Bakur Belediyelerinde Müstemleke Yönetimi
Türk devletinin Cumhuriyet tarihi boyunca Bakur’da (Kuzey Kürdistan) uyguladığı yönetim biçimleri, “yasa-disiplin-güvenlik” üçgeninin dönemsel olarak inkılap etmesinden ziyade, aralarındaki geçişken ilişki dahilinde sürekli ve aynı anda varlık göstermiştir. 8 Eylül 1925’te yürürlüğe giren Şark Islahat Planı’na müteakip, 1927’te Umumi Müfettişlikler’in kurulması ve 1935 Tunceli Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile devam eden dönem, Türk devletinin Bakur yönetiminde mezkûr üçgenin eş anlı olarak karşılık bulduğu bir dönemdir. 1952’de Umumi Müfettişlikler’in kaldırılması ile birlikte “resmî” olarak son bulan bu dönemde toprak-nüfus ve beden üzerinde kurulan iktidar biçim(ler)i, devletin Bakur’daki yönetim şeklini tanımlar. Belirtilen tarih aralığındaki askerî raporlar, yasa ve kararnamelerden de anlaşılacağı üzere -zımnen de olsa- devletin Bakur’daki yönetim politikası fiilî-dahili müstemleke yönetimidir. Temelde olağanüstü hale dayanan ve hem resmî hem de fiilî olarak “milli hudutlar” içinde iki farklı yönetim biçimine tekabül eden bu hal, 1987’de 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Olağanüstü Hal Bölge Valiliklerinin kurulması ile yeniden zuhur etmiştir. Yirmi üç yıl devam eden ve kırk altı kez uzatılan bu uygulama, 1925-1952 döneminin bir devamı niteliğindedir. Nihayet 16 Ağustos 2015 tarihinde resmî olarak ilan edilmeyen olağanüstü hale karşın fiilî olarak sokağa çıkma yasakları adı altında uygulanan ve 15 Temmuz askerî darbe girişiminden sonra 20 Temmuz 2016’da ilan edilen olağanüstü hal ile üçüncü dönem de ikinci dönemin devamı niteliğindedir. Bu üçüncü dönem resmî olarak salt Bakur’la mahdut olmamakla birlikte, bu yazıda Bakur’da ortaya çıkardığı neticeler merkeze alınacaktır.

20 Temmuz 2016’da ilan edilen olağanüstü hal ile ilgili Bakur ve dolayısıyla Kürtlerle ilgili iki husus üzerinde duracağım. Bunlardan ilki, askerî bir darbe olmaksızın tüm ülke sathında ilan edilen olağanüstü halden sonra, ekseriyetle sosyal medyada, Kürtlerin olağanüstü hal(ler) ile olan tanışıklığı dahilinde yer yer latife barındıran mukayeseler. Evvela Türk devletinin Bakur’da uyguladığı olağanüstü hal(ler) bir “tedbir” olarak değil, bir yönetim biçimi olarak icra edilmiştir. 16 Ağustos 2015’te başlayan ve 20 Temmuz’da resmileşen dönemi de dahil edersek Cumhuriyet tarihi boyunca 42 yıla yakın bir zaman dilimi boyunca -ki bu Cumhuriyet tarihinin neredeyse yarısına tekabül eder- Bakur olağanüstü hal ile yönetilmiştir. Nitekim 21 Temmuz’da başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek “normal vatandaşların” olağanüstü halden endişe duymamaları konusunda “makbul” vatandaşın “içini rahatlatmıştı”. Dolayısıyla tedirgin olması gerekenler “makbul olmayanlar”/“anormal” vatandaşlardır. Bu “anormal” kategorisi her ne kadar olağanüstü halin ilanını takip eden birkaç hafta boyunca Gülen cemaati ve onun ilişkilerine yönelse de kısa süre sonra esas muhatabın kim olduğu açığa çıktı. 11 Eylül 2016’da yirmi dört Kürt belediyesine kayyum atayan Türk devleti, olağanüstü halin amaç ve kapsamının ne olduğunu gösterdi.

İkinci husus ve esas mesele ise, yirmi dört Kürt belediyesine kayyum atanması ile ilişkili olarak bu uygulamanın Türk devletinin Bakur yönetim politikasında bir ilk teşkil etmemektedir. Kürtlerin müstakil Kurdî (pro-Kurdish) adaylarla yerel yönetimlere dahil olmaları 1977 ve 1979 seçimlerine dayanır. 1977 yerel seçimlerinde Mehdi Zana Diyarbekir’den, Edip Solmaz ise Batman’dan bağımsız aday olarak girdikleri seçimleri kazanırlar. Ancak Edip Solmaz 1979 yılında “faili meşhur” bir cinayete kurban gitti, Mehdi Zana ise 1980’de tutuklandı[1]. 1979’da Ağrı’da belediye başkanının ölümünden ötürü yapılan ara seçimleri Kurdî aday Orhan (Urfan) Alparslan kazanmıştı. Aynı tarihte Urfa’nın Hilvan ilçesinde yapılan seçimleri diğer bir Kurdî aday olan Nadir temel Kazandı ve fakat Nadir Temel kısa süre sonra görevden alındı. 1977 ve 1979 seçimleri iki açıdan önemlidir; ilki, Cumhuriyet tarihinde ilk defa açıktan Kurdî adaylar seçimlere girmiş ve Kürtler ehvenişer adaylardan birini değil, Kurdî adayları seçmişlerdir. İkincisi ise, Kürtlerin legal siyaset alanına dahil olma çabaları 1990’ların hemen başına kadar bir daha gündeme gelmemiştir. Dolayısıyla Türk devletinin Kürt belediyelerine dönük müstemleke uygulamalarının tarihi bugünle başlamaz. Kürtlerin belediyeler vasıtasıyla yönetime dahil olma girişimleri bir “faili meşhur” cinayet ve bir görevden alma ile (bugünkü kayyum gibi) son bulur. Bir not olarak, bu dönemin 1978’den beri yürürlükte olan sıkıyönetim dahiline girdiğini belirtelim.

Kürt belediyelerine dönük 1970’lerin sonunda başlayan müstemleke uygulamaları, 1990’larda da devam etti ve özellikle 1993-1994 HEP-DEP döneminde yoğunlaştı. 1994 yerel seçimlerinden önce DEP’in maruz kaldığı baskılara bir karşılık olarak, içinde ANAP, SHP ve bağımsız belediyelerin bulunduğu toplam on dört belediye bir basın açıklaması ile DEP’e geçtiklerini ilan ettiler. Bu belediyelerden bazıları; “Hakkâri, Hakkâri-Yüksekova, Hakkâri Çukurca, Batman-Kozluk, Mardin-Nusaybin, Mardin-Kızıltepe, Siirt-Kurtalan, Siirt-Gökçebağ, Diyarbakır-Lice, Diyarbakır-Silvan, Diyarbakır-Kulp, Urfa-Suruç belediyeleridir. On dört belediyenin DEP’e geçmesine müteakip yaşananlar; 29 Eylül 1993 günü, Hakkâri il merkezi tarandı, yüze yakın ev ve işyeri tahrip edildi. 30 Eylül 1993 günü, DEP üyesi Yüksekova Belediye Başkanı Necdet Buldan’ın evi ile yakınlarının evi tahrip edilerek kullanılamaz hale getirildi. 2 Ekim 1993 günü, DEP’li Belediye Başkanı Numan Demir’in ilçesi Çukurca ve belediye binası tarandı. 13 Ekim 1993 günü, DEP’li Kozluk Belediye Başkanı Abdullah Kaya hakkında soruşturma açıldı ve tutuklandı. 22 Ekim 1993 günü, Lice belediye binası ve belediye araçları tamamen tahrip edildi. 25 Ekim 1993 günü, Yüksekova Belediyesi bombalandı. 30 Ekim 1993 günü, Hakkâri belediye binası ve DEP’li Başkan Şükrü Çallı’nın evi bombalandı. Devletin Kürt belediyelerine dönük ablukası 27 Mart 1994 seçimlerine kadar devam etti. Bu süreçte aralarında Batman-Kozluk, Diyarbekir-Lice ve Siirt-Kurtalan gibi ilçelerin belediye başkanlarının da bulunduğu birçok belediye başkanı hakkında DGM’de davalar açıldı ve bazıları görevlerinden alındı. Devletin Bakur’da uyguladığı baskı korkunç bir boyuttaydı; öyle ki DEP, 27 Mart seçimleri için adaylarını açıklamaktan çekiniyordu, zira adaylar ya “faili meşhur” saldırılara uğruyor ya da tutuklanıyorlardı. Örneğin Metin Toprak, DEP’in Diyarbekir adayı olacağı tevatürü neticesinde gözaltına alınmıştı. Artan saldırılar üzerine, DEP 25 Şubat 1994’te yerel seçimlerden çekildiğini açıkladı.

Bakur belediyelerine dönük müstemleke uygulamaları 2000’lerde de devam etti. 1999 yerel seçimlerinde toplam otuz yedi belediye kazanan DEHAP, Diyarbekir-Lice ve Ağrı-Diyadin belediyelerini kazanmasına rağmen devlet bu belediyelere el koydu. Şubat 2000’de HADEP’li Siirt Belediye Başkanı Selim Özalp, Diyarbekir Belediye Başkanı Feridun Çelik ve Bingöl Belediye Başkanı Feyzullah Karaaslan gözaltına alınıp tutuklandılar, Ağrı’nın HADEP’li Belediye Başkanı Hüseyin Yılmaz İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alındı, Van’ın HADEP’li Belediye Başkanı Şahabettin Özarslaner Danıştay 8. Dairesi tarafından görevden alındı. Her ne kadar “milli mutabakat” gereği açıkça dillendirilmekten imtina edilse de bir cemaat kumpası olduğu bugün açık olan KCK Operasyonları kapsamında Nisan 2009-Haziran 2012 tarihleri arasında otuz iki DTP-BDP belediye başkanı tutuklandı. 2013-2015 çatışmasızlık ve barış görüşmelerinin Temmuz 2015’te sonlanması ile başlayan kent savaşları ile birlikte, Ağustos 2015 ile 2016 başı arasında yirmi üç DBP’li belediye başkanı görevden alındı, on altı belediye eş başkanı tutuklandı.

Yirmi dört Kürt belediyesine kayyum atandıktan sonra, sosyal medyada “bu uygulamanın darbe dönemlerinde dahi” hayata geçirilmediği temalı yorumlar dolaştı, birçok Kurdî siyasetçi uygulamayı “darbe” olarak tanımdı. HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 12 Eylül askerî darbesini anımsatarak “12 Eylül’deki cuntacılar belediyelere el koymamıştı,” ifadelerini kullandı. Oysa 12 Eylül 1980’de gaspedilecek bir Kürt belediyesi yoktu, öte yandan bu yazıda da aktarıldığı üzere Kürt belediyeleri üzerindeki müstemleke uygulamaları 1980 öncesine dayanır ve son olarak, olup biten bir darbeden ziyade Türk devletinin Bakur’da uyguladığı bir yönetim politikasıdır. 

[1] 1977 yerel seçimlerinde, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde DDKD’nin desteklediği aday Nazmi Balkaş, Cizre’de TKDP ve DDKD’nin desteklediği aday Sabri Vesek ve yine DDKD’nin desteği ile Siverek’te Suat Karataş belediye başkanlığını kazanmışlardı.