'Müstakil Grup'tan Sahici Bağımsızlara

Cumhuriyet Türkiyesi’nin parlamenter politika kadastrosunda ‘bağımsızlar’ın ilk kez CHP’nin Tek Parti yönetiminde bir arsacığı olmuştur. Tam anlamıyla ‘majestelerinin bağımsızları’dır bunlar. Tek-Parti yönetimi, toplumdaki muhalefet potansiyelini usul usul akıtacak bir kanal (daha doğrusu kanalet!) açma maksadıyla, 1939’da bir ‘Müstakil Grup’ oluşumuna karar verir. 21 mebusluk kadro ayrılacak bu sözümona bağımsız grup, kibar kibar ‘murakebe’ (denetim) yapacaktır. Grubun kontenjanı 1943’te 35’e çıkarılır, 1946’da çok partili düzene geçince de kaldırılır.

Çok partili rejime geçildikten sonra, ‘sahici’ bağımsız milletvekilleri zuhur ediyorlar. 15 genel seçimin 8’inde, toplam 47 bağımsız milletvekili adayı seçilmeyi başararak parlamentoya girmiş. Büyük çoğunluğu, tabii, Kürt illerinden. (1960’ların ortasında, Adalet Partisi’ndeki Alevi önderlerinin toplumsal desteklerini kaybettiği ve Türkiye Birlik Partisi’nin ortaya çıktığı karışıklıkta, pek başarılı olamayan bağımsız Alevi milletvekili adayları girişimi de var.) Şimdiye kadarki rekor: 1969 genel seçimlerinde 12 ilden 13 bağımsız milletvekili seçilmiş. İlginçtir, 1946’da İstanbul’dan üç bağımsız milletvekili çıkmış. 60 yıl sonra bir tekerrür, fena olmaz doğrusu!

BAĞIMSIZLIĞIN TARİHİ

1946’dan 1965’e kadar uygulanan bir seçim siyaseti usulünü ilgiye değer buluyorum: Partilerin listelerinde bağımsız adaylara yer verilmesi usulü. Bu dönemde birçok partinin, listesinde kendi üyesi olmayan ‘müstakil’ adaylara (çoğunlukla aydınlara) yer verdiğini görüyoruz. Bir siyasî parti ile, o partinin çizgisini topyekûn onaylamayan ancak genel eğilimde, bir temel tercihte veya ortak paydada birleşen aydınlar arasında, ‘seviyeli bir beraberlik’… Bunun gerçekten medenî bir politik münasebet olduğunu düşünüyorum. Şahsın rozet takıp (hatta bazen el öpüp) gülücüklerle ‘nihayet huzuru bulduğunu, uzun yıllar bu partinin formasını taşımak istediğini’ falan söylemesini gerektirmeyen, akılcı ve anlamlı bir politik işbirliği. En azından, buna elveren bir form.

Bazı örnekleri hatırlayalım. Anayasa yapma Parti ile müstakil/bağımsız adayın işbirliği zemininin asgarî bir ortak paydadan ibaret olmasının örneği: 1946 seçimlerinde sosyalist Mehmet Ali Aybar’ın Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olmasıdır (Bursa 3. sıra. Seçilemedi). Sadece demokrasinin biçimsel koşullarının ciddiye alınmasıydı, bu ortaklık zemini. 1950 seçimlerinde DP İzmir listesinden bağımsız milletvekili seçilen Halide Edip Adıvar’ın ise, zannederim göreli özerkliğini koruyan bir ‘bağımsız’ olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşılık, parti ile bağımsız arasındaki düşünsel ve politik ilişkinin gayet sıkı fıkı olduğu örnekler de var. 1961 seçimlerinde Adalet Partisi’nin Samsun listesinden bağımsız olarak seçilen Ali Fuat Başgil, AP öncülüğündeki sağ partilerin Cumhurbaşkanı adayı olacak, bilindiği gibi ordunun doğrudan müdahalesi ile ‘caydırılacaktı’. ‘Parti listesinden seçilen bağımsız’ın partiyle en sıkı özdeşleştiği örnek ise kuşkusuz, 1965 seçimlerinde TİP listesinden bağımsız aday olarak seçilen Çetin Altan’dır. TİP’in 1965-69 dönemindeki ‘mitsel’ parlamento performansında, Çetin Altan’ın mühim bir payı olduğunu biliyoruz. Çetin Altan, genel kongrede divan başkanlığını bile yaptığı TİP’te, 1968’de baş gösteren ayrışmada tarafsız kaldı; ihtilâfın derinleşmesi üzerine de partiden uzaklaştı.

Bu vesileyle bir parantez açalım… Sol içi ilişkide asgarî bir hukukun korunamaması (aslında, kurulamaması) ve iç çatışmaya muazzam enerji yatırılması, velhâsıl ideolojik ayrışmaların ‘iyi yönetilememesi’; sol partiler/örgütler ile bağımsızlıklarını veya göreli özerkliklerini gözeten aydınlar arasında dayanıklı ve verimli bir ilişkinin kurulmasını engelleyen bir âmil değil mi? Bunu, Versus Yayınları’ndan çıkan Türkiye Solu (1960-1980) adlı kitabında Ergun Aydınoğlu da tartışıyor.

1960’ların ardından sönümlenen* bu ‘parti listesinden bağımsız’ usulünü kapatıp, ‘normal’ bağımsızlara dönelim. Bağımsız milletvekilinin ‘normali’, prototipi, Kürt illerinden gelen bir ağa, bir aşiret reisidir bilindiği üzere. Kürt beylerinin âlî Osmanlı devletinin hükümranlığı altında belirli bir göreli özerkliği korumalarını sağlayan politik pazarlığın, parlamenter rejim ve patronaj siyaseti koşullarında devam ettirilmesinin araçlarından biri, beylerin mebusluk almasıdır; parti ağlarının dışına düştüklerinde de ‘bağımsız seçilerek’ kendilerini hatırlatır, böylece şebekeye yeniden dahil olurlar. Son yıllarda değişik bir örnek, ‘devlet için kurşun sıkan’ olarak kazandığı nâmı ve milliyetçi-popülist söylemiyle küçümsenmeyecek bir klientalist ilişki ağını seferber eden Mehmet Ağar’ın Elazığ’dan bağımsız milletvekili seçilmesiydi. Bunun dışında, bağımsız aday prototipleri arasında intikamcıları unutmamak gerekir. Partisindeki mevkiini kaybetmiş veya liste dışında kalmış olmanın bedelini, politik ‘fief’lerinde bağımsız aday olup, hiç yoksa ‘oy bölerek’ ödetirler. Nadiren, geçen seçimde Bayburt’ta Ülkü Gökalp Güney örneğinde olduğu gibi, seçildikleri de olur. Küçük ve geçici de olsa şöhretin, avaz avaz nutuk atmanın tadı uğruna aday olan, kimisi hakikaten ‘kendine inanan’ meczuplar da eksik olmaz bağımsızlar faslında. En saygıdeğer bağımsız türü ise, seçilme ihtimalini hiç düşünmeden, bir davayı duyurmak, bir şeyi protesto etmek, bir büyük reddi ilan etmek, bu oyuna katılmayan birilerinin olduğunu göstermek için seçim platformunu kullanmak maksadıyla bağımsız aday olanlardır. Akif Kurtuluş’un 1989’daki bağımsız sosyalist adaylar kampanyası sırasında kullandığını hatırladığım ifadeyle, ‘burjuvazinin sandıklarına akrep atmak’ üzere…

2007 SEÇİMLERİNDE

Şimdi, şu önümüzdeki seçimlerde ise, bağımsız adayların durumu ‘değişik’. Her şeyden önce, bir ‘patlama’ var. Toplam 726 bağımsız aday seçime giriyor; yani toplam aday sayısının yaklaşık onda biri oranında. % 10 barajının kronikleştirdiği temsil sorunuyla ilgili sıkıntının, canlara tak ettiğini gösteren bir patlama bu. Temsil sorununu en hararetli yaşayan Kürt kimliğini temsilen DTP’nin, bu % 10 baraj engelini bağımsız adaylarla aşma stratejisi, vukuu ve muhtemel sonuçlarıyla, şüphesiz bu seçimin en önemli olaylarından biri.

1946-65 döneminde partilerin bağımsız adaylar ve aydınlar için bir platform sunduğunu hatırlatmıştım. Bu seferse tersine, bağımsız adaylık imkânı, partiler ve onların temsil ettiği politik görüşler için bir platform sunuyor! BBP genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu Sivas’tan, Güçlü Türkiye Partisi genel başkanı Tuna Bekleviç Edirne’den, EMEP genel başkanı Levent Tüzel İzmir’den, ÖDP genel başkanı Ufuk Uras İstanbul 2. bölgeden bağımsız aday olarak, partilerini ve partilerinin temsil ettiği görüşü parlamentoya sokmayı zorluyorlar. Ufuk Uras’ın söyleyişiyle: ‘meclise tünel kazmaya’ çalışıyorlar. İstanbul 1. Bölgede bağımsız aday olan Baskın Oran da, Çetin Altan örneğini hatırlatmıyor mu? Solun ortak paydasını oluşturan temel ve âcil meselelere (‘bunların bir çoğuna’, haydi bari ‘bazılarına’ diyelim de, en kötücüller bile itiraz edemesin!) angaje, bu angajman içinde özerk bireysel kimliğine de sahip bir aydın. Seçilirse, meclis kürsüsünde siyaset esnafını sinir etmekte Çetin Altan’dan geri kalmayacağı da kesin.

İki bağımsız adayı daha hatırlatmak isterim. Ankara 1. Bölgede, şair ve sosyalist (‘akılla yürek gibi oluyoruz böylece/ birbirini bütünleyen, dengeleyen dünyayı/ iki ayrı tende bir can, birbirine yakışan’) Şükrü Erbaş. Konya’da, Mazlum-Der’in kâmil vicdanlı, salih yüzlü genel başkanı Ayhan Bilgen.

Bağımsız ortak adaylar girişiminin, sosyalist partilerde tedirginlik yarattığını biliyoruz. Zaten bu girişimin kemale erememesi de bu dirençten kaynaklandı. Öncelikle, bağımsız aday girişiminin ‘olumlu anlamda pragmatist’ yanını görmeyen, sinik bir tutum olduğunu düşünüyorum bunun**. % 10 barajını atlatmak, onu protesto etmenin, geçersizleştirmenin pratik bir yolu. Meclise girmek, elbette her şeyin çözümü değil, ama somut bir imkân, ‘yapılabilirliği’, ‘oluru’ olan bir iş. Bağımsız adaylık girişimi karşısındaki soğukluk, ‘platformu reddetme’ konforunun solu ‘yapılabilir olanı aramaktan’ uzaklaştırdığının yeni bir göstergesi değil midir?

Özellikle ÖDP’de bağımsız aday fikrini içine sindiremeyenlerin itiraz saiklerinden biri, bu girişimin örgüt emeğini ikincilleştireceği, üyelerin-kadroların-militanların uzun vadeli angajmanını boşunalaştıracağı, bu kaynağı ‘medyatik’ bir proje uğruna heba edeceği doğrultusundaydı. Yapıp ettiğinden emin insanların sahici angajmanıysa söz konusu olan, niye öyle kolayca heba olsun? En önemlisi: o kadar çok ‘âtıl’ insanın bu proje etrafında seferber olması, hevese gelmesi, tam da mevcut parti yapılarının bir açığını, zaafını göstermiyor mu? Zaten zamanımızın politik krizini aşmak için, kurumsal-partili politika ile kampanya temelli, nokta hedefli spontane, ağ tipi örgütlenmeler arasında dinamik bir bağ kurmanın yolunu aramak zorunda değil miyiz? Şayet ‘partinin/örgütün bekası’ kendi başına amaç haline gelmemiş ise, böyle bir arayışta, bu seçim kampanyasından daha elverişli bir idman olabilir mi?

Bu sorular etrafında tartışmaya seçimden sonra da devam edilecek. Dileyelim, bağımsız milletvekilleri de olsun o tartışmanın içinde!

(*) Aslında, Zafer Üskül’ün AKP listesine ithal edilişi de, bu eski usule benziyor; Anayasa yapımına dönük bir işbirliği.

(**) Solda ‘sinizm’ ve ‘pragmatizm’ meselesini, Birikim dergisinin 198. (Ekim 2005) ve 210. (Ekim 2006) sayılarında tartışmaya çalıştım.

Birgün Kitap, sayı 41