Nostaljisini Yitiren Ülke: “Ne olur bu bir Rüya Olsun!”
Cem Mert Dallı

Rant uğruna çevrenin talan edilmesi girişimlerinin, iş cinayetlerinin ardından sermaye sahiplerine ve devlete karşı oluşan tepkinin ardından “Bak beyim, sana iki çift lafım var!” diye başlayan Münir Özkul’un o ünlü tiradına defalarca kez rastlamışsınızdır. Yaşar Usta’nın ezilenin, mağdurun sesi olup mütehakkime başkaldırdığı o sahne hemen hemen hepimizin yüreğini bir nebze de okşar. Sanattan siyasete her alanda kendilerinden yana tavır alacak bir anne/baba figürü arayan toplumumuzun milli mutabakatı Münir Özkul ve Adile Naşit’in şahsında sağlanır.

Sıradan insanın maduniyetini yenip sözünü dinletebilir olmasının verdiği heyecanla bu tür sahneler,  “ah o güzel günler…” nostaljisine de kolaylıkla dönüşüverir. Bugüne kahrederken herkesin mutlu mesut yaşadığı bir dönem varmışçasına bir yanılsama ortaya çıkar. Tarihe dair böylesi seçicilik ve kötü anıların ayıklanması suretiyle bir “saf güzelliğin” üretilmesi, dönemin nesnel koşullarına mesafeli bir ilişkinin kurulmasıyla sonuçlanır. Bu yönüyle düşünüldüğünde pek olumlanacak bir şey değildir nostalji fakat ortalama bir vatandaşın hayatında da önemli yer tutar, eninde sonunda bir şekilde nostaljiyle olan yolumuz kesişir.

Nostalji geçmişi romantize ederken şimdiye dair her türlü kötü hissiyatın üstünü örten bir vazife de görüyor ve yarının dünden alınan güzelliklerle kurulacağı bir dünya arayışı halini alıyor. Eski bayramlarla başlayıp evde sobanın üstünde pişirilen kestanelerle devam eden geçmişe özlem duyma ve bugünden yakınma seansları, kent merkezlerinde bunalan şehirlilerin bahçesinde kendi domatesini yetiştireceği bir köy evine veya kışın ağırlığını üstlerinde hissetmeyecekleri bir Ege kasabasına yerleşme hayalleri… Hepsinin içinde bir nebze de olsa “fakir ama gururlu” diye tabir edilen hissiyatın esintileri var. Teknolojinin, maddi zenginliklerin, hızlı büyüme ve kalkınma hedeflerinin karşılayamayacağı türden yarın beklentilerini dünden ödünç alma gayreti. Bir zamanların meşhur “Geleceğe Dönüş” serisini anımsatıyor, bir hatanın yapılmasından önceye gidip o tercih edilen durumu muhafaza ederek bugüne ve yarına taşıyabilme arayışı adeta. Bu yanıyla nostaljinin çok “muhafazakar” bir yanı da var.

Nostalji merakının siyaseten nasıl bir konuma denk düştüğünü son yıllarda Osmanlı’nın ve yakın zamana kadar da tek parti rejiminin idealleştirilerek anlatılması az çok kestirmek mümkün ve bu hayranlık hissinin ve ne kadar tehlikeli bir hal alabildiğine de tanık oluyoruz. Öte yandan, nostaljinin kendisi yalnızca manevi veya siyasi anlamda bir asr-ı saadet merakına indirgenebilir mi? Bir güce tapınmanın, şatafat arayışının kurbanı olmadan, herkese küçük de olsa mutluluklar veren nispeten “faydalı” bir nostalji algısından söz edebilir miyiz?

Olumsuz anlamlarından ve sonuçları itibariyle tahrip ediciliğinin yanında, nostaljiyi ortalama bir insanın gözünde değerli kılan, hiçbir konuda uzlaşamayan insanları bir şekilde ortak bir paydada buluşturan ve bunu hamasetin, ahlakçılığın etkisiyle de değil güzel olan şeylere özlem ve kendine yakın hissetme duygusu olarak düşünelim. Nostaljinin kimi zaman ödünç alındıkları dönemin karakteristiğini de taşıyan, insanların kendi yaşam tarzlarının bir ürünü olan, toplumu bir arada tutan değerlerin bir kesiti gibi kabul edilebilecek olaylar ve değerlere duyulan özlemi içinde barındırdığını da es geçemeyiz. (Yakaladığı her fırsatta çevresindekilere anılarını anlatmaya çalışan, aslında geçmişte de o kadar mutlu olmayan yaşlı insanların sayısının bu kadar çok olduğuna şaşmamalı mesela, onlara bugün heyecan veren ve bugünü katlanılabilir kılan dünden geriye kalan mutluluklar herhalde).

Nuh Köklü’nün mahalleli bir esnaf tarafından basit bir kartopu yüzünden öldürülmesiyse, kartopu gibi bir “faydalı” nostalji unsurunun dahi negatif anlamlar taşıyabildiği ve toplumsal kutuplaşmanın yansıdığı bir nesne haline dönüştüğü bir toplumda yaşadığımızı gösterdi bize. Son günlerde yaşanan diğer olaylarla birlikte düşünüp, üç dört gün içinde bütün izleri silinmiş olacak karın ardından bir cinayet bırakmasından da öte “faydalı” nostaljinin tamamen yok olmaya başladığı, insanlara bugün ve gelecek için yaşama sevinci katan şeylerin yitirildiği çıkarımını yapabiliriz. Kötü zamana biraz neşe ve umut katacak, insanın yüzünü güldürecek, kışın karakteristiği olan bembeyaz kar yığınlarının bile kentin çirkinliklerinin üstünü örtememesi bu durumu bir nebze de olsa özetliyor.

Cama kartopu attığı için bıçaklanan Nuh Köklü’nün bu kötü rüyadan uyanamamasının, İstanbul Boğazı’nda buz kütlelerinin yüzdüğü kışların ve yokuştan aşağı kayma hikayelerinin değil her gün işlenen kadın cinayetleri vesilesiyle herkesin başından geçen taciz hikayelerini anlatır hale gelmesinin yarattığı bir bunalım hakim. Jetonlu oyuncakların olduğu oyun salonlarındaki tokmak oyun makinelerinde kafasını uzatan oyuncaklara vururcasına, polisin sokağa çıkıp protesto hakkını kullanan herkesin kafasına kafasına vurmasını sağlayacak yasanın ilk denemelerinin(!) milletvekillerinin kafasına tokmakla vurularak yapıldığı günleri yaşıyoruz. Türkiye bu haliyle, Kıvanç Koçak’ın dediği gibi bir nefret toplumu haline gelirken, nostaljisini yitiren bir ülke. Olumlu anlama sahip birçok şeyin bu anlamını yitirdiği, bunlara dair güzelliklerin üstünün kötü anılarla kaplandığı bir ülke. Hamaset söylemlerini bir kenara bırakırsak kendi “faydalı” nostaljisini üretebilecek, herkesin zihninde yer eden asgari miktarda iyiliğin ortadan kaybolduğu bir zaman yaşıyoruz.

Bütün bu olaylar zinciri, güzellikleri dünden ödünç alarak işin içinden çıkılamayacak türden bir hoşnutsuzluk, bugünden memnun olmama hali ve ümitsizlik bıraktı arkasında. Geçtiğimiz sayıda Bahadır Türk’ün yazısında andığı bir Müslüm Gürses şarkısının arka fonda çaldığı bir arabesk hava hakim: “doğduk doğalı gülmedik gitti/ niye yaşıyoruz bilmedik gitti/ çileden kurtulup ölmedik gitti/ bu ne biçim dünya bu nasıl hayat/bizi yaratan tanrım kimde kabahat”. Kendi zamanının güzelliğini üretmekten yoksun, medeniyetin yitirildiği bu kış uykusunda geçen her vakit yalnız şimdinin değil, yarının umudunu tüketiyor. Nostaljisini yitiren bir ülkeyi bu uykudan uyandıracak kartopu bir an önce ekranda patlasa da uyanalım, ne olur bu bir rüya olsun.