Abdullah Onay’ın sosyal medyada yaptığı yorum ve alıntısı ile başlamak güzel olacak:
“Özgecan Aslan bir süre önce sayfasında Samsun'da linç edilen zavallı domuzun önünde poz veren erkek topluluğunun fotoğrafını "İğrençsiniz" diyerek paylaşmış, benzer bir erkek şiddetinin kurbanı olacağını bilmeyerek. Caroll J. Adams da kitabında bu bağı kurmaya çalışıyor:
"Etin Cinsel Politikası'nda yalnızca kadınlara değil, egemen olmayan bütün diğer insanlara ve hayvanlara yönelik cinsel şiddet ile kötü muamele arasında bir bağıntı olduğunu savunuyorum. Türkçe’deki 'mal' kelimesi (eşya, mülk gibi anlamlarının yanı sıra) hem kırsal lehçelerde büyükbaş hayvan hem de kent argosunda iffetsiz kadın anlamına geliyor. Türkiye’de hâkim erkek kültürü, erkeksi olmayan varlıkların arasındaki çağrışımı onları aşağılamak için kullanarak bu kelimenin çift anlamlılığını suistimal ediyor. 'Mala vurmak' veyahut 'ete gitmek' kulağa büyükbaş hayvanlar ile ilgiliymiş gibi gelse de aslında seks işçileriyle birlikte olmak demek. 'Kadınbudu köfte' adında bir yemeğin varlığı ve bir peynir çeşidi olan 'kaşar'ın 'hafifmeşrep kadın' anlamında kullanılması da cabası..."
Biz Adams’ın tarif ettiği bu kadınlı erkekli insancıklara “sapına kadar erkek” diyelim.
Sapına kadar erkek sosyal medya neferlerinin halleri trajikomikti. İlk gün ceplerindeki laflarla topa girdiler: Canım her yerde oluyordu ne vardı abartacak? ABD’de iki dakikada bir tecavüz vardı. Hem o da bu kadar rahat olmayaydı… Onlar bu kepazelikleri yazarlarken öyle bir tepki geldi ki kendilerini tecavüzcünün yanına yakıştıramaz oldular ve paniğe kapıldılar. Sonrasında da Özgecan’ın katillerine “kim daha ağır lafları edecek, kim en ağır cezayı bulacak” yarışına girdiler. Aynı insanlar bunlar.
“Canım n’olacak” ile “şuracıkta asıverelim” arasındaki yol ne kadar kısa esasında. Her ikisi de aynı derecede sahtekar, umursamaz, mide bulandırıcı.
Hızlarını öyle bir alamadılar ki barbarlardan Fatih Gökçe’nin avukatı da hakaret ve lanetlerin mağduru oldu. Avukat Nazmi Karataylı’ya “Allah’tan aynı olayın senin ve ailenin de başına gelmesini diliyorum…” şeklinde lanet okuyan erkeğin kendi profilinde Charlie Hebdo sebebiyle Ceyda Karan’a izansızca saydırıyor olması sağcı trendlere göre lanet yönetimi” konusunda fikir veriyor zaten.
Avukat demişken uzun bir parantez açmalıyım. Mersin Barosu’nun avukat buldurmama konusundaki imza toplamalı çabası iyi niyetli olabilir. Ama buram buram şov kokuyor ve irrasyonel. Bizim memleketin adalete uzak mahkemelerinde eza gören, ceza alan insanların o kadar büyük bir bölümü masum ki avukatlığın bir yandan da suçlu insanları savunmak olduğu unutulabiliyor. Avukatlık en nihayetinde suçlanan yahut suçlu birisini savunmak değil mi? Şu suçluyu savunmak bu suçluyu savunmamak değil ki. Bir avukatın kırmızı çizgileri olamaz demiyorum. Ben de avukat olsam bir tecavüzcüyü, kadın katilini savunmak istemezdim. Bir baro bir suçlunun savunulmaması için imza toplayamaz, aktif görev alamaz diyorum. Baroların işi suçluları avukatsız bırakmak değildir. Zaten abuk subuk işleyen bir adli süreci bu şekilde tıkamak hiç değildir.
Parantezimizi kapatıp kaldığımız yerden devam edebiliriz. Bu bahsettiğimiz kozmetik vicdanlı sapına kadar erkekler kendilerinden beklendiği gibi “trending topic” peşinde lanet okurken de izansızlardı. Adalet ararken “katillerin analarına bacılarına aynını yapmak” iğrençliğinden, çözüm üretirken de “bayanlara özel pembe otobüs” pespayeliğinden öteye gidemediler.
Ve elbette böyle zamanlarda ilk çağırılan şeyi, idam cezasını çağırdılar.
Bir hükümet düşünün onyıllardır hükümet ediyor. Kadınları aile içinde bir unsurdan ibaret gören “aile bakanlığı” olayların üzerine gitmek yerine duyulmasından şikayetçi: “Almanya’dan bahseden yok!” Ama ertesi gün bakıyorsunuz hepsi idam cezasını çağırıyor. İdam cezası sevenleri kazıyınız altından sapına kadar erkek çıkacaktır.
Yavru köpeklerin tecavüz edilip, öldürülüp çöplüğe atıldığı bir yerde yaşıyoruz. Su damacanalarının tacize uğradığı, seks dükkanları için “bu topraklara özel” şişme keçilerin köpeklerin üretildiği bir ülke burası. Kadın, LGBTİ, çocuk tacizlerinin, cinayetlerinin görülmezden gelindiği yahut seçerek görüldüğü bir ülke... Sosyal medya olmasaydı Özgecan olayının da görünmez olacağı bir ülke ayrıca. Çocukların neredeyse bütün kasaba erkekleri tarafından tecavüze uğradığı ve o kasabada günlük hayatın sürebildiği, tecavüzcülerin “pek bir” ceza almadığı bir ülke burası.
Haldeki kanunları dahi adam gibi işletmezken, bütün devlet erkanının kadınlar konusundaki bakışı, lafları ortadayken idam diye bik bik etmek ucuz kahramanlık. Kaldı ki bu ülke tecavüzcüleri sever. İdam cezasının kalkmasından önce asılan yüzlerce insanın arasında tek bir tecavüzcünün olmaması bir tesadüf olabilir mi?
Bu arada bir umut belirmedi de değil. Bu, Özgecan’ın bir milat olması, artık kadın, çocuk ve LGBTİ cinayet ve tacizleri açısından yeni bir hayatın başlaması üzerine biraz fazla iyimser bir umut.
Hakimlerin savcıların hoşgörülü bölgelerinin ne hikmetse kadın, LGBTİ ve çocuk cinayetleriyle, tecavüzleriyle aktive olduğu bu yerde çok şeyin değişmesi gerekli. Bir kere herkesin problemi doğru koyması gerekli. Tecavüzcülerin psikopat hastalar olmadığının, aramızda yaşayan sıradan erkekler olduklarının, akacak mecra buldukça aktıklarının, suçlular tecrit edilmedikçe azdıklarının, pervasızlaştıklarının bilinmesi gerekli. Onlara akacak mecra sağlayanın da sadece devlet ve mahkemeler değil hepimiz olduğu da tekrarlanmalı.
Memleket hakim ve savcılarının, toplumda hayli yer kaplayan sapına kadar erkeklerin, egemen medyanın, hükümetin kadın katiliyle, tecavüzcüyle değil de mağdurla empati kurmaya başladığına dair bir işaret görene kadar ben iyimser olamayacağım.
Bu sapına kadar erkeklerin en bir maçolarının, feminizmle alay edenlerinin dahi bir anda daha önce görülmemiş bir şiddette kadın haklarından bahseder olması her durumda iyi bir şeydir.
Böyle konularda rezil olmanın bu kadar zor olduğu bir ülkede Nihat efendinin rezil olması harika bir şeydir.
Sanırım, Özgecan Aslan’ın katli, en azından bugüne kadar genel olarak feminizmle alay eden, kadın cinayetlerini önemsemeyen, kadına şiddete karşı olan ama karakolda barıştırmayı destekleyen aşırı uzlaşmacı, zımni işbirlikçi bir geniş merkez ekip var ya, onları şöyle bir kımıldattı.
Epey bir “beklenmedik profilden” konunun üzerine erkeklik üzerinden gitmek, memleketteki erkek algısında, erkekliğe sinmiş egemenlik, iktidar, bezinganlık vesairde maraz aramak gibi hayırlı sesler çıktı.
Ama tabii son olarak şunu söylemeliyim: Esas kocası dışında birisiyle sevişmiş bir kadın, boşanmış bir kadın, çok erkekle sevişmiş bir kadın, bir LGBTİ, bir seks işçisi öldürüldüğünde olacaklar önemli. Nitekim bu yazıyı bağlamak üzereyken haber sitelerine düşen bir gerekçeli karar var ki en az Özgecan Aslan olayı kadar vahim. Sosyal medya bu yüzden ayağa kalkmış değil.
Hakimin hadsizliğine, cesaretine bakın.
Beyoğlu’nda bir apartman boşluğunda cesedi bulunan Nazlı Sinem Erköseoğlu’nun ölümüne ilişkin davada katil zanlıları Can ve Emre Paksoy kardeşlerin beraatine karar veren mahkemenin gerekçeli kararından:
“Bir erkeğe duygusal yakınlık kuran, onunla ilişkisini ilerletmek isteyen, ancak isteği tarafça kabul edilmeyen, annesi ve babası çok önce boşanmış, yurtdışında eğitim görmüş ancak eğitimine uygun bir iş bulamamış, 26 yaşına gelmesine rağmen ailesinin desteğine muhtaç olarak yaşayan, olay gecesi evlenen babası tarafından çağırıldığı halde kardeşi gibi babasının düğününe gitmeyen, daha önceden sadece selamlaştığı bir erkek ile beraber alkol alıp, o gece duygusal yakınlık kurup gece 03.00’te evine giden, cinsellik yaşayan, erkek ev sahibinin sızmasına veya uyuya kalmasına rağmen uyumayan mağdurenin ne yaptığını, ne düşündüğünü tespit etmek mümkün değildir. Maktulenin Can ile birlikte olmak için çıkardığı çamaşırını kendisinin giymesi ve hayatta yaşadığı olumsuzlukları etkisi ile atlamış olma ihtimalinin de varlığını bu davada düşünmek gerekmektedir.”