı yıllar olarak kabul edilmektedir. Bu dönem hem film üretiminin hem de sinemadan ciddi paraların kazanıldığı bilinmektedir. Lakin 1970'li yıllarla beraber Yeşilçam ciddi bir krizin içerisine giriyor ve “seks furyası” adı verilen bu dönem başlıyor. 70'li yıllarda Yeşilçam’ın krize girip seks furyasının başlamasının sebebi neydi?

Yeşilçam'ın 1970'li yıllarda krize girmesinin birinci nedeni ekonomik kriz. Bu yıllarda bütün dünyada bir ekonomik kriz söz konusu; örneğin iki defa petrol krizi patlak veriyor. Ekonomik krizin bir sonucu olarak bütün dünyada sinema sektörü de etkileniyor. Bununla beraber televizyonun etkisini de unutmamak lazım. Bu yıllarda televizyonun varlığı da sinemayı ciddi bir şekilde etkiliyor. Dolayısıyla televizyon ve ekonomik krizin sonucu olarak başta Hollywood olmak üzere birçok ülke sinemasında kriz etkilerini gösteriyor. Türkiye dolayısıyla Yeşilçam da dünyadaki ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. "70 cente" muhtaç olduğumuz dönemler. Müthiş bir ticaret açığı oluyor, buna karşı mücadele etmek için de ithalat kotası getiriliyor. Ham film ithalatı da bu kotaya dahil oluyor. Bunun sonucu olarak film ithal etmek zorlaşıyor. Ham film piyasada bulunamayınca karaborsa devreye giriyor. Yapımcılar o dönem filmleri birtakım karanlık adamlardan temin etmek durumunda kalıyorlar. Bunun haricinde sinema sektörüne özgü bir iktisadi problem daha var, o da eğlence vergisi. Satılan her biletten yüksek bir vergi alınıyor. Bilet politikası şöyle çalışıyor: Yerli filmden az vergi alınıyor, yabancı filmlerden daha fazla vergi alınıyor. Burada Avrupa'da olduğu gibi yerli filmde sanatsal bir etiket aranmıyor. Yerli olması yetiyor. Bu da şu demek oluyor: Sanatsal değeri yüksek bir filmin vergisi, yerli bir seks komedisinden daha yüksek oluyor. Dolayısıyla seks filmini göstermek daha kârlı oluyor. Bir diğer önemli konu ise bilet fiyatlarının sabitlenmesi. Sinema salonları bilet fiyatlarını kendileri belirleyemiyor, bunları belediyeler belirliyor. Belediyeler bunu yaparken de bu filmlere herkes gelebilsin diye fiyatları düşük tutuyorlar. Malum sinema yoksulların eğlencesi bir yandan. Et, süt pahalı olabilir ama sinema herkese erişebilir kalmalı. 70'li yıllarda enflasyon patlamasıyla beraber, bilet fiyatlarının sabit tutulması, yerli sinema endüstrisine çok ciddi zarar veriyor. Çünkü belli bir giderin üstünde yapım harcaması olan bir film gösterilemez hale geliyor. Bu da zaten yapım kalitesi çok yüksek olmayan Türkiye sinemasının kalitesini iyice düşürüyor. Film üretimi pahalı hale gelince dışarıdan film getirtilmeye başlanıyor. 70'li yıllarda renkli film kullanımın yaygınlaşması da bir başka problem oluyor. Renkli filmler çok pahalı, bir de o dönem Türkiye'de renkli filmlere uygun laboratuar yok.

1970'li yıllar Türkiye'de aynı zamanda politik çalkantıların, sokak şiddetinin de arttığı bir dönem. Sinema bu gerilimden nasıl etkileniyor?

Evet, bu durum da çok ciddi etkiliyor sinemayı. Toplumda genel bir güven sorunu yaşanıyor ve seyirci kamusal alandan çekilip eve kapanıyor. Yerli sinemanın seyircisi ağırlıklı olarak kadın seyircidir. Hem ekonomik baskılar hem de sokak şiddeti yüzünden onlar filmlere gitmekten vazgeçiyorlar. Yukarıda saydığımız gerekçelerle birlikte Yeşilçam'ın bütün bunlara dayanabilmesi çok güç. Yeşilçam’ın zaten altyapısı düzgün olmayan bir yapısı var, dolayısıyla bu sorunlardan etkileniyor.

Peki “seks furyası” adı verilen dönem nasıl başlıyor?

Öncelikle Türk filmi göstermekten daha ucuza gelen yurtdışından kiloyla B tipi film satın alıyorlar. Bunlar seks güldürüleri, avantür macera türü filmler. Bir süre sonra bu filmlerin benzerlerini kendileri çekmeye başlıyor. Sonra bu filmler çok ilgi görmeye başlayınca devamı geliyor.

Sizin de bildiğiniz üzere Türkiye sineması uzun yıllar sansürle boğuşmuştu. Bu anlamda “seks filmleri” sansürden geçmek için hangi metotları kullanıyordu?

Bu filmler de sansürden etkileniyor. Sansür aşamasını şöyle tarif edebiliriz: Önce senaryoyu gönderiyorsunuz, sonra film bittikten sonra filmi sansür kuruluna izletiyorsunuz. Sansür kurulunda da hiç sinemacı yok, polislerden ve askerlerden oluşuyor. Sansürden kurtulabilmek için şu yöntemi kullanıyorlar: Filmi kısa çekiyorlar. Belli sahneleri gösterim esnasında filme ekliyorlar. O eklenen sahneler de İsveç veya Alman porno filmlerinden alınan birtakım sahneler. Bu yönteme “blok-seks” deniyor. “Blok-seks” yöntemi de şöyle: film gösterimi esnasında, filmi durduruyorlar, arada on ya da on beş dakikalık porno görüntüleri göstermeye başlıyorlar. Aniden polis baskını filan olur diye de kısa bir süre sonra eski filmi göstermeye devam ediyorlar. Bu metot zamanla sinema endüstrisinin bir standardı haline geliyor.

Yeşilçam'ın dünyadaki hakim sinema akımlarını ve türlerini yakından takip edip kendine uyarladığı bilinmektedir. Bu bağlamda seks filmlerinin uyarlanmasında özellikle en çok hangi ülkelerden etkileniliyor? Ve bu filmlerde cinsellik nasıl resmediliyor?

Yeşilçam seks filmleri esas olarak İtalyan seks güldürülerinden etkilenmiştir. Örneğin Yeşilçam'da bu furyayı başlatan film Oksal Pekmezoğlu'nun 1974 yılında çektiği Beş tavuk bir horoz filmi, bir İtalya filminin yerli uyarlamasıdır. Bu filmlerde Batı'daki seks güldürülerinde gördüğümüz şekilde, seks simülasyonu olmuyor, onun yerine çoğu zaman cinsellik sözlü bir imayla ikame ediliyor. Çıplaklık da yine seksi örtmek için kullanılıyor. Çünkü soyunmanın ötesinde bir şey görmüyoruz bu filmlerde. Dikkat ederseniz, bu filmlerde seks sahnesi denmiyor, oyuncuların soyunduğu sahneler deniyor. Bu furyanın ilerleyen dönemlerinde sahnelerdeki cüretkârlık artıyor ama yine gerçekçi bir seks simülasyonuyla karşılaşmıyoruz. Onun yerini imalar, argo dil, sözlü ifadeler alıyor.

Bu filmler çekilirken Türkiye'de iktidarda milliyetçi-muhafazakâr söyleme sahip partiler var.  Bu durum bir tezatlık içeriyor mu sizce?

Evet, bir tezatlık içeriyor. O dönemin aydınları ve sol kanattan köşe yazarları bu durumu bir tür komplo teorisi üzerinden okuyorlar. İktidardaki partileri, yani sağcıları emperyalizmin Türkiye'deki işbirlikçileri olarak görüyor, bunların amaçlarının da halkımızı bu filmlerle gerçeklerden uzaklaştırıp “uyutmak” olduğunu düşünüyorlar. Böyle düşünmekle haklı da olabilirler. Bir yandan yasalara göre gösterimi yasak olmasına rağmen seks filmleri her yerde gösteriliyor (üstelik Batı'dan farklı olarak hiçbir kurala tabi değiller, 8-9 yaşındaki çocuklar bile bilet alıp bu filmleri izleyebiliyorlar), diğer yandan Sinematek'te çok politik bir içeriğe sahip olmayan bir sanat filmi bile polis baskınıyla yarıda kesilebiliyor. Ya da belli filmlerin sinemada gösterilmesine izin verilmiyor. Seks filmlerinin de facto özgürlüğü insanların kafasında bu soruların doğmasına sebep oluyor. Bu filmlere özellikle göz yumulduğu da söylenebilir.

Salah Birsel, Mithat Alam ve Giovanni Scognamillo'nun Beyoğlu hatıralarına bakınca, 70'li yıllardan önce çok nezih, elit bir Beyoğlu portresi ortaya çıkıyor. Bunun uzantısı olarak da sinemaların, gösterilen filmlerim de benzer bir nezihliği taşıdığı gözlemleniyor. 70'li yıllarda göç hareketliliği sebebiyle İstanbul'un demografisi de değişiyor. Bu durumla “seks filmleri” arasında bir paralellik kuranlar da var. Siz nasıl yorumlarsınız bu durumu?

1970'li yıllarda Yeşilçam çöküyor, ana akım sinema bitme noktasına geliyor. Bu filmler de sinema salonlarını ve sektörü kurtarmak için çekiliyor. Bu furyayı tarif etmek için çoğu yazar, köyden kente göç eden, eğitimsiz kalabalık kitlelerin bu filmlere hücum ettiğini söylüyor. Sanki ham bir libidinal enerjiye ve bayağı zevklere sahip bir “zombi” ordusu Beyoğlu'nu işgal etmiş gibi apokaliptik bir manzara çiziliyor. Bu biraz kolaycı bir yorum bana kalırsa. Bu kavrayış Türkiye'ye özgü değil. Film kuramcısı Thomas Elsaesser, Almanya için benzer bir çıkarım yapıyor; Güney Avrupa'dan gelen göçmenler, ham ve doyurulmamış cinsel enerjiye sahip bu erkek misafir işçi ordusu seks filmleri izlemek için sinemalara akın ettiler. Böylece o nezih Alman seyircisini sinemalardan uzaklaştırdılar. Ana akım Alman sinemasını bitirdiler, diyor.

Yeşilçam'da üretilen bu filmlerin genel olarak erkekler için üretildiği bilinmektedir. Peki o dönem kadın izleyicilerin bu filmlere bir ilgisi söz konusu muydu?

Bir süre sonra olanak bulduklarında onlar da izliyor, evet. 1980'li yıllarda mesela Emmanuelle 2 gösterime giriyor ve aylarca gösterimde kalıyor. Bu filmi kadınlar da izlemeye başlıyor. Harbiye gibi lüks semtlerde kadınların erkeklerle beraber bu filmleri izlemelerinde sorun olmuyor. Daha düşük gelir düzeyine sahip Beyoğlu'nda ise kadınlar bu filmleri erkeklerle birlikte izlemek istemiyorlar, sinema salonlarından kadınlara özel gösterim yapılması talep ediliyor. Emmanuelle için bir defalık değil, düzenli olarak her hafta kadınlar matinesi yapılıyor. Işıl Özgentürk'ün genç bir muhabirken Cumhuriyet gazetesinde yapmış olduğu bir haber var; kendisi kadın seyircilerle birlikte filmi izliyor. Sonra da gözlemlerini haberinde paylaşıyor. O yazıda kadınların filmi nasıl izlediklerine dair çok ilginç detaylar var. Daha sonra bu durum için başka haberler de yapılıyor. Bu gösterimlerle ilgili haberlerin içerikleri de Türkiye'ye dair semptomatik detaylar içeriyor. Bir yandan kadınların bu filmleri izlemesi ilerici bir durum olarak görülüyor (bu da ilginç çünkü Batı'dan farklı olarak Türkiye'de seks filmlerini savunacak liberal bir sözcülük gelişmiyor), diğer yandan kadınlar matinesi akla harem-selamlık uygulamasını getirdiği, gerici bir pratiği hortlattığı için alttan alta bir tür endişe de uyandırıyor. Bütün bu okumaları o haber dilinden çıkarmak mümkün. Kadınlar için seks filmi gösterimleri genel olarak şaşkın ve örtülü bir onama içeriyor. Bununla beraber Emmanuelle filmi içeriği ahlâkçı kaygılarla çok eleştiriliyor.

Yeşilçam'daki seks güldürülerinde başrolde karşımıza bir jön çıkmıyor. Bunun tam aksine zayıf, sakar biraz saf bir kahraman tipolojisi çıkıyor. Özellikle Aydemir Akbaş bu furyanın en önemli ismi olarak kabul ediliyor. Siz bu tipoloji hakkında ne demek istersiniz?

Bu elbette ilginç bir durum. Ancak tamamen Türkiye'ye özgü bir şey değil. Bu tipleme İtalyan seks güldürülerinde karşımıza çıkan bir örnek. Şimdi genel olarak halk kahramanı olarak soytarı kullanılır. Soytarı hem toplumsal, hem fiziksel olarak güçsüz, çirkin ve kolaylıkla marjinalize edilebilecek bir figür olarak tarif edilebilir. Ancak bir yandan da kurnazca bir zekâsı ve gerçeküstü, ütopyacı bir libidinal gücü vardır. Aydemir Akbaş tam bunun tipik bir örneği. Marksist kuramcı Alan Soble, pornografiyi gerçek hayatta güçsüzleştirilmiş, güçsüz bırakılmış işçi sınıfı erkekleri için tasarlanmış, bolluk ütopyaları olarak tarif eder. İşçi sınıfı erkekleri Soble'a göre, porno filmlerini gerçek hayatta kendilerinden esirgenen gücün toplumsal ve bireysel anlamda yer değiştirdiği (zayıfların eline geçtiği) bir ütopyacı fantezi olarak görürler. Bu yaklaşımı pornografik olmasalar da Yeşilçam'daki filmlere de uyarlayabiliriz. Bu filmler de özünde güçsüz bırakılmış kitlelerin, kentin dış çeperlerinde yaşayan işçi sınıfı erkeklerinin ve taşradan gelenlerin bir güç ütopyasıdır. Bu filmlerdeki kahramanlar -Aydemir Akbaş'ın canlandırdığı karakterler- çoğunlukla işçi sınıfından ya da taşradan gelenler oluyor ve her zaman burjuvaziye karşı, kentlilere, zenginlere, eğitimlere, güç sahibi olanlara karşı bir mücadeleye giriyorlar ve galip ayrılıyorlar. Bu filmlerin hikâyelerine bakınca şöyle bir şey çıkıyor: Kentli, zengin, eğitimli ve Batılı tarzda hayat süren erkekler cinsel güce sahip değildir, iktidarsızlar çoğu zaman efemine tiplerdir. Bu adamlarla evli burjuva kadınları ise tatminsizdirler. Onları tatmin edecek ütopyacı, yorulmak bilmez bir enerjiye sahip işçi sınıfından gelmiş bir figür oluyor genellikle. Bu sınıfsal karşıtlık bir ölçüde klasik Yeşilçam geleneğinde de vardır. Orada da yoksullar zenginlere karşı kayırılırlar ancak Yeşilçam filmleri her zaman sınıfsal uzlaşmaya kapı aralar. Yeşilçam alt sınıfların yükselebilme umudunu taze tutar. Oysa inatçı bir ekonomik krizin hayatı zorlaştırdığı 70'lerin ikinci yarısına denk gelen seks filmleri böyle bir uzlaşmayla ilgilenmez. Bu filmler bize soytarı/halk kahramanının burjuva kadınlarıyla yatarak aldığı intikamı sunar.

Sizin tarif ettiğiniz alt sınıfların, eğitimli, Batılı hayat tarzına sahip olanlara karşı intikam dürtüsü, bugün için ana akım sinemada Recep İvedik tarzı kaba güldürülerde kendisini gösteriyor sanırım. Siz katılır mısınız bu görüşe?

Bugün çekilen kaba komediler de, bence aynı ideolojik temele dayanıyor. Recep İvedik gibi filmlerde görülen şu: Türkiye'de kentli, eğitimli bir sınıf var. Bunlar hayatın imkânlarından daha çok faydalanıyorlar. Sonra bir soytarı/halk kahramanı yıkıcı, öngörülemez kaotik bir güç olarak çıkıp onların güvenli, kurallı ve konforlu dünyasını dağıtıyor. Bugün sinemada cinselliğe pek izin verilmediği için, "halk kahramanları" intikamını kaba kuvvetle alıyor. Aslında bugün de tıpkı 1970'lerdeki seks güldürülerinde olduğu gibi adlı adınca sunulmasına izin verilmeyen cinsellik, örtmeceler, imalar ve argoyla kendisini gösteriyor. Mesela en son bir seks güldürüsü olarak -üstü örtük bir biçimde reklamı yapılan- Mahsun Kırmızgül'ün Vezir Parmağı filmi cinsellik artık hepten yasak olduğu için 1970'lerde olduğundan da utangaç imalar ve örtmecelerle ifade ediliyordu. Neticede 1970'li yıllarda zayıf hükümetler vardı, onların da belirli bir kültürel politikaları yoktu. Oysa bugün tüm topluma muhafazakâr kültürel politikaları dayatma konusunda çok daha kararlı bir hükümet var. Bugün bence Türkiye kendine özgür bir tür Viktoryen çağını yaşıyor. Ahlâkçılığın, moralizmin bitmek bilmeyen bir genişlemesi ve hayatın bütün alanlarına yayılması söz konusu. İktidarın boş bıraktığı moral alanları da -aslında moralizm söylemine bir tür ahlâki çöküşün eşil ettiğini düşünen- muhalifler dolduruyor. Moralizme yine kararsız, agresif, neredeyse deneysel bir dinsel retoriğin hayatın tüm alanlarına yayılma ve kendini keşif çabası eşlik ediyor. Bu atmosferde cinsellik tekrar üstü kapatılan ve utanılan bir şeye dönüştü lakin bu sürdürebilir bir şey değil bence. Türkiye'de cinselliğin toplumsal dönüşümü aslında bir ölçüde 1970'li yıllardaki seks filmlerinin de katkısıyla çok daha önce başladı. Bunun uzun vadede geri dönüşsüz bir süreç olduğunu düşünüyorum.

1970'li yıllarda “seks furyası”nın ardından Türkiye sinemasında 1980'li yıllarda kadın filmleri ve başka türlü bir cinsellik yorumu geldi. Siz bu filmleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeşilçam seks güldürülerinden ne gibi farkları var?

Bu filmlere halktan kopuk “entel” filmler deniyor ya da sosyal içerikli filmler olarak tarif ediliyor. O filmlerin zihniyet dünyası 70'lerdeki seks güldürülerinden çok daha farklı. Sarı Tebessüm filminde mesela bir grup insan müzik dinliyorlar, Leonard Cohen çalıyor, birisi itiraz ediyor. Evdeki herkes "Sen ne anlarsın, sadece türkü dinliyorsun," diyerek kızıyorlar.  Bu sahne Yeşilçam'da olsaydı eğer, izleyicinin türkü dinleyenden yana sempati geliştirmesi amaçlanırdı. Bu filmde öyle bir şey yok. İlginç bir geri dönüş var demek ki... Yeşilçam'da seks furyası döneminde yerin dibine batırılan burjuvazi burada geri dönmeye çalışmış.

Yeşilçam seks furyası akademinin de kenara ittiği, üzerine pek durmadığı bir alan. Bununla beraber Yeşilçam'ın kostüme avantür filmleri 90'lı yıllarda üniversite gençliğinin çok ilgi gösterdiği filmlerdi. Lakin seks güldürülerine yönelik ilgi pek yok gibiydi. Siz nasıl okuyorsunuz bu tutumu?

Agah Özgüç, Giovvani Scognamillo gibi araştırmacılar bu meseleyi ele alırken, seks filmlerine yönelik genel yaklaşımdan kaçamıyorlar. Hatta biraz ahlâkçı ve mizojinik bir bakış açısına sahip oldukları da söylenebilir. Agah Özgüç, mesela bu filmlerin ne kadar kötü olduğunu örneklerken, kadın oyuncuların çirkinliğinden de bahsedebiliyor. Ya da bir başka araştırmacı bir filmin sahnesini anlatırken, araştırmacı mesafesinden uzaklaşıp o eski Playboy forum sayfası tarzına geçebiliyor. Bununla beraber seks filmleri kültürel olarak çok bayağı oldukları için kimse bu filmleri üzerinde düşünmeye değer görmüyor, bahsetmek zorunda kalırsa da salt ahlâkçı bir çerçeve kullanıyorlar. Örneğin bu filmlerin zihniyet dünyası pek merak edilmiyor. 80'lerin sonu 90'ların başında popüler kültürün daha az kabul gören bayağı türlerine, örneğin arabeske bir ilgi başlamıştı. Yine o dönemlerde örneğin Dünyayı Kurtaran Adam filmini kült film olarak kutsadık ve ona tekrar belli bir düzeyde kabul edilebilir bir kültürel ürün payesini verdik. Oysa şimdiye kadar 1970'lerin seks furyası içinden -yılda 250'ye yakın filmden bahsediyoruz- kült film olarak kutsanan bir örnek çıkmadı. Elbette bu filmlerin birçoğu sadece kültürel olarak bayağı olmakla kalmayıp teknik olarak da izlenebilecek durumda değiller. Eksik parçalar, kötü kurgu, 16 mm'nin getirdiği kusurlar bu filmleri geriye dönük bir yüceltme amacıyla izlemeyi zorlaştırıyor. Yine de bu dönemde üretilen filmlerin içinden 1990'lı yıllarda özel televizyon kanallarıyla başlayan cinsellik açılımı sırasında bile böyle bir kültürel ilgiyle karşılaşmamalarını ilginç buluyorum.