İnkâr Edilmiş Etnisite Olan Irk Üzerine Notlar

Irksallaştırmak (i) doğallaştırmak, tarihî olanı biyolojiye, kültürel farklılıkları birbirine benzemeyen özsel farklılara dönüştürmek; ii) ebedileştirmek, bu ırksal farklılıkların zaman ve mekân boyunca değişmez ve kalıcı oldukları iddiasını öne sürmek; (iii) hiyerarşileştirmek, nüfus grupları arasında bir ast-üst sıralaması kurmak; (iv) homojenleştirmek, ırksallaştırılmış kategorinin tüm üyelerini temelde benzer olarak algılamak ve resmetmek, bu grubun üyelerine sembolik, sosyal ve fiziksel alanda farklı davranılmasını gerektiren temel bir niteliği paylaştıklarını düşünmek anlamına gelir. Irksallaştırmanın kendisi gibi doğallaştırma, ebedileştirme, hiyerarşikleştirme ve homojenleştirme şeyler ya da durumlar değildir. Bunlar ırksallaştıran (the racializer) ve ırksallaştırılan (the racialized) arasında gerçek ve muhayyel ilişkiyi içeren sembolik eylemlerdir ve bu bir derece meselesidir; ancak bunlar hızla ilerleme ve birbirlerini etkileyerek dahil etme eğilimindedir. Irksallaştırmanın paradoksal bir biçimi madunun ya da onların kendi kendini atayan sözcülerinin, sosyal konumları ve karşılaştıkları kurumsal kümelenmeler ne olursa olsun, her yerdeki tüm siyahların daima aynı siyah karşıtı güçlerle yüzleşmek zorunda kaldığı Afropesimizm varyantlarında olduğu gibi, sanki onlar -ve yalnızca onlar- tarihin dışında var olmanın ontolojik yüküne sahipmiş gibi değişmeyen ve tek tip ortak bir öze sahip olduklarına inanmalarıdır.[1]

Sınıflandırmanın ve tabakalaşmanın gerçekleşmiş temeli olarak ırkın özgüllüğünü nasıl kavrayabiliriz? Racial Domination [Irksal Tahakküm] (2024) adlı kitabımda ırkı etnisitenin paradoksal bir alt türü olarak ele alan, etnik olmayı, yani tarihin tesadüfler üzerine kurulu olduğunu inkâr ettiği için paradoksal olan ve yine de bunun tam da bu inkâr yoluyla (Freudyen anlamda Verneinung [olumsuzlamayla]) mümkün olduğunu ortaya koyan bir çerçevenin ana hatlarını oluşturuyorum. Konuyla ilgili öncelikle etnisite ve ırk arasındaki tartışmalı kavramsal ilişkinin açıklığa kavuşturulması gerekir.

Herkes tarafından bilindiği gibi Stuart Hall bu iki kavramın “birbirleriyle saklambaç oynadıkları”ndan[2] bahsetmişti, ancak bu kavramlar arasındaki ilişkiyi anlamanın genellikle kabul gören üç yolu var: ayrışma, kesişme ve kapsanma ya da içerilme (bkz. figür 1).

Sosyal görme ve bölme ile ilgili bu iki ilkeyi farklı ve ayrı olarak göstermek İngilizce konuşulan (Anglofon) sosyal bilimlerde bir gelenektir. Bunlardan ilki kültürel özelliklere (dil, din, âdetler, vb.), ikincisi ise fiziksel özelliklere (fenotip ve soy) dayanır.[3] Bu durum, Michael Omi ve Howard Winant’ın Racial Formation in the United States [Birleşik Devletler’deki Irksal Formasyon] isimli önemli eserde örneğinin görülebileceği bir pozisyondur. Kitap, ırkı etnisite, sınıf ve milliyete “indirgemeyi” önlemeye büyük çaba gösterir ve kitapta şunları okuruz: “Irk insan bedeninin farklılarından/çeşitli tiplerinden hareket ederek sosyal çatışmalara ve çıkarlara gönderme yapan ve sembolize eden bir kavramdır.”[4] Irkla ilgili bu tanım, bir yerleşimci kolonisi ve göç ülkesi olarak Amerikan tarihinin kendine mahsus özelliklerinden kaynaklanan halk kavramlarının, ABD’li sosyal bilimcilerin zihinsel yapılarına kazınmasından başka bir şey değildir. Soy anlamında ırk, 17. yüzyılda Afrikalı kölelerin sömürülmesini desteklemek için kullanıldı ve yasalarla meşrulaştırıldı. Etnisite ise 20. yüzyılın başlarında Avrupa’dan gelen ve Anglosakson olmayan göçmenlerin ulusal yapıya (pattern) “asimile” olmayacağı korkusunu ifade etmek ve evcilleştirmek için icat edildi. Dahası, Desmond King’in Making Americans adlı kitabında gösterdiği gibi, etnisite beyazların kendilerini siyahlardan ayırmak üzere beyazlar tarafından ve beyazlar için formüle edilmişti. Kısaca, iki kavram arasındaki karşıtlık tarihsel ve politiktir, mantıksal değildir.[5]

Irksal formasyon teorisi bu nedenle genel bir ırksal tahakküm teorisi olmaktan çok, kabaca bir yüzyıl boyunca bir ülkedeki iki nüfusun etnoırksal yörüngesine ilişkin halk anlayışının stilize edilmiş bir yeniden tanımlamasıdır. Dahası, Omi ve Winant'ın ırk tanımı, tanımı gereği çatışmayı engelleyen hegemonik ve sanılara dayalı (doxic) ırksal rejimleri şaşırtıcı bir şekilde dışarda bırakır.[6] Ayrıca, Japonya, Çin, Hindistan, Nazi Almanya’sı ve hatta beden tipinin etnoırksal sınıflandırmanın tek temeli olmadığı Brezilya ve Güney Afrika'dan başlayarak (aşağıda göreceğimiz gibi) birçok durumda da uygulanamaz. Irkı, çağdaş toplumlarda her biri çok önemli olan cinsiyet, boy ve dış görünüm gibi “farklı insan bedeni türlerine” dayanan diğer sınıflandırmalarla karıştırmaktadırlar. Son olarak, “anlamlandırma” özünde sembolik bir faaliyet olduğu için ayırt edici kavram tutarsızdır, bu da ırkı biçimsel olarak etnisiteden ayırt edilemeyecek bir kültürel inşa haline getirir.

Figür 1: Irk ve etnisite arasındaki kavramsal ilişki

Stephen Cornell ve Douglas Hartmann tarafından savunulan ikinci pozisyon ise etnisite ve ırkın farklı olduğunu kabul etmekle birlikte bunların örtüştüğünü öne sürer.[7] Bazı gruplar kültürlerine, diğerleri doğalarına göre tanımlanırken bazı gruplar her ikisine göre tanımlanır. Bu durum, iki sürecin birbirini yakınsadığı kesişimsel bir alan oluşturur: bir tarafta etnisite, oluşturulan grubun fenotipik özellikleri hakkındaki inançları içerdiğinde ırksallaştırılır; diğer tarafta ise ırk, kişinin bir topluluğa ait olma duygusunu beslediğinde etnikleştirilir. Buna ek olarak, bazı gruplar zaman içinde bir kategoriden diğerine göç eder -bunun klasik örneği 20. yüzyılın başlarında Birleşik Devletler’e yerleşen Doğu ve Güney Avrupa göçmenlerinin birkaç on yıl gibi kısa süre içerisinde yaşadıkları ırksal çözülmedir (deracialization).[8] Bu durum, Amerikan deneyiminin doğurduğu ırk ve etnik köken arasındaki ayrımın mantıksal tutarsızlığını hafifletir, ancak tam olarak çözmez: çünkü bu, bir ırka üyeliği belirleyen (örneğin, cilt renginin tonu gibi) bedensel farklılığın kaba gerçeği değil, insanların şu ya da bu fenotipik özelliğe, yani bedenin belirli bir kültürel okumasına atfettikleri (ya da atfetmedikleri) önemdir. Irksal bir belirteç her zaman etnik bir uydurmanın ürünüdür.

Mustafa Emirbayer ve Matthew Desmond da etnisite ve ırkın farklı olduğunu, ancak sosyolojik analiz için her ikisinin de gerekli olduğu görüşünü benimsiyorlar. Bu görüş kesişimselciliğin bir çeşidi olan analitik-tarihsicilik olarak ifade edilebilir. Onlar bir yandan etnisitenin ırk kavramsallaştırmasını kapsadığını kabul ederken, diğer yandan “beyaz ayrıcalığının küresel ırk düzeninin temel tanımlayıcı özelliği” olduğuna ilişkin basmakalıp gerçeği yakalamak için ırk kavramını elde tutmak istiyorlar.[9] Bu görüşteki sorun, doğası gereği istikrarsız, her zaman şu ya da bu kavramın önceliğiyle alabora olmaya yatkın ve kamuoyunun baskılarına göre o andaki politik akışa göre hareket etme eğilimde olmasıdır. Sonuç olarak Avro-Amerikalıların dünyaya hükmetmesi neden kendi kavramını gerektirir? Erkeklerin dünyaya hükmettiği gerçeği, toplumsal cinsiyet tahakkümü altına alınamayacak olan özel bir eril tahakküm kavramını gerektirmez.

Andreas Wimmer’ın bir dönüm noktası olan kitabı Ethnic Boundary Making kitabında çok başarılı bir biçimde açıklanan üçüncü pozisyon, bu tarihsel olgunun mantıksal sonuçlarını ortaya koyar ve Figür 2’de belirtildiği gibi ırkı doğrudan etnisitenin içine yerleştirir.[10] Bu yaklaşım analitik olarak tutarlı ve tarihsel açıdan geniş kapsamlıdır. Bu, diğer toplumların yörüngelerini ölçmek için Birleşik Devletler’in etnoırksal yörüngesini bir kıstas olarak bilinçsizce kullanmadan, bizim çağlar ve bölgeler arasında seyahat etmemize izin verir.[11] Ancak eşmerkezli daireler ırk ve etnisite arasındaki ilişkiyi görsel olarak temsil etmenin en iyi yolu değildir. Wimmer’den birkaç adım daha ileri giderek bu kadarı söylenebilir. İlkin ırk, sembolik kökünün aşırı olumsuzlaması nedeniyle kendi kendini tanımladığı için paradoksal altönermeden (paradoxical subsumption) kaynaklanan bir varsayımdır. Irk kendini yüksek sesle “ben kültürel değilim” diye ilan eden (ki bu tarihsel ve keyfiyim anlamına gelir) bir kültürel üyelik biçimidir ve bunun etkileri gerçektir -bu etkilerden biri ırk iddiasının ayırt edici kavramda somutlaştırılması, diğeri ise tahakkümün doğallaştırıldığı ölçüde mümkün hale gelmesidir. Kısacası, ırk inkar edilmiş etnisitedir, kendisini doğa kisvesine bürüyen ve kendi tarihsel kökünü tam da bu simülasyonla ortaya koyan bir etnisite biçimidir.

Figür 2: Sıradanlıktan ırksallaştırmaya etnisitenin sürekliliği

İkinci adım: etnisite ve ırk arasındaki ilişki, ırkın net sınırlara sahip olduğu eşmerkezli bir diyagram tarafından iyi bir şekilde ele alınamaz; daha ziyade, iki kategori arasındaki ayrım kararsız ve geçirgendir, çünkü ırksallaştırma sembolik bir süreçtir ve bu nedenle bir derece meselesidir.[12] Bu nedenle, Figür 2’de gösterdiğim ve bir sonraki bölümde daha ayrıntılı olarak detaylandırdığım gibi, etnisitenin ırkla ilgili giderek daha fazla özellik (dayatma, damgalama, rijitlik, sonuçsallık vb.) kazandığına ilişkin etnisitenin sürekliliği yaklaşımını tercih ediyorum. Etnikleşmenin doğallaştırılması olarak ırksallaştırma kavramı, ayrık ve kesişimsel kavramların kapsadığı tüm durumları ve daha fazlasını kapsamamıza ve Marx’ın ünlü formüllerinden birini alıntılamak gerekirse, İngilizce konuşan ve giderek küreselleşen sosyal bilimcilerin “beyinleri üzerinde bir kâbus gibi ağırlaşan” Amerika’nın tarihsel etnoırksal bilinçdışının yükünü boşaltmamıza olanak tanır.


Çeviren: Polat S. Alpman


Kaynaklar

Bourdieu, Pierre ve Loïc Wacquant. [1998] 1999. “The Cunning of Imperialist Reason”, Theory, Culture and Society 6, no. 1: 41-58.

Brubaker, Rogers. 2004. Ethnicity without Groups. Cambridge, MA: Harvard University Press.

Brun, Solène ve Claire Cosquer. 2022. Sociologie de la race. Paris: Armand Colin.

Cornell, Stephen ve Douglas Hartmann. 2004. “Conceptual Confusion and Divides: Race, Ethnicity, and the Study of Immigration”, Not Just Black and White: Historical and Contemporary Perspectives on Immigration, Race, and Ethnicity in the United States (ed. Nancy Foner ve George M. Fredrickson), s. 23-41, New York: Russell Sage Foundation.

Cornell, Stephen ve Douglas Hartmann. 2006. Ethnicity and Race: Making Identities in a Changing World. Newbury Park, CA: Sage Publications.

Desmond, Matthew ve Mustafa Emirbayer. 2009. “What Is Racial Domination?”, Du Bois Review: Social Science Research on Race 6, no. 2: 335-355.

Emirbayer, Mustafa ve Matthew Desmond. 2015. The Racial Order. Chicago: University of Chicago Press.

Fields, Barbara Jeanne. 1990. “Slavery, Race and Ideology in the United States of America”, New Left Review, 181, no. 1: 95-118.

Gjerde, Jon. 1998. “The Invention of Ethnicity in the United States”, Major Problems in American Immigration and Ethnic History (ed. Jon Gjerde), s. 22-29, Boston, MA: Houghton Mifflin.

Jacobson, Matthew Frye. 1998. Whiteness of a Different Color: European Immigrants and the Alchemy of Race. Cambridge, MA: Harvard University Press.

Hall, Stuart. 2017. The Fateful Triangle: Race, Ethnicity, Nation. Cambridge, MA: Harvard University Press.

Hattam, Victoria. 2007. In the Shadow of Race. Jews, Latinos, and Immigration Politics in the United States. Chicago: University of Chicago Press.

King, Desmond S. 2002. Making Americans: Immigration, Race, and the Origins of the Diverse Democracy. Cambridge, MA: Harvard University Press.

Nagel, Joane. 2003. Race, Ethnicity, and Sexuality: Intimate Intersections, Forbidden Frontiers. New York: Oxford University Press.

Patterson, Orlando. 1997. The Ordeal of Integration: Progress and Resentment in America’s “Racial” Crisis. New York: Civitas Books.

Omi, Michael, and Howard Winant. 2014. Racial Formation in the United States. New York: Routledge, 2nd edition.

Sollors, Werner. 2001. “Ethnicity and Race”, Companion to Racial and Ethnic Studies (ed. John Solomos ve David Theo Goldberg), s. 97-104, Cambridge, MA: Blackwell.

Wacquant, Loïc. 2023. Racial Domination. Cambridge: Polity Press.

Wilderson, Frank B., III. 2020. Afropessimism. New York: Liveright Publishing.

Wimmer, Andreas. 2013. Ethnic Boundary Making: Institutions, Power, Networks. New York: Oxford University Press.


[1] Frank B. Wilderson, III, Afropessimism (2020).

[2] Stuart Hall, The Fateful Triangle: Race, Ethnicity, Nation (2017), s. 26.    

[3] Irk ve etnisite terimlerinin kökenleri hakkında ustaca bir soyağacı için Werner Sollors’un 2001 tarihli Ethnicity and Race [Etnisite ve Irk] adlı eserine bakınız. Farklı ulusal entelektüel gelenekler, ırk-etnisite ikiliğini az ya da çok anlayışla karşılamaktadır. Frankafon sosyal araştırmalarında bu ikilik kafa karıştırıcı, hatta geçersiz olarak değerlendirilir ve bunun yerine yaygın olarak “etnoırksal” terimi kullanılır. Solène Brun ve Claire Cosquer, Sociologie de la race (2022), s. 67.

[4] Michael Omi ve Howard Winant, Racial Formation in the United States (2014), s. 55. Loury de benzer bir tanımı benimser: Bkz. Anatomy of Racial Inequality, s. 20-21.

[5] Barbara Fields, “Slavery, Race and Ideology in the United States of America” (1982); Jon Gjerde, “The Invention of Ethnicity in the United States” (1998); Desmond S. King, Making Americans: Immigration, Race, and the Origins of the Diverse Democracy (2002). Ayrıca bkz. Victoria Hattam, In the Shadow of Race: Jews, Latinos, and Immigration Politics in the United States (2007).

[6] Etnisitenin her zaman “çatışma halindeki etnik gruplar” anlamına geldiği düşüncesinin etkili bir eleştirisi için bkz. Rogers Brubaker, Ethnicity Without Groups (2004), Bölüm 1.

[7] Stephen Cornell ve Douglas Hartmann, Ethnicity and Race: Making Identities in a Changing World (2006), s. 26-36. Ayrıca bkz. “Conceptual Confusion and Divides: Race, Ethnicity, and the Study of Immigration” (2004).

[8] Matthew Frye Jacobson, Whiteness of a Different Color: European Immigrants and the Alchemy of Race (1998).

[9] Mustafa Emirbayer ve Matthew Desmond, The Racial Order (2015), s. 61. Bu, birkaç yıl önce “What Is Racial Domination?” (2009, s. 339) başlıklı makalede ortaya koydukları “ırk, etnisite ve milliyetin birbirleriyle örtüşen sembolik kategoriler” olduğunu ve “her bir kategorinin birbirini eğittiği, desteklediği ve karşılıklı olarak bilgilendirildikleri sürece güçlendikleri” hakkında öne sürdükleri görüşten farklı bir görüştür.

[10] Andreas Wimmer, Ethnic Boundary Making: Institutions, Power, Networks (2013). Altönerme (subsumption) pozisyonunun diğer iki açık sözlü ifadesi için bkz. Orlando Patterson, The Ordeal of Integration: Progress and Resentment in America’s “Racial” Crisis (1997) ve Joane Nagel, Race, Ethnicity, and Sexuality: Intimate Intersections, Forbidden Frontiers (2003).

[11] Pierre Bourdieu ve Loïc Wacquant, “The Cunning of Imperialist Reason” (1999).

[12] Adil olmak gerekirse Wimmer, etnisitenin az ya da çok dağılmış ve geçilebilir sınırlar gerektirdiğini vurguluyor: “Etnik ayrımlar belli-belirsiz olabilir ve sınırlar korumasız, hatlar muğlak ve çok az sonucu olabilir … Sınır kavramı, kapalılığı ve açıklığı ima etmez, bunlar toplumdan topluma, sosyal duruma veya kurumsal bağlama göre değişen derecelerdedir. Etnisitenin karşılaştırmalı çalışmasının en önemli görevlerinden biri, bu tür değişen sınırlılık derecelerini hesaba katmaktır” (Wimmer, Ethnic Boundary Making, s. 9-10, vurgu bana ait [L.W.]).


Not: Loïc Wacquant'nın isteği ve izniyle Racial Domination (Polity Press, 2024) adlı kitabından alıntılanan bu bölüm, ırk ve etnisite arasındaki ilişkiye dair teorik bir tartışma sunmaktadır. Çeviriyle ilgili desteği için Yener Çıracı’ya teşekkür ederim (P.S.A).