Neyin Değişmesi Bekleniyor?
Murat Belge

Toplumun yarısından biraz çoğu değil de biraz azı, 2023 seçiminin sonuçlarından hiç hoşnut olmadı. “Yarıdan biraz azı” çok da “azımsanacak” bir nicelik değil. Bu hoşnutsuzluk doğal olarak bir “değişim” isteğine yol açıyor. “Başarısız kaldık, demek ki bir şeyler değişmeli, bundan sonra ‘başarılı’ olmamız için.” Bunlar “makul” düşünceler. Ancak düşünceyi bu aşamaya getirince, sıra “Peki, ne değişmeli?” sorusuna geliyor. Buraya gelince de bir belirsizliğe giriliyor. Böyle bir tartışmada yer almak üzere düşünce belirtenlerden bazıları “yapısal” diyebileceğimiz değişikliklerden söz ediyorlar. Bazılarının söyledikleri ise, bu aşamada, “Genel Başkan değişmeli”nin pek ötesine geçmiyor.

“Değişim” CHP bağlamında sürekliliği olan bir kavram ve bir “hamle”. Başlangıçta, Türkiye’yi değiştirmek misyonu ile kurulmuş bir parti. Bunu gerçekleştirmek üzere çeşitli eylemleri, girişimleri olmuş. Derken, neyi nasıl değiştireceği pek belli olmayan bir şekilde, “çok-partili seçim”, yani “çok-partili parlamentarizm” sistemine geçmeye karar vermiş ve geçmiş. Bu, en kalıcı icraatı olmuş: toplum, CHP iktidarını değiştirmiş. 27 Mayıs ve sonrasında gelen, “tek-parti” zihniyet ve tarzına dönüş gibi yorumlanabilecek müdahalelere rağmen, bu “darbe dönemleri” uzun ömürlü olmamış.

“CHP’de Değişim” denince herkesin aklına 70’lerdeki İnönü-Ecevit mücadelesi gelir:  aslında kapıyı açan İnönü olmuştur: 60’lı yıllarda (yani Türkiye’de “sol”un şaşırtıcı bir varlık kazandığı dönemde) “Ortanın solundayım” açıklamasıyla. Sloganları arasına “Bu memlekette komünizm gerekirse onu da devlet yapar” cümlesini de sığdıran CHP’nin bunu söylemesi bir “şok” yaratmadı – sahiden sola yönelme olmadıkça. Ama Ecevit başta, bazı CHP’liler İnönü’nün sözlerini ciddiye aldılar ve savaş başladı.

Ama bundan önce de “mütevazi” bir “değişim” girişimi var: Kasım Gülek’in parti içinde yükselmesi bunu anlatıyor. Kasım Gülek, smokini ve papyonuyla otobüse binerek falanca kokteyle giden, bindiği otobüste herkesin elini sıkan bir “genel sekreter”di. Yani CHP’nin o zamana kadar toplumun zihninde yer etmiş otoriter ve haşin çehresinde bir “değişiklik” yapmaya çalışıyordu. O tarihte bu kadar “değişim”! Ama bunu da yadırgayan ve Gülek’e sinir olan CHP’li az değildi.

Neyse, böyle böyle, 70’lere, Ecevit’e ve tabii Feyzioğlu, Kemal Satır, Milli Emniyet Partisi’ne geldik. Ecevit CHP’yi sola çekmeye çalışırken “Sosyal-demokrasinin başlangıcı da Marksizm’in izlerini taşır. Onun için biz bu adı benimsememeliyiz” demiştir. Hani çıktığı kabuğu beğenmeyen kestane var ya, CHP’de de bunlardan vardı, ama kabuğunu beğenenler galiba daha kalabalıktı. Örneğin Deniz Baykal, Ecevit girişiminin önde gelen taraftarlarından biri olarak tanındı ama partinin başına geçince “kabuğuna çekildi”.

Kılıçdaroğlu “Benim bu düşüncelerime katılıyor musunuz?” diye soruyordu. “Katılmıyorsanız da önümü kapatmayın” diyordu. Kime diyordu? Herhalde eski CHP kabuğunun şurasını, burasını benimsemeye devam eden, bunları değiştirme çabasına girenlere öfkeli bir tepki duyan tanıdık CHP’lilere söylüyordu. Bugün “Genel Başkan değişmeli” diyenlerin arasında böyle düşünenlerin bir hayli kalabalık olduğu kanısındayım.

Sorunu soyutlayalım. Bir parti ve tabii partinin bir başkanı var. Bilmem kaçıncı kere seçime girmiş, kaybetmiş. Derken yeni bir seçim öncesinde “Tamam, Bu sefer kazanıyoruz!” diye ilanatta bulunmuş. Seçim olmuş, gene kaybetmiş! Bu koşullarda bu Başkan başkanlığa devam eder mi? Yoksa, “Ben artık çekileyim” deyip istifasını sunar mı?

Bu şekilde soyutlayınca soruya kabul edilebilir cevap “Evet, istifa etmeli” demek oluyor bence. Bu, karşılaşılan durumda Kemal Kılıçdaroğlu sorununa bulunan cevap gibi geliyor bana. CHP’nin sorununun bundan ibaret olduğunu düşünmüyorum; yani, Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesi ve yerine, sözgelişi, “Silahdaroğlu”nun geçmesiyle CHP’nin sorununun bir çözüme kavuşacağını sanmıyorum. Sanmıyorum çünkü ben de asıl sorunun “yapısal” olduğu kanısındayım.

Kılıçdaroğlu sayısını unuttuğum kere seçim kaybetti. Tamam. Bunun tartışacak yanı yok. Ama şunu düşünmeden edemiyorum. Bütün bu süre içinde Halk Partisi’nin başında başka biri olsaydı ne olurdu? “Düşünmeden edemiyorum”, ama bu, içinden çıkılmayacak bir spekülasyon sorusu. “Başka biri” yoktu. Olsa, kim olurdu, neyi savunurdu, nasıl bir strateji kurardı? Bilmiyoruz. Bir tek şey biliyoruz: çeşitli hesaplama zorlukları gene var ama CHP’nin bugün aldığı oy oranı, Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı devraldığı anda olduğundan daha yukarıda.

Yani “istifa etmeli/etmemeli” ikilemine bakarken, “soyut” düzeyde bakmayı önermiştim. Orada, “etmeli” sonucu doğru görünüyordu. Ama somut tarihe baktığımızda, sorunlar da, sorunların değerlendirilmesi de, değişebiliyor. Karar vermeyi kolaylaştırmıyor, güçleştiriyor bu durum. CHP için “yapısal değişim” diyorsak, buna girişmiş –ve bir yere varmış– kişi Kemal Kılıçdaroğlu; “Gitsin, terk etsin” dediğimiz kişi de Kemal Kılıçdaroğlu.

“Helalleşme” bir anahtar kelime. Kılıçdaroğlu’nun buluşu, uygulaması, getirdiği yeni soluk v.b. Bu, hâlâ etkili olduğu anlaşılan bir geçmiş hesaplaşması. Bir özeleştiri. Sanırım CHP için birtakım yeni imkânlar üretti. Olumlu bir etki yarattı. Şu aşamada olabileceği kadar inandırıcı da olduğunu sanıyorum. Şüphesiz bunun sınırları ve koşulları var; inandırıcı olması için sınanması gerekir v.b.

Ama, dediğim gibi, “helalleşme” öncelikle geçmiş üstüne alınmış bir tavır. Bir de yakın geçmiş var, yakın geçmişin sorunları var. Meşruiyeti her an terk etmeye hazır bir iktidara karşı nasıl muhalefet edileceği sorunsalı var, Kürt sorunu ve partisi, siyaseti var, şimdiye kadar “milli” bayrağı sallandığında AKP’nin anti-demokratik uygulamalarına verilmiş destek var. Kılıçdaroğlu bu konularda o kadar parlak bir sınav vermedi. Kılıçdaroğlu başkan ya da değil, CHP bu sorulara şimdiye kadar olduğundan daha doyurucu çözümler ve stratejiler üretmek zorunda.

Evet, geleceğin Türkiye’si ne olmalı, oraya nasıl varmalı, bunun elle tutulur ve inandırıcı programını herkesten çok CHP’nin toplumun önüne koyması gerekiyor. Bu dediğim kimin Genel Başkan olacağından daha önemli.