100 Sayı Birikim - Neye Yaradı?

Birikim gibi bir dergiyi çıkarmak, zor iş. Çünkü Birikim, tabiî ki para kazanmak veya prestij lobiciliği yoluyla makam-mevki edinmek gayesiyle çıkmadığı gibi, bir grup veya çevre dergisi de değil. Evet, sürekli yazarları var ve bunlar bir muhit teşkil ediyorlar; fakat dergi, belirli bir misyon doğrultusunda, belirli bir hedefe yönelik örgütlü bir faaliyetin parçası, kolu-bacağı değil. Bir bakıma, misyon ve hedef, derginin kendisi. Derginin kendisi; yani, sosyalist/sol bir konumdan yaratıcı, özgün, zengin, yerli bir tartışmayı tahrik ve teşvik etmenin kendisi... Öte yandan dergi çıkarmanın kendi başına amaçlaşması, anlamsız bir rutine dönüşmesi, yabancılaşması, ruhsuzlaşması türünden zorlukları ve tehlikeleri beraberinde getiren bir durum bu. Bu zorluklar ve tehlikeler, Birikim’in bir anlam arayışını, bir derdi, kaygıyı, bir telos’u üretmesini hayatî bir gereklilik kılıyor.

Birikim’in 100 sayısının muhasebesini bu kaygıyla yapmak isterim. Birikim, pir aşkına çıkıyor, tamam; o pir, biri, birileri olmadığına göre “kimdir?” diye soramayız, peki nedir? Birikim’in ne gibi bir anlamı olabilir? Birikim ne işe yarayabilir? Dergi ona atfedilebilecek anlam ve işlevin icabını ne kadar yapabildi, bunda ne gibi zaaflar gösterdi?

• “Eski” Birikim’den özellikle “eski” okurlara devreden temel beklenti, yurtta ve cihanda sosyalist fikriyattaki gelişmelerin işlenmesi, tartışılması, bu deverâna “teorik müdahale” edilmesi idi. Doğrusu, Birikim’in bu yönden Eski Birikim’e göre biraz zayıf kaldığını teslim etmeliyiz. Dünyadaki sosyalist fikriyatın gelişimi bakımından; belirli düşünce çizgilerini, belirli mektepleri veya tartışmaları aktarmak için zaman zaman hamleler yapıldıysa da pek arkası gelmedi. Çeviriler ve özetler, sistemsiz, süreksiz, tesadüfi kaldı. Bu arada gayet önemli ve faydalı metinler yayımlanmadı değil - fakat fikr-i takip kesinlikle yetersizdi. Dolayısıyla, Birikim’e olumlu veya olumsuz anlamda Batılı Yeni Solun müvezziiliğini atfedenlerin beklentisi boşa çıktı.

Bunda, Türkiye solundaki bir perspektif genişlemesinin de payı var: eskiden resmî ve devletli sosyalist literatüre sıkışan çeviri faaliyetinin ufku son on-onbeş yılda hayli genişledi, eskiden ancak Birikim’in radarına takılabilen yenilikçi, ilginç, aykırı fikirler dört koldan memlekete sızıyor. Kısmen çaresizlikten de kaynaklanan (reel sosyalizmin çöküşü) bu zihin açılması, Birikim’in bu alandaki mukayeseli üstünlüğünü ortadan kaldırdı.

• Yurtta sosyalizm fikriyatına bakarsak; Birikim’in Türkiye’deki sosyalist tartışmalara uzak kalışı da bir zaaf olarak değerlendirilebilir. Gerçi gerçekten sosyalizmin ve solun meselelerine ilişkin tartışmalar, değişik sosyalist ve sol çevrelerce yürütülen brüt tartışma toplamı içinde pek büyük olmayan bir cüz - ama olduğu kadarıyla, daha fazla temas ve inceleme gerekirdi. Bununla, kahredici ‘ontolojik’ polemiklere gömülerek dünyayı unutmayı değil, belirli somut konular üzerine tartışmaları kastediyorum. Belirli bir somut konu ele alındığında, bu konuda başka sosyalist ve sol zaviyelerden söylenenlerin eleştirel bir biçimde içerilmesini kastediyorum. Bu, Birikim’de başka ‘yerlerden’ farklı olarak biz-onlar davasına düşmeden gönül ferahlığıyla yapılabilecek bir işti ve eksik kaldı.

Bu sorunun da sadece Birikim’den kaynaklanmayan bir tarafı var. Birikim, sözünü ettiğim gönül ferahlığı nedeniyle, böylesi tartışmaların yürütülebileceği bir platform. Buna benzer başka bir platform da bilmiyorum. Değişik sosyalist ve sol çevrelerden akıl-fikir sahipleri, camia-içi jargonlarının ve gündemlerinin dışına çıkıp daha geniş geniş konuşma ihtiyacı duysalardı, Birikim’de de konuşmayı tercih etmeliydiler. Galiba o ihtiyacı pek fazla duymuyorlardı. Ayrıca Birikim’le ilgili psikolojik koşullanmalar da, birilerini, sözünü buradan söylemekten alıkoymuş olabilir - elinizdeki 100. sayıda bu koşullanmaları anlatan yazılar var, hele de Sezai Sarıoğlu’nunki...

• Yurtta ve cihanda sosyalist fikriyatla ilişki bakımından Yeni Birikim’in Eski Birikim’e göre biraz ‘disiplinsiz’ oluşunun, bambaşka ve vaadkâr bir yanı olduğunu da görmeliyiz. Meslek odası bülteni havasından çıkarak, habire müseccel marka sergilemeden, belirli bir lügâtla sınırlanmadan, binbir dereden alıntı getirmeden sözünü söylemek, bir özgüven ifadesidir. Naklî olmayan, doğal, sahici bir tasanın ifadesidir; ezberden konuşmamanın, zihin açıklığının ifadesidir. Dahası, sözünü daha geniş bir zeminde, ‘herkese’ söylemeye girişmek gibi bir iddianın ifadesidir. Birikim’in, sosyalist literatürün lügati, standart izlekleri ve konu kataloğu dışına çokça çıkması, böyle bir özgüven ve iddianın da icabıydı.

Birikim’in ‘herkesin’ -‘herkes’ farkında olmasa bile- şurasından burasından yararlanabileceği bir dergi olmasının bir nedeni, “büyük” siyasal meseleler yanında şu karmaşık dünyanın envâi çeşit mevzusuna bakış atmasıdır. Ve bunu, ‘çeşit olsun’ diye değil, gerçekten önemseyerek ve üzerine düşünme kaygısıyla yaptı. Birikim, ilgileri donmamış, tecessüsünü yitirmemiş bir dergidir ve bu, dünya karşısında başlıbaşına ‘sol’ bir tutumdur.

Birikim, düşünsel iddiasını geliştirir ve bir ‘hat’tan tüm ‘satıh’a yayarken, bunu teorik olarak temellendirmeye de çok çalıştı. Özellikle derginin yeniden yayıma başladığı ilk bir yıllık dönemde, sosyalizmin yerleşik doktriner ve örgütsel yapılarının eskidiğini, devrimci-dönüştürücü kuvvetlerini yitirdiğini anlatan çok yazı çıktı. Hazımlı bir geçmiş sorgulamasına dayalı bir yeni başlangıcın, bir (sıfırdan değil!) yeniden başlama iradesinin lâzım olduğu söylendi. Teslim etmek lâzım: Bu yazıların bir bölümünde, “kral öldü!” avâzesinin şiddetinden ve celâlinden, “yaşasın kral!” müjdesi pek duyulmuyordu - negatif enerji pozitif enerjiden çok daha fazlaydı. Sosyalist hareket(ler)in yenilgi halet-i ruhiyesi ve moral bozukluğu içinde olduğu bir zamanda, bu yazıların bir bölümündeki ‘kıyıcı’ tutum, Birikim okuyan birçoklarına itici geldi.

Keza ‘bir kısım yazıda’ kendini gösteren, eski kötü reel sosyalizmin çöküşüyle ortaya çıkan ‘Yeni Dünya’ya dönük fazlaca iyimser ve hayırhâh yaklaşım, eleştirellikten uzaklığıyla, doğrusu pek de haksız olmayan bir rahatsızlık uyandırdı. Ömer Laçiner ve Ahmet İnsel’in sosyalizmi yeniden tanımlama gereğine ilişkin daha derinlikli yazıları, sanıyorum, bir miktar bu olumsuz izlenimlerin, bir miktar da Birikim’in basbayağı bir yeni program ve kılavuz vaaz edeceğine dönük aşırı beklentilerin gölgesinde, pusunda kaldı. Bence yine Ömer Laçiner’le Ahmet İnsel’in 31. sayıdaki (Kasım 1991) yazıları, bu pusu dağıtma yönünde çok önemli bir adımdı. Sol ufkun ve tahayyülün, bildiğimiz sosyalist akımla sınırlı olmayan evrensel ve tarihsel anlamına ve kaynaklarına dikkat çeken bu yazıların, sosyalizmi yeniden tanımlama çağrısına güçlü bir temel (‘fundamental’) kazandırdığını düşünüyorum. Bu temel de keşke daha fazla işlenebilseydi...

• İslâmcı yazarların da katıldığı mâhut Medine Vesikası tartışması ve İslâmi ortama da seslenen tartışmaların tamamı, Birikim açısından, sol tahayyülü geleneksel solun rezervasyon alanı dışındaki anlam dünyalarına ve söylemlerine tercüme etme iddiası bakımından önemli bir örnekti - bir tür idmandı. (Bu tartışmalar, İslâma ilişkin olguları kitâbi, geleneksel ve siyasal İslâm(lar)ın onlarla ilgili yorumlarından farklı, ‘sahihçi’ değil tarihsel bir bakışla yorumlama ve konu etme girişimi olarak da önemliydi - bu girişim “tarihsel materyalist”likle övünmüş olanların boynuna borçtur ve “din afyondur” vb. vecizeleri tekrarlamakla bu borçtan kurtulunmaz.) Bu tartışma, farklı yerlerde duranların “kafalama” veya illâ uzlaşma saiki olmaksızın konuşma tecrübesi olarak da çok önemliydi elbette. Fakat işin bu yanı, ucuz bir “birarada yaşama” liberalizmiyle veya ucuz bir “dincileri meşrulaştırıyorlar” demagojisiyle gölgelendi ve sağduyuyla konuşulabilir olmaktan uzaklaştı. Yazık oldu ama, yine de burada bir hayır vardı.

• İslâmcılığa bakıştaki kadar yüksek bir empatiyle yaklaşılmasa da, Türk sağının genel bünyesiyle ve tek tek bütün cenahlarıyla çözümlenmesinde Birikim’in vukuflu ilgisinin değerini bilmek gerek. Solun sağa bakışına yakışan; komplocu, şemacı ve klişeci açıklamalara itibar etmemek, ajitasyona sığınmamak ve ‘onları onlardan daha iyi bilmek’tir. Sol olmanın üstünlüğü veya illâ denecekse ‘haklılığı’, insanların şimdi olduğundan başka türlü olabileceğine ve değiştirilebileceğine olan temel kanaatle bağlantılı olan bu ‘sahiden anlama’ tutkusunda belirir. Birikim bence bunu büyük ölçüde beceriyor ve bu sadece bir ‘bilgi servisi’nden öte, bir tür etik katkıdır (sırf ‘servisten’ yararlananlar da baş göz üstüne) .

Birikim’den hep beklenen bir hizmet de, güncel siyasal gelişmelerin tahlilidir. Birikim’de bu iş, terimleri cümle içindeki boşluklara yerleştirerek teoriyi aktüaliteye uyarlama ezberciliğinden farklı bir şekilde yapılıyor. Birikim’in siyasal gündemi gerçekliğe sahiden derinlemesine nüfuz ederek yorumlayan “Geçen Ayın Birikimi” (esasen Ömer Laçiner) kısmı, bizatihi bir dergidir. Bu dergi-içi-dergiyle gönül rahatlığıyla iftihar edebiliriz.

• Bir zaaf mı?: “Geçen Ayın Birikimi”ni dikkatle izleyip sair Birikim’i pek dikkatle izlemeyen bir okur cinsi var. Zaman zaman “Geçen Ayın Birikimi” ile sair Birikim arasında âhengin, rabıtanın, veya ruh akrabalığının diyelim, hayli gevşemesi tehlikesi de kendini duyurabiliyor doğrusu. Ne zaman? Derginin ‘örgütlediği’ bir dosyanın, dert ve dava edinilen konularda yazılmış ‘kalbi’ yazıların olmadığı, münferit ve ‘fazla’ akademik ‘cool’ yazıların kalabalık olduğu sayılarda. Buna birazdan ayrıca değineyim.

Birikim’den beklenen ve bilhassa beklenmesi gerektiğini düşündüğüm bir başka hizmet, memleketle ilgili her türlü teferruata ‘iyi’ bakmasıdır. Yeni Birikim’in eski Birikim’e göre gelişme kaydettiğini rahatlıkla söyleyebileceğimiz bir saha, burası. Memleketin özgül şartlarına, siyasal dokusuna, toplumsal yapılarına, tarihsel sürecine, beşeri coğrafyasına, kültürel değişimine dönük tetkikler, dergide sürekli yer buldular. Bu tetkiklere reel politikacı tavrından, propagandacı-ajitatörden farklı, ‘nazari’ ve zaman zaman soğuk bulunan bir bakış hâkimdi kuşkusuz; fakat bu gerçeklikle yaşadığının, onun bir parçası olduğunun idraki içinde olan, sesini ve mesafesini bu idrakin ve ‘sınırlı sorumluluğunun’ bilinciyle ayarlayan bir bakıştı bu. ‘Yerliliği’ tafraya veya melankoliye dönüştürmeyen, ‘sakin’ ve sahici bir yerli bakıştı. Birikim hakkındaki ‘uçuk’ ve -özellikle dergiyi izleyen milliyetçi-muhafazakâr aydınlardan gelen- ‘yabancı/Batılı’ dokundurmalarının en abes olduğu saha da bence burası; Birikim’in, milliyetçi olmaksızın memleketçi, “biz bize benzeriz”ci ve “devlet bizim devletimiz”ci olmaksızın yerli bir bakış açısını genişlettiğini düşünüyorum. (Yerlilik meselesini Birikim’in önümüzdeki sayılarında daha geniş tartışmak da muradımdır.)

• Yerlilik, memleketlilik derken, belki de dünya olaylarının ihmal edildiğini söyleyebiliriz. Dünyada olup bitenler Birikim’de bazen tek tük toparlayıcı yazılar, bazen külliyatlı dosyalar halinde yer aldı; fakat bu alanda da sistemsizlik ve süreksizlikle malûlüz. Örneğin eski Sovyetler Birliği ve Rusya dergide bir ara çok yakından izlendi, sonra unutulmuş gibi oldu. Örneğin Ortadoğu’ya daha yakın ilgi göstereceğimizi vaadetmemize rağmen pek yapamadık. Örneğin koca Çin’le ilgili, niyet etmemize rağmen, Tienanmen’den beri bir şey yapamadık. Bu alanda biraz disipline muhtacız.

•“Uçuk”, “yabancı” dokundurmaları, umumiyetle, “entellektüalizm” ve “akademizm” ithamlarıyla beraber geliyor. Bu ithamların, horlayıcı ve ‘kahredici’ üslûplarını bir yana bırakırsak, belirli bir zaafa dikkat çektiğini teslim etmeliyiz. Bu muhasebeye başlarken vurguladığım meseleyle ilgili bu zaaf: Bir derdimiz-tasamız, gözettiğimiz bir telos, hepsinden önce sahici bir merakımız var mı? (Bunun illâ âcil ve dolaysız bir siyasal göndermesi ve neticesi olması gerekmez.) Yoksa meslek ve kariyer icabı, şıklık olsun diye mi yazıyoruz? İkinci durum, yazı-çiziyle düzenli olarak uğraşan herkesin düşebileceği bir zaaftır - yazı-çiziyle uğraşmanın bir meslek veya lonca oluşunun doğurduğu yapısal bir zaaf. Birikim’in elbette bu zaafa düşmekten kaçınmak gibi bir kaygısı var. Yine de olabiliyor: Çeviri-uyarlamadan ileri gitmeyen, alıntı koleksiyoncusu yazılara, öğrendiğini paylaşmanın samimiyetini, tevazusunu ve zihin açıklığını taşısalar pekâlâ faydalı olabilecek, ama asla öyle bir alâmet sergilemeyen makalelere Birikim’de de rastlıyoruz. Ne diyelim - hep beraber dikkat edelim, mahal vermeyelim!

• Derginin bir başka eksiği, iktisadîyat. Eski Birikim’in alâmet-i farikalarından birisi, Marksizmin ekonomist yorumunun eleştirisiydi. Yeni Birikim’de de Ahmet İnsel iktisat ideolojisinin ikna edici bir eleştirisini yapmakta. Neticede, Birikim okurları ekonomizme karşı yeterince aşılılar. Fakat özellikle Türkiye’deki iktisadî gelişmelere derginin sistemli ilgisizliğinin bununla izah edilebilir bir tarafı yok. Birikim, bundan sonra, iktisadîyata dair çözümlemeleri ihmal etmemeli. Bunun aynı zamanda ilgililere ve işin erbâbına dönük bir çağrı olduğunu belirtmemin gereği var mı?

• Bir eksik de, edebiyat. Yeni Birikim, Eski Birikim’den farklı olarak şiir ve hikâye yayımlamıyor. Fakat edebiyat eleştirisi ve adı edebiyat eleştirisi olmasa da edebiyatın biriktirdiği malzemeyi bol kepçe kullanan yazılara, has denemelere açık - ne yazık ki böyle yazılar çok çok az çıkıyor. Başka yerlerde de az çıkıyor, ama Birikim’de daha az çıkıyor. Akademik üslûbun deneme üslûbuna galebe çaldığını söyleyebiliriz. Bir miktar spekülasyon ve üslûpçuluğa boyun eğerek bu eğilimi tersine çevirmeye mi bakmalı? Çaresi nedir bilinmez, ama böyle bir sıkıntı mevcut.