Gibi: Türkiye’de Komedinin Dönüşümü

Dijital medya aracılığıyla internet dizileri hayatımıza yeni yeni girdiğinde televizyonun ve televizyon dizilerinin ölümüne yönelik öngörüler de dillendirilmeye başlamıştı. Bugün bakınca televizyon dizilerinin ölmediğini, hayatımızda halen ciddi bir yer tuttuklarını görüyoruz. Hatta Kızılcık Şerbeti gibi kült hale gelen ve geniş kültürel tartışmalar yaratan dizilerin hâlâ televizyon aracılığıyla izleyici kitleye ulaştığı ve internet kullanıcısı kamunun da gündemine girdiği, bu internet kitlesinin kültürünü de şekillendirdiği gözden kaçmamalı. Bu bir etkileşimdir denilebilir, internet dizilerinin ve dijital medya kültürünün de televizyon yayınlarına, sosyal hayatımıza ve sosyal hayatımız içerisindeki kültürel üretime ciddi bir etkisi olmuştur ve oluyor. Örneğin Netflix’te yayınlanan Bir Başkadır dizisiyle birlikte Türkiye’deki kültürel bölünmüşlüğün ve farklı kimliklerin karşılaşma alanlarının/anlarının daha çok tartışılmaya başlandığı, belki Kızılcık Şerbeti gibi muhafazakâr-seküler grupların temas ve gerilim hatlarına odaklanan dizilerin ilhamını buradan aldığı söylenebilir. Bu etkileşimi ihmal etmeden iki farklı aygıtın ayırıcı yanlarını düşünürsek ilk akla gelecek olan televizyonun geniş ve çok daha çeşitli izleyici kitlesini, RTÜK aracılığıyla uyulması gereken ve devletin belirlediği belli kodları, kamuoyunun/çoğunluğun beklentilerine uygunluğu ama aynı zamanda tüm bunlara rağmen izleyicinin dikkatini toplamayı başarabilecek stratejiler geliştirme zorunluluğunu içerdiği söylenebilir. İnternet mecrası ise diziler konusunda görece daha eğitimli bir kitleye görece daha özgür bir platformdan seslenebilmeyi, televizyonun yapamadıklarını yapabilmeyi, eksik bıraktıklarını kapatabilmeyi vaat ediyor görünüyor. İnternet mecrası toplumsal hayatta var olup televizyonda sergilenemeyen küfür, içki, cinsellik, şiddet gibi unsurları temsil kabiliyeti bakımından daha geniş imkânlara sahip görünüyor. Bu unsurların temsilinden daha önemlisi ise belli ölçüde Batı’daki dizilerin de etkisiyle yeni dizi türlerinde denemeler de yine bu mecralarda yapılabilmekte, yenilik konusundaki risk televizyona göre daha kolay alınabilmektedir. Bunun sebebi ise internetteki izleyici kitlenin temel beklentisinin şaşırmak ve internet dizilerinde televizyondan farklı unsurlara rastlayabilmek, televizyonda bulamadıklarını bulabilmek, yabancı dizilerin biçim ve içeriğine yakın yerli ürünlere, yabancı türlerin yerli temsillerine erişebilmek olmasıdır.

Bunu akılda tutarak bakınca bir internet dizisi olan Gibi’nin Türkiye’deki komediye dair bir dönüşüme işaret ettiği söylenebilir. Diziden bahsedenlerin sıklıkla vurguladığı “absürtlük” önceden televizyon mecrasındaki dizilerde de var olan bir unsurdu elbette. Leyla ile Mecnun dizisiyle birlikte özellikle gündeme gelen absürt komedi fantastik unsurların dizilerin evreninde yer edinmesi değildir, gündelik hayata dair akışın tutarsızlıklar ve ilginçliklerle birlikte sunulmasıdır. Buna dair basit bir örnek, Leyla ile Mecnun dizisinde aynı kadına âşık oldukları için birbirine düşman iki karakterin bir araya geldiklerinde iki dostmuş gibi sıradan konular üzerine keyifle muhabbet edebilmeleridir. Doğaüstü bir unsur içermemekle birlikte bu, başlı başına ilginç bir durumdur çünkü muhtemelen gerçek hayatta böyle bir durum yaşanmaz. Absürt, gerçek hayatta muhtemelen yaşanmayacak ama yaşanabilirlik sınırları içerisindeki olayların kurmaca evreninde gerçekleşmesidir denilebilir. Absürt komedinin mizahı tam da buradan beslenmektedir, gerçek hayatta yaşanması pek de mümkün görünmeyen olayların kurmaca evreninde yaşanmasının izleyicide yarattığı yadırgatma bu dizilerdeki mizah unsurunu oluşturur. Leyla ile Mecnun’un zaman içerisindeki çöküşü ise dizinin absürtlükten uzaklaşıp fantastik unsurlara kayması, mevcut absürt unsurların tekrara kaçması ve sıradanlaşmasından ileri geliyordu. Absürt unsurların tekrarı ve doğaüstü unsurların dizi evreninde yer etmeye başlaması diziyi gündelik hayattan uzaklaştırır, absürt unsurlara alışan okur için de yadırgatma efektinin gittikçe silikleşmesi sonucu doğar.

Gibi de absürtten yararlanmaktadır elbette fakat dizinin başat özelliği gündelik, yer yer sıkıcı ve sıradan hayatın ortalama yaşam süren karakterlerle yansıtılmasıdır. Diziye dikkat edilirse karakterlerin ortalama insanı temsil ettiği anlaşılır. İşsiz veya geçici işlerde çalışan, toplumun geniş kesimi gibi herhangi bir apartman dairesinde oturan; entelektüel, zengin ya da eğitimli olmayan karakterlerin yaşadıkları sıradan olaylar dizinin konusunu oluşturmaktadır. Dizinin mizah unsuru kimi zaman apartman yöneticileriyle bir toplantıdan, kimi zaman bir cenaze töreninden, kimi zaman arkadaşlarının işletme açılışından kimi zaman da bir büfenin nakliyatından oluşur. Bunun gibi izleyici kitlenin de muhtemelen hayatında yaşadığı, sıradan olayların içerisindeki mizah unsurunu çeşitli absürt bağlamlar kurarak açığa çıkarmaktadır dizi. Gündelik hayata ilişkin tespitler ve gözlemler de özellikle Yılmaz karakterinin dilinden dizide geniş yer tutar. Karakterlerin hiçbirisi ideal özellikler taşımazlar ve her biri çeşitli eksiklikler içerirler. Sürekli birbiriyle didişen, görece cahil ve eğitimsiz -aşı üzerine yaşanan tartışmayı hatırlayalım-, mutsuz iki karakterin başrolde olması da yine bunu gösterir. Tüm bu özellikleriyle dizi oldukça gerçekçidir, eski tür komedi dizilerindeki gibi abartılı karakterler -İsmail Abi ya da Burhan Altıntop’u düşünelim-, şive mizahı, aşırı jest ve mimikler, yoğun duygulanımlar, tipleşen karakterler yoktur. Bu açıdan dizinin gündelik hayatın temsilinin merkeze alındığı bir komedi tarzına geçişin sembolü olarak düşünülebileceği görülmektedir. Gündelik ve sıradan hayatın, ortalama insanın yansıtıldığı komedi dizileri elbette geçmişte de vardır ama mizah unsurunun salt bu hayatlar ve insanların gözlemine dayanması yeni bir durumdur.

Gündelik hayatın temsili meselesi üzerinden dizinin metinlerarası evrenini düşünmek mümkün ve faydalı. Gibi’nin ilk olarak 1990’ların kült komedi dizisi Seinfeld’in açtığı komedi tarzından yararlandığı söylenebilir. Geçmişte Avrupa Yakası birçok anlamda Seinfeld’in senaryosundan yararlanıyordu, Avrupa Yakası’nın birçok bölümünde Seinfeld etkisi bariz bir şekilde hissedilir ama ruh olarak Avrupa Yakası’nın evreni Seinfeld’e uzaktır. Çünkü Seinfeld temelde gündelik hayatın temsiline ve buna dair ince gözlemlere odaklanmaktadır. Dizide aşırı ve abartılı hiçbir olay olmaz, dizinin net bir konusu dahi yoktur. Özdüşünümsel bir tarafı da vardır Seinfeld’in ve kendi mizah tarzını da “the show about nothing”, yani “hiçbir şey hakkında bir dizi” olarak tanımlar ve dizide işler. Dizide bunu işlerken de Amerikan komedisinde bunun bir yenilik olduğunun, Seinfeld’in kendinden önceki mizah tarzından bir kopuşu temsil ettiğinin ve bu açıdan en başta yadırgandığının altı çizilir. Seinfeld’de Jerry ve George Amerikan televizyon kanalı olan NBC’nin yapımcılarıyla dizi çekmek için görüşürken senaristler sürekli olarak dizinin konusunun ne olduğunu sorarlar ve “hiç” olduğunu öğrenince yadırgarlar. George ise bu dizinin ayırıcı yanının konusunun bir “hiç” olması olduğunu, sıradan hayatları ve insanları anlatacağını, bir lokantada sıra beklemenin dahi dizinin bir bölümü olabileceğini vurgular. O güne dek değer verilmeyen, bir komedi dizisinde ele alınması kolay kolay düşünülemeyecek ve sıkıcı bulunabilecek hayata dair “önemsiz” detaylar ve gündelik olaylar Seinfeld’le birlikte komedinin sınırları içine girer. Seinfeld’de bir yandan Jerry’nin stand-up gösterileri verilir bir yandan da Jerry’nin dairesinde sıklıkla buluşan arkadaşları Elaine, George ve Kramer ile birlikte yaşadıkları konu alınır. Jerry’nin stand-up gösterilerindeki tüm vurgular da her zaman gündelik hayata dair incelikli gözlemlerden oluşur. “Observational comedy”, yani gözleme dayalı komedi denilen bu komedi türü hayatta sıklıkla rastlanılan ama üzerine çok düşünülmeyen, içindeki mizah öğesi ortaya çıkarılmayan olayları komedyenin açığa çıkarmasından ibarettir. Seinfeld’de Jerry’nin stand-up gösterilerinde tespit ettiği gözlemler, arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı maceralarla örneklenir ve somutlanır.

Gibi’nin de komedi anlayışının gözlemsel komediye dayandığı söylenebilir. Yılmaz’ın çoğu zaman bölümün konusundan bağımsız olarak dile getirdiği gündelik hayata dair tespitleri ile Jerry’nin stand-up gösterilerinde dile getirdiği gözlemler birbirine benzerdir. Seinfeld’de Jerry ve arkadaşlarının Jerry’nin dairesinde sıklıkla buluşup yakınarak konuşmalarından üretilen mizah Gibi’de de bulunur. Gibi’de de Yılmaz ve arkadaşları kimi zaman kafede kimi zaman da Yılmaz’ın dairesinde buluşarak hayat hakkında çoğu zaman şikâyetçi bir tonda tartışırlar. Her iki dizide de arkadaşlık ilişkileri “iyiliğe” pek dayanmaz. Karakterler sürekli birbiriyle didişirler, bencillikler yaparlar. Seinfeld’de küçük hesapçı, bencil, cimri bir karakter olan George; Gibi’deki İlkkan’a benzetilebilir. Yalnızca George değil, Seinfeld’deki bütün karakterler bencildir. Arkadaşlık ilişkilerinde sevgi, bir duygu olarak öne çıkmaz. Birbirlerinin konuşmasını dinlemeden aynı anda kendileriyle ilgili farklı konulardan bahsetmeleri de yaygındır. Dizideki bencilliğin zirvesi ise George’un nişanlısı öldüğünde evlenmekten kurtulduğu için sevinmesidir, arkadaşları da bu durumu normal karşılarlar ve hep birlikte kahve içmeye giderler. Gibi’nin henüz bu düzeyde olduğu söylenemez ama karakterler arasında çok yoğun bir sevginin hissettirilmediği söylenmeli. Bu sevgisizlik ve bencilliğe yakın denebilecek küçük bir jest olarak Yılmaz’ın, İlkkan’ın sevgilisi için hastanede böbreğini vermemesi hatırlanabilir -dizinin müdavimleri bu sahneyi Yılmaz’a yakıştırmasalar da bu yakıştıramama tam da bu mizah tarzına uzaklıkla açıklanabilir, Yılmaz’ın senaristler ya da izleyiciler tarafından idealleştirilmesi ya da İlkkan’a karşı olumlu tip olarak öne çıkarılması dizinin çöküşü olacaktır ve bu risk son sezonlarda gittikçe yükselmektedir- veya İlkkan’ın arkadaşının kredi kartıyla ona sormadan harcamalar yapması ve hatta ona onun kredi kartıyla doğum günü hediyesi almasını düşünebiliriz. Dizi bir karakteri idealleştirmez, karakterlerin kötü ve aksak taraflarından da mizah üretir, belli bir değer yargısını dayatmaz. Absürt ton her iki dizide de vardır elbette, Jerry’nin komaya giren komşusunun sevgilisiyle o komadayken yattığı yatağın önünde flörtleşmeleri ve öpüşmeye teşebbüslerini veya Gibi’deki karakterlerin arkadaşlarının sevgilisinin felçli bedeni üzerinde kuru pasta yemelerini düşünürsek bu anlamlı gelecektir. “Ofansif mizah” diye tabir edilen toplumun değer yargıları açısından tehlikeli alanlara temas ve iyi/kötü gibi değer yargıları ve ahlâki kategorilerin çiğnenmesi uğruna dahi mizahın sürmesi yerel koşullar gereği Gibi’de daha sınırlı olsa da belli düzeyde mevcuttur. Seinfeld’de Yahudi bir karakteri canlandıran Jerry, komünitesi için önemli olan Schindler’s List filminde sevgilisiyle öpüştüğü için ayıplanır, örneğin böyle bir konunun Türkiye’ye uyarlanması güçtür. Öte yandan “ofansif mizah”ın sınırlarında kimi zaman gezinir Gibi. Örneğin felçli olduğu numarası yapan çocuğa Yılmaz’ın “yürümek o kadar da matah bir şey değil” demesi bu sınıra yaklaşıldığını gösterir fakat çocuğun felçli olmasının bir kandırmacadan ibaret olması ve Yılmaz’ın bu cümlesini İlkkan’ı eleştirerek sonlandırmasıyla bu mizahın yaratacağı olası rahatsızlıklar zaten dengelenir.

Gibi’nin yalnızca Seinfeld değil, Seinfeld’in senaristlerinden Larry David’in bir başka dizisi olan Curb Your Enthusiasm’a da benzetilebileceği söylenebilir. Curb Your Enthusiasm’da toplum ve toplumun değer yargılarıyla uyumsuz, bencil ve umursamaz sayılabilecek bir karakter olan Larry sürekli olarak gündelik hayatla ve insanlarla problemler yaşar. Larry, özellikle Gibi’deki Yılmaz’a benzetilebilir. Yılmaz’ın arkadaşlarının cosplay eğlencesi için kıyafet almaya gittiğinde yanlışlıkla girdiği dükkânda satıcıyla yaşadığı iletişim probleminin belki yüzlerce çeşitlemesi yine Curb Your Enthusiasm’da vardır. Her iki karakter de diğer insanların tavırlarını yadırgar, toplum içerisinde kendilerini yabancı hissederler ve sürekli olarak uyumsuzluklarıyla çeşitli sorunlar yaşarlar. Dizinin metinlerarası evrenini düşünürken akla Peep Show da gelebilir, birbiriyle sürekli didişen ve arada yoğun bir sevgi ilişkisinin hissedilmediği bencil iki ev arkadaşının yaşadıklarını anlatan Peep Show ister istemez Yılmaz ve İlkkan’ın ilişkilerini anımsatır. Tüm bu metinlerarası evren Gibi’nin gündelik hayatın temsili, gözleme dayalı komedi, gündelik hayat içerisinde yaratılan absürt durumlar ve hayatın küçük/önemsiz görülen detaylarına yönelik dikkat olarak özetlenebilecek komedi anlayışına yaslandığını gösterir.

Gibi’de her sezonun son bölümü ise tarihin belli bir dönemine odaklanır. Bu bölümlerdeki absürt mizah unsurunun tamamen anakronik ifade ve olaylardan beslendiği söylenebilir. Yılmaz’ın Roma’da pantolon giymeyi önermesi, İlkkan’ın ilk çağlarda Yılmaz’ı “vizyon sahibi olmamakla” suçlamasını düşünürsek bu bölümlerdeki mizah unsurunun modern kavram, alışkanlıklar ve söylemlerin bunlarla bağı olmayan geçmiş dönemlerde kullanılmasının yarattığı yadırgatma efektinden beslendiği söylenebilir. Anakronizmin mizah unsuru olarak kullanılması bir başka yerli internet dizisi Prens dizisinde çok daha görünürdür ve tüm bölümlerle yayılmış bir şekilde Prens de anakronizmin mizahını yapar, bu açıdan muhtemelen ilhamını Gibi’nin sezon sonu bölümlerinden almıştır.

Esas meseleye dönersek internetteki diğer komedi dizilerine baktığımızda da gündelik yaşam ve ortalama insanın hayatına olan ilginin gittikçe arttığı görülebilir. Örneğin Doğu da -belki onu da işleri çok da yolunda gitmeyen bir stand-upçının hayatına odaklanan otobiyografik komedi örneği olarak Louie’ye benzetmek mümkündür- zayıflıkları olan, başarısız bir gencin otobiyografik hikâyesine odaklanır. Tam da burada yeni tür komedinin bir başka özelliği olarak beslendiği karakter tipinin çok güçlü bir karakter olmaması söylenebilir. Bu hem Gibi’deki Yılmaz ve İlkkan hem Doğu hem de Prens için geçerli olabilir. Bu karakterler ne ahlâki olarak ideal özellikler taşırlar ne de güçlüdürler. Çeşitli zayıflıklar içerirler, güçsüzdürler, çoğu zaman haksızdırlar; yer yer kötü, cahil ve bencildirler. Bu dizilerde bir adalet terazisi bulabilmek mümkün değildir. Örneğin, eski tür komedi dizilerini düşünecek olursak her zaman işaret edilen bir olumlu tipe rastlanabileceği söylenebilir. Avrupa Yakası’nda Tahsin ve İffet -ya da Burhan Altıntop’a karşı diğer karakterler-, Leyla ile Mecnun’da Ak Sakallı Dede bir şekilde makbul olanın seslendiriciliğini üstlenirler. Yeni tür komedi dizilerinde işaret edilen bir doğru yoktur. Bu, aynı şekilde karikatür ve tipleştirilmiş aşırı karakterlerin olmaması sonucunu da doğurur, İsmail Abi ya da Burhan Altıntop gibi aşırılaştırılmış gerçeklikten uzak karakterlere yeni dizilerde rastlanmaz. Ne iyiye ne kötüye dair fikir edinmek bu dizilerde artık mümkündür, didaktik anlatıcı sesi gözden uzaklaşmıştır. Dizilerin komedi unsuru, bir karakterin aşırı jest ve mimiklerle ifade ettiği/içine girdiği olaylara dayanmamaktadır, gündelik hayatın sade temsiline dayanmaktadır.

Komedideki bu dönüşümü yalnızca diziler üzerinden düşünmek de gerekmez. Örneğin, Cem Yılmaz ya da Ata Demirer’in stand-up tarzıyla yeni komedyenler Deniz Göktaş’ın, Salih Tıraş’ın ya da TuzBiber’deki isimlerin stand-up tarzı arasında da böyle bir fark vardır. Cem Yılmaz çoğu zaman kendisinin parçası olmadığı dünya ve insanlar -genellikle de Türk insanı/“bizim insanımız”- hakkındaki yer yer klişeleşen tespitlerini hiciv tarzına yakın ama politikleşmeden anlatır. Baş karakter olarak öne çıktığı hikâyelerde ise zengin, güçlü ama muzip bir karakter olarak görünürleşir. Yeni nesil komedyenlerin ürünlerine baktığımızda ise öne çıkan özelliğin zayıflık, basiretsizlik, iradesizlik, başarısızlık olduğunu görürüz. Bu komedyenler diğer insanlardan ziyade kendileriyle ve toplum içerisindeki uyumsuzluklarıyla dalga geçerler. Deniz Göktaş’ın stand-uplarında bahsettikleri çoğu zaman kendisi, çocukluğu, ailesi ve kent hayatı içerisinde yaşadıklarıdır. Bunları anlatırken güçlü bir karaktere rastlamayız, tam aksi güçsüz ve zayıf, toplum içerisinde var olmakta zorlanan, sürekli randevularına geç kalan, sosyal fobisi had safhada, hastalıklarla boğuşan bir karakterdir bu. Aynı şekilde Doğu Demirkol da kendisini olabildiğince güçsüz ve zayıf çizer, Yetenek Sizsiniz programında yuhalanması, yani bir şekilde zayıflığı ve başarısızlıkları bir mizah unsurudur. Yeni nesil komedyenlerin birçoğunun kendilerini zayıf ve güçsüz karakterler olarak çizdikleri, toplumu eleştirirken ya da toplumdaki tipleri anlatırken kendilerini onlardan pek de ayırmadıkları dikkat çeker. Öte yandan gündelik hayatın ve ortalama insanın temsiline daha fazla odaklandıkları -Doğu Demirkol’un metrobüs anıları, Salih Tıraş’ın Pursaklar’daki muhafazakâr ailesinden bahsetmesi gibi- söylenebilir. Bunun yanı sıra gündelik hayat içerisindeki politik vurgular da eski tip komedyenlere göre artık daha sık rastlanan bir mizahi unsurdur. Bu belli düzeyde tehlike de içermektedir, kimi zaman bu komedyenlerin stand-uplarından alınan belli parçaların internet ortamında yaygınlaşmasıyla çeşitli toplulukların tepkilerinin üzerlerinde baskılar yaratabildiği unutulmamalı. Çünkü bu komedyenler eski komedyenlere göre kimlik meselelerine ya da devlet politikalarına dair şaka üretmek konusunda daha az çekingendirler ve Türkiye için bu henüz yeni, alışıldığın dışında bir komedi tarzıdır. Gibi’de de aynı şekilde politik unsurlar vardır. Öte yandan Gibi’deki politik mizahın komedyenlerin stand-uplarına göre daha çekingen, örtük, ima düzeyinde olduğunu söylemek gerekir. Bu mizah genellikle Yılmaz’ın topluma, toplumun linç rejimine, çoğunluğun tercihlerine başkaldırısı şeklinde kendini gösterir. Apartman yönetiminin paranoyasına karşı savaşan Yılmaz, terleyen vücut geliştirmeci misafirlerine yönelik mahallenin linçine karşı direnen Yılmaz, sokak röportajında söylediği bir ifade sebebiyle toplumsal tecride maruz kalan -kaçak hayatlarından kente döndüklerinde kimsenin Yılmaz’ın ne söylediği hatırlamaması ne manidar bir vurgudur- Yılmaz her zaman çoğunluğun değer yargılarına karşı durur. Toplumu ve toplumun taşıyıcısı olduğu değer yargılarını umursamaz, onlara rağmen hareket etmeyi ve dik durmayı önemser, farklılıklara yönelik toplumsal tahammülsüzlüğe kendince direnir. İlkkan ve Ersoy fazla dikkat çekmemeyi, toplumla uyumlanmayı, yer yer yaltaklanmayı tercih ederlerken Yılmaz’ın çoğunluğun değer yargılarını umursamadan kendi yolunu çizmeyi önemsediği söylenebilir. Yılmaz’ın idealleştirilmesinin dizinin niteliği açısından yarattığı tehlike bir yana Türkiye’de toplum ile birey arasındaki ilişkinin gerilim hatlarına dokunması bakımından bu tarz bölümlerin politik imaları güçlüdür.

Türkiye’deki komedinin dönüşümünün potansiyel nedenleri üzerine daha fazla düşünmek gerekmektedir. Bahsettiğim diziler ya da stand-upların beslendiği ve ilişki içerisinde olduğu mecra çoğu zaman internettir. İnternet, Twitter’da tweetler üzerinden üretilen espriler, kısa Instagram skeçleri bu mizah tarzını belirlemektedir. Gündelik hayatın temsiline dayanan mizah internette oldukça yaygındır. Bundan dolayı dizilerin de çoğu zaman tweetlerle ya da Instagram gönderileriyle etkileşim içerisinde oldukları, çeşitli “caps” ya da “mim”lere konu olabildikleri, adlarına farklı hesaplar açıldıkları görülmektedir. Alıntısı yapılabilecek repliklerin dizilerde verilmesi bu açıdan önemlidir ve internet dizilerinin senaryo planlamalarında buna yönelik bir dikkat olduğu sezilir. Twitter ya da Instagram’da bu dizilerden kesilen en fazla bir dakikalık kesitlerle yapılan mizah dizilerin dolaşımını da hızlandırmaktadır. Bu açıdan bu diziler, komedyenlerin stand-upları, sosyal medyada üretilen mizah iç içe geçmiştir.

Nihayetinde Türkiye’de komedinin ciddi bir dönüşüme girdiği hem internet dizilerinin hem de stand-upların odaklarının incelenmesiyle kolaylıkla anlaşılıyor. Bu dönüşüm dizilerin ya da stand-upların, izleyici kitlenin hayatıyla olan mesafesinin de gittikçe azalması sonucunu doğuruyor çünkü yeni tür mizah tam da ortalama insanın hayatından kesitlere odaklanmaktadır. Bir sokak röportajında çoğu zaman bir siyasetçiye göre daha açık, hesapsız ve doğrudan konuşan halktan bir yurttaş gibi yeni nesil stand-upçı ya da komedyen de politikaya, gündelik hayatı politik olanın nasıl belirlediğine dair daha açık ve net konuşmaktadır ve gücünü de buradan almaktadır. Çünkü eski türde komedi izleyici kitlede hayranlık yaratabilirken bu kitleyle arasına koyduğu mesafe nedeniyle ortaklık yaratmakta güçlük çekiyordu. Şimdi ise komedi ile kitle arasında bulunan mesafe gittikçe azalıyor, yukarıda/tepede/üstte görülen komedyene duyulan hayranlığın yerini onunla kurulan ortaklık, içtenlik alıyor.

Düşünmemiz gereken Türkiye’deki komedide bu dönüşümün neden yaşandığı ve neye yol açacağıdır. Eski dönemlerdeki komediye göre artan gündelik hayatın temsili, sıradan/ortalama insana daha fazla yer verilmesi, küçük detayların ve bunlara dair tespitlerin öne çıkışı, gündelik hayatı politik alanın belirleyişine yönelik artan dikkat ve komedinin izleyici kitleyle arasında azalan mesafe ve izleyicinin yapımlarla artan özdeşliğinin ne anlama geldiği önemli bir sorudur. İnternet kültürüyle birlikte en sıradan insan da artık mizaha bağlanabilmektedir. Çok az takipçisi olan birinin attığı bir tweet, bir sokak röportajında birinin söylediği bir ifade, kamerayla sokak ortasında yakalanan bir görüntü oldukça fazla ses getirebilir ve dolaşıma girebilir, mizahın parçası olabilir. Öte yandan internet kültürü sebebiyle televizyonun öne çıkardığı klasikleşmiş figürlere yönelik eleştiriler de, yeni stand-upçılara ve komedi dizilerine yönelik tartışmalar da her zaman gündemdedir. Bu, bir anda herkesin komedyen olabildiği ve bir anda komedyenlerin gözden düşebildiği bir dönemdir ve tüm bunların izleyici kitleyle bağının canlı ve iç içe tutulduğu bir dönemdir. Yeri geldiğinde komedyenin rakibi sıradan bir insan, sokak röportajındaki yaşlı bir amca, Instagram’da ünlü olmaya çalışan ve küçük kesitler çeken bir kişi olabilmesi komediyi de sıradan hayata ve insana, onların meselelerine; sıradan içerisindeki komiğe, absürde ve politiğe yönlendiriyor olabilir. Komedyen tüm bunları takip etmek zorundadır, izleyici kitleyle ilişkisini canlı tutması gerekmektedir. Sıradan insana ve sıradana yönelik mizahi bir dikkat, yalnızca komedyenler için değil, güzel bir tweet atmak ya da komik bir fotoğraf paylaşabilmek isteyen birisi için de artık geçerlidir. Elbette bu dönüşümü tek bir sebeple açıklayabilmek mümkün değil fakat örneğin internet kültürüyle birlikte yabancı dizilerle kurulan metinlerarası bağ da bu konuda özel bir öneme sahiptir. Genel olarak bu dönüşümün olası ve çok boyutlu sebeplerine dair spekülasyonların daha fazla geliştirilmesi Türkiye’deki komedinin dönüşümünü konumlandırmak için yararlı olacak.