Yoksulluk Kader Olamaz

Bilmeyenler için kısa bir hatırlatma: Amargi’nin ilk sayısı, Yazı 2006’da yayımlanmıştı. İlk sayının giriş yazısında, derginin kendine nasıl bir kulvar açmayı hedeflediği de ifade edilmişti: “Feminist politika ile feminist teori arasındaki ilişkinin zayıfladığı tespitinden hareketle, politik/teorik bir dergi çıkarmayı hedefliyoruz. Yani teoriyi ‘uzakta birilerinin yaptığı bir şey’ değil, politikamıza içkin, onunla birlikte düşünmemiz gereken bir şey olarak görüyoruz. Bu demektir ki, ‘feminist teori’ diye ayrı bir alandan değil, yapıp ettiğimiz her şeyin teorik arka planından, teorik uzantılarından söz edeceğiz”.

YAPISAL BİR GERÇEKLİK

Derginin her sayısında bir dosya konusu seçildi ve bu konular mümkün olduğunca farklı perspektiflerden değerlendirildi: “Başörtüsü mü, Açıklık mı, Özgürlük mü”, “Militarizm”, “Projecilik”, “Şiddetle Sevenler ve Biz”, “Seçimler”... Bunların her biri, ülkenin ve feministlerin gündeminde yer alan konulardı. “Yoksulluk kader olamaz” dosyası, daha öncekiler gibi, gündemdeki bir konuyu feminist bir perspektifle ele alıyor.

Yoksulluk, son on yılın gündemindeki en önemli konu gibi görünüyor. Birleşmiş Milletlerin Bin Yıl Hedefleri arasında birinci sırada sayılması tesadüf değil. 1980’lerin “tarihin de ideolojilerin de sonu geldi, artık herkes başının çaresine bakacak” havası çok sürmedi. Thatcher’in özlü biçimde dile getirdiği “toplum diye bir şey yoktur, birey vardır” söylemi artık o kadar çıplak ifade edilemiyor. Neoliberal politikalar bütün hızıyla uygulanmaya devam etse de, “herkes başının çaresine baksın” önerisinin sisteme maliyetinin çok yüksek olacağı anlaşıldı. Bu nedenle, yoksullukla mücadele programları, “tarihin sonu”na eşlik ediyor.

Yoksulluk, yeni bir şey değil elbette. Bildiğimiz tarihin her anında, coğrafyanın her köşesinde, yoksullar hep oldu. Diğer yandan, böyle olması, yoksulluğu değişmez bir “hakikat” gibi kabul etmemize yol açmamalı. Çünkü yoksulluğun içeriği, toplumsal ilişkiler içindeki yeri, anlamı, insanların onu deneyimleme ve anlamlandırma tarzları hep değişti. Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluğa “yeni yoksulluk” adı verilmesi de bu yüzden: Yoksulluk, daha önce olduğundan farklı olarak sosyal dışlanma ve damgalanmayla birlikte düşünülmesi gereken bir durum haline geldi. Yoksulluk artık geçici, işsizliğe bağlı, istisnai değil, tersine kuşaklar arasında aktarılan, kalıcı ve yapısal bir gerçeklik. Dolayısıyla, ekonomik büyüme ve istihdam artışını sağlama gibi “çözüm”ler, yoksulluğu hafifletmekte etkili olamıyor.

Yoksulluğun “yeni” bir veçhesi de, artık çalışmaya/çalışmamaya bağlı bir kategori olmaktan çıkması. Çalışan yoksullar kavramı, tam olarak bunu anlatıyor: Çalışıyor olabilirsiniz, hatta düzenli bir işiniz bile olabilir ama yine de yoksulsunuzdur (ki kadınların pek yabancı olmadıkları bir konum bu!). Dolayısıyla, yoksulluğu bir “sınıf meselesi” olarak kodlamak, artık fazla bir şey anlatmıyor. Ya da belki şöyle söylemek daha doğru olacak: Sınıf meselesini bu yeni yoksulluk olgusunun ışığında, yeniden düşünmekte yarar var.

Aynı zamanda, “işçi sınıfı”ndan farklı olarak yoksullar, bir siyasal özne olarak ortaya çıkamıyorlar. 19. yüzyıl sosyalizminde işçi sınıfı, kendi varlık koşullarını, dolayısıyla kendi varlığını ortadan kaldırma potansiyeline sahip bir siyasal özne olarak tasarlanıyordu. Bu niteliği dolayısıyla, temsil ettiği şey yalnızca “kendi çıkarı” değil, bütün insanlığın başka bir varlık çerçevesine taşınabileceği umuduydu. Devrimci bir politik özne olmasının nedeni de buydu: olduğundan fazlasını, olabileceğini temsil etmesi; yani varlığında bir ütopyayı barındırabilmesi. Oysa yoksul, üretim süreçlerine katılıyor olsa bile, böyle bir niteliğe sahip değil. Dolayısıyla yoksulluk, kategorik olarak içinde bir umudu barındırmıyor. Tersine, bazı etnografik çalışmaların da gösterdiği gibi, kendi içine çökme potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla yoksulların öz örgütlenmelerine ilişkin çabaların işçi sınıfı örgütlenmesinden farklı dinamikleri, durumları hesaba katması gerekiyor.

YENİ YOKSULLAR

Kadınların “yeni yoksullar” içindeki en geniş kesimi oluşturduklarını biliyoruz. Bu bilgi, feminist politikanın yoksulluk konusunda özgün perspektifler geliştirmesini gerektiriyor. Nitekim Amargi Dergisi de hazırladığı dosyada geliştirilmiş özgün perspektiflere ilişkin bilgi veren, “kadın yoksulluğu” kavramını tartışan, yoksullukla mücadele politikalarının taşıdığı sınırlara ve risklere dikkat çeken yazılara yer veriyor. Neoliberal politikaların, dünyada ve Türkiye’de bir yandan yoksulluğu artırırken diğer yandan yoksulluğun sorumlusunun yoksulların kendileri olduğu düşüncesini nasıl yaygınlaştırdığı anlatılıyor. Bunun yanında, sosyal devlet politikalarının devletin “iyi” yüzü olarak ne türden vatandaşlık konumları kurduğunu, bu konumları cinsiyete, etnik kökene ve sınıfa göre nasıl farklılaştırdığını soruyor. Bu soru, toplumsal cinsiyetin kurulmasında siyasal iktidarın ne türden mekanizmalar kullanabildiğine ilişkin ufkumuzu açıyor. Tekstil işçisi kadınlarla yapılmış söyleşi, yoksulluğun kadınların kendileri tarafından nasıl deneyimlendiği, nasıl anlamlandırıldığı ve nasıl politize edildiğine ilişkin son derece aydınlatıcı bir resim sunuyor. “Bugünü yaşamak için geleceğimizden fedakarlık ediyoruz” diyen kadınların bu tespiti, yoksulların öz örgütlenmelerinin neden güçlenemediğine de işaret ediyor. Dosya, yoksulluğun temsilinde modernist gelenekten bir kopuş olarak nitelenen Berci Kristin Çöp Masalları (Latife Tekin) romanına ilişkin bir yazıyı da içeriyor.

Amargi dergisini çıkaran kollektif, toplumsal eşitsizliklerin birbirleriyle içsel bağlantılarının bulunduğunu, dolayısıyla da cinsiyet eşitsizliğinin her durumda başka eşitsizlikleri üreten ve onlar tarafından üretilen bir boyutunun olduğunu vurguluyor. Toplumsal eşitsizliklerin toplumu ortadan kaldırabilecek boyutlara gelmesinin geleneksel siyasal yapıları büyük ölçüde değiştirdiği, kamusallığı gerilettiği tespitinden hareketle, Türkiye’de kadın hareketinin önemli gündem maddelerinden biri olan siyasal katılım meselesinin bütün bu değişimleri göz ardı etmeyen bir biçimde nasıl yeniden ele alınabileceğine ilişkin bir soru da atıyor ortaya:

“Geleneksel siyasal kurumların belirlediği siyasetin artık toplumun ve yaşamın çok geniş kesimlerini kapsayamaz hale gelmesi, “başka türlü siyaset”, “başka türlü kurumlar” arayışına aciliyet kazandırıyor.”

Bağımsız bir feminist dergi olan Amargi, bir yılı geride bırakmış olarak yoluna devam ediyor.

Amargi dergi Sonbahar 2007, “Yoksulluk Kader Olamaz”

Birgün Kitap, sayı 44