Özgün Bir Kooperatifçilik Deneyimi: BUKOOP
Cem Mert Dallı

Avrupa Yeşiller hareketinin tanınan ismi Daniel Cohn-Bendit’in Fransa’daki 2010 yerel seçimlerinin ardından yazdığı bir yazıyla başlayan, sol siyasetin siyasal ve sosyal yenilenme dinamiklerini geleneksel parti aygıtları dışındaki alternatif kanallarla yürütmesi gerektiğine dikkat çeken tartışma; Ahmet İnsel’in o dönem Radikal 2’de yazdığı bir yazıyla Türkiye’ye de taşınmıştı. (Ahmet İnsel’in ilgili yazısı: link)

İnsel’in yazısında içeriğini daha detaylı bir biçimde bulabileceğiniz tartışmada Cohn-Bendit özetle,  siyaset ve toplum arasındaki mesafe günden güne daha açılırken, toplumdan yalıtılmış ve iktidar nesneleri haline gelmiş siyasi partilerin bu makası kapatamayacağını, siyasetin parti içi mekanizmaların dışına taşan yeni bir form etrafında örgütlenmesi gerektiğine dikkat çekiyor.  Çözüm olarak ise “demokrasi için çoğunluğa ve onun bileşenlerinin tekilliğine saygı duyan bir organizasyon”un gerekliliğine dikkat çekiyor ve bunu “siyasal kooperatif” olarak tanımlıyor.

Cohn-Bendit’in anlamlı bir referansla kooperatifçiliğe atfettiği, eşitlik ve paylaşımcılık gibi temel ilkelerin, hiyerarşik olmayan örgütlenme biçimleriyle beraber siyasal alana taşınması talebi Türkiye’de de bir süredir gündemde. Siyaseti parti araçlarından bağımsız ve bu ilkeler doğrultusunda örgütleyen, kent hakkının ve ekolojist taleplerin baskın olduğu HES mücadeleleri, Gezi İsyanı, Kuzey Ormanları Savunması ve en son İztuzu Plajı örneğinde gördüğümüz türden mahalli direniş pratikleri bu anlamda önemli bir boşluğu dolduruyor. Ancak Carl-Bendit’in kullandığı kooperatif sözcüğünü yerel düzeyde eşit ve paylaşımcı bir katılım mekanizması oluşturmak, bu mekanizmanın ortaklarının sosyal, ekonomik ve siyasi taleplerini uygun şartlarda elde etmelerini sağlayacak kalıcı bir dayanışma yapısı kurmak olarak tasavvur ediyorsak, bu doğrultuda çalışacak kooperatif örgütlenmelerine de ihtiyacımız var.

Her ne kadar Türkiye’de kooperatifçilik denildiğinde devlet eliyle başlatılan girişimler, ticari birliktelikten öte bir işleve sahip olmayan kooperatif işletmeleri, yarım kalan inşaatlar akla gelse de, 2009 yılı sonundan beri Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüs’te faaliyet gösteren Boğaziçi Mensupları Tüketim Kooperatifi (BUKOOP) bu anlamda umut vaat eden bir örnek teşkil ediyor. Son yıllarda sayısı oldukça azalan ve genellikle belirli bir şirketin çalışanları tarafından kurulan klasik tüketim kooperatiflerinden farklı olarak, BUKOOP üretici ve tüketici nüfus arasında çevreyle barışık, sürdürülebilir ve dayanışmacı bir ilişkinin tesis edilmesini amaç ediniyor.

Geleneksel tarım yöntemleriyle üretilen sağlıklı ve ekolojik ürünün tüketiminin yalnızca üst sınıfların tekelinde olmadığı, organik sertifikalar ve butik organik mağazaları aracılığıyla seçkinleştirilmesine karşı doğal koşullarda yetişen ürünlere erişimin bir hak olduğu anlayışıyla faaliyet gösteriyor BUKOOP. Üretici ve tüketicinin aracılar vasıtasıyla mutlak olarak ayrıştığı bu tüketim sistemine alternatif olarak, aracıları devre dışı bırakıp genellikle Çiftçi-Sen’de örgütlenmiş bireysel üreticilerle, köy ve kadın kooperatifleriyle beraber çalışan bir sistem kurmaya çalışıyor. Beslenme hakkının yalnızca yeterli miktarda gıdaya ulaşmak anlamına gelmediğini, güvenli ve sağlıklı gıdaya ulaşılmasını ve tüketilen besinin içeriğine dair bilgi sahibi olmayı da kapsadığını göz ardı etmiyor.

BUKOOP’un uyguladığı program yalnızca kentli tüketicinin lehine değil; üreticiye de birçok avantaj sağlıyor. Aracılara değerinin çok altında ürünlerini satmak zorunda kalan ve ürünlerinin karşılığını alamayan üretici, bir tüketim kooperatifi aracılığıyla gelirini aracıyla bölüşmek zorunda kalmıyor. Geleneksel üretim yöntemlerini benimseyen üretici, en büyük gider kalemlerinden biri olan kimyasal ilaçlardan ve zirai ilaç endüstrisine bağımlılıktan kurtuluyor. Bunun yanı sıra, çoğu zaman piyasa koşullarında değerlendirilemeyen ürünlerin yanı sıra ev içi emek de ek bir gelir olarak üreticinin hanesine dönüyor.  BUKOOP’tan bir üretici hikâyesini de örnek olarak burada paylaşalım: Niğde’nin Ulukışla köyündeki üreticiler bahçelerine tozlaşma amacıyla diktikleri elmalardan önceki yıllarda pek kazanç sağlayamazken, kurutulmuş elma hazırlayarak yeni bir gelir kalemi elde ettiler.

Avrupa’da ve Latin Amerika’da, güçlü bir sınıf mücadelesi tarihi olan ülkelerde daha yaygın olan bu kooperatifçilik modeli, alternatif bir örgütlenme ve yeni ilişkiler ağını mümkün kılıyor. Daha önce herhangi bir siyasi partiye dahil olmayan genç kuşakları ve kentli sınıfları, tarım nüfusuyla yan yana getirerek çok geniş bir toplumsallık meydana getiren bu hareketler, farklı arka planlara sahip ortaklarının beraber eylem ve tartışma yapmasına olanak tanıyor. Cohn-Bendit’in “nereden geldiğimiz değil, birlikte nereye gittiğimiz önemlidir. Bizi güçlü kılan, bir araya gelişimizin ruhu, ortak bir alternatif iyi inşa etme istencimizdir”[1] sözlerini doğrular nitelikte, daha önce farklı yerlerde duran insanları yan yana getirecek bir dinamizm yaratıyor.

BUKOOP gibi kooperatiflerin veya farklı türden yapılanmaların mahalle bazında kurulması, başlıca muhalefet alanlarından biri haline gelen çevre hareketlerinin süreklilik arz eden bir biçim almasına önemli bir katkı sağlayacak. Aynı alanı paylaşan insanların birlikte mücadele etme kapasitesini artırırken, siyaset ve toplumsal yaşam arasındaki ilişkileri canlı tutmak için iyi bir fırsat tanıyacak. Şimdilerde İTÜ’de, Avcılar’da ve Caferağa’da benzer kooperatifler kurmak isteyen insanlar bir araya geliyor.

Tamamen gönüllü emeğiyle işleyen BUKOOP, hafta içi her gün 13.00-13:30 ve 17:00-17:30 arasında kapısını açıyor. Sohbet edip çay içmek isteyen herkese kapısı açık.

 


[1] http://yesilgazete.org/blog/2010/04/15/daniel-cohn-bendit-siyasal-bir-kooperatif-icat-edelim/