Erdoğan'ın Kendine Dönüşü
Murat Belge

Siyasi ortam endişe verici bir şekilde bozuluyor. "Nesnellik" diye bir şeyin hızla yok olduğunu görüyoruz. Mecliste AKP'liler saldırıyor, vurup kırıyor. Sonra Başbakan, hiçbir konudan eksik kalmayan Cumhurbaşkanı, "Bunu muhalefet yaptı" diyor. Bu arada muhalefetin birtakım aşırılıkları da oluyordur. Ama oradan da birinin çıkıp "Bu iş yanlış oldu," demesini bekleyemiyoruz.

Herkes, "Ben haklıyım" diye bağırır ve başkasını dinlemezse, tartışılan konu nedir, nesnel olgu nedir, bunların hükmü kalmazsa, sorunun ne olduğunu araştırmanın imkânları ortadan kalkar, kaldırılırsa, neyin ne olduğuna kaba kuvvet karar verecek demektir. Tayyip Erdoğan, belli ki iş buraya geldiğinde kendi gücüne güveniyor ve pervasızca dümeni bu yöne kırıyor. Kendi cenahından gelen bazı ılımlı uyarı mesajlarını dinlemek bir yana, işitmeye bile niyetli değil.

Bu ciddi, kaygılandırıcı bir siyasi durum. Öyle ama, hayatla asıl ilişkim edebiyat üzerinden olduğu için midir, nedendir, benim en çok dikkatimi çeken ve kafamı kurcalayan şey psikoloji alanında: Yıllardır tanıdığımız, 2002'den beri de Başbakanlık yaparken tanıdığımız Tayyip Erdoğan, bugünkü Tayyip Erdoğan'a nasıl dönüştü?

Dr. Jekyll and Mr. Hyde'ı hepimiz biliriz, çoğumuz okumuşuzdur; orada Stevenson'ın anlattığı türden bir kişilik bölünmesinin hayatta benzerlerine rastlamış da olabiliriz. Ama ben, doğrusu, böylesine ilk kez rastlıyorum. Eski Erdoğan Mr. Jekyll'e, yeni Erdoğan Mr. Hyde'a benziyor, demek değil, kastım. Dönüşümün çarpıcılığını kastediyorum; birinden öbürüne geçmek için katedilmesi gereken mesafenin şaşırtıcılığını.

İki kere "dönüşmek" fiilini kullandım. Doğru kelime bu mu? Tayyip Erdoğan bir şeyken başka bir şeye mi "dönüştü"? Bunu pek sanmıyorum. Daha doğrusu, bunun bir dereceye kadar geçerli olabileceğini düşünüyorum. Bence olay bir "dönüşme"den çok bir "kendine dönme". Ama 2002'den bu yana akan zaman Erdoğan'ın "kendinde" zaten olan bazı şeyleri törpülemiş, bazı şeyleri de tersine alabildiğine büyütmüş olabilir – bu çerçevede bir "dönüşme".

Tayyip Erdoğan'da çok güçlü bir "ego" olduğu hemen anlaşılıyor. Tanışır tanışmaz, bu havayı alıyorsunuz. Ama Belediye Başkanı olduğu yıllarda ya da Başbakanlığı'nın birinci bölümünde Tayyip Erdoğan bu "ego"yu bir çeşit denetim altında tutuyordu, tutabiliyordu. Değişim, sanırım bu noktada oldu. "Ego", denetimden çıktı.

"Ne oldu da çıktı?" diye sorarsanız, "şu olay, bu olay" diye cevap veremem. Böyle etkili olaylar mutlaka olmuştur, ama böyle şeyleri ileri sürmek için sözünü ettiğiniz kişiyi bir psikiyatr gibi tanımanız gerekir.

Ben bu soruya "başarı" diye cevap verebiliyorum. Tayyip Erdoğan, son analizde, olağanüstü başarılı bir politikacı. AKP'nin kazandığı seçim sayısı bu "başarı"nın boyutlarını gösteriyor. Üstelik bu, artan, yükselen bir başarı grafiği. 2002'deki oy oranının çok yukarılarında seyrediyor AKP ve Erdoğan.

Bu "başarı", günlük güneşlik bir havada, bir "kır gezintisi" yapar gibi gerçekleşmedi. AKP mayınlı arazilerden geçti, her türlü tehlike atlattı. Şimdi onun çevresinde kenetlenen bir kesim olduğu gibi, işin başından beri, ona karşı kenetlenmiş bir kesim vardı, bugün de var. Bu kesim, "düşmanı yok etme" strateji ve taktiklerinde AKP'nin bugün vardığı yerden çok farklı bir yerde değil. Başından beri ilke, kural tanımadı, "fair play" denen şeyle hiçbir ilgisi olmadı.

Erdoğan'da "dönüşme" diyebileceğim şeylerin kaynağının da burası olduğunu düşünüyorum. Siyaset, İbn Haldun'un sözünü ettiği "asabiye" ile yürür. Siz bir bireyin "asabiye"sine böyle yöntemlerle saldırırsanız, oradaki tepki potansiyelini de o ölçülerde büyütürsünüz.

Evet, Erdoğan Türkiye'nin en "başarılı" siyaset adamı (kaç yıldır) profilini çizerken, bu başarı ülke sınırlarını da aştı. "One minute" ve Müslüman dünyanın bundan duyacağı sevinç, takdir görece daha kolay açıklanır şeyler. Ama Erdoğan yalnız Müslüman dünyada takdir toplamadı. Bütün dünyanın, bu arada Batı dünyasının da ilgisini çekti. "Türkiye'de bir şeyler oluyor," dedi herkes. "Bu adam şimdiye kadarkilere benzemeyen bir adam!" ve Türkiye'de kaynatılan "darbe" kazanlarına destek –zinhar– verilmeyeceği de ilân olundu.

Erdoğan'ın değiştiğini biz Gezi Direnişi ile fark ettik (tabii bir kesim, başından beri düşmanca tavır almış insan, "bunun böyle olacağı başından belliydi" diyor. Aynı kanıda değilim, ama bu başka konu – şimdilik buna girmeyelim, ama bir zaman gireceğiz).

Öyleyse, Gezi Direnişi olmasa Dr. Jekyll devam edecek miydi? Hayır. Hiç sanmıyorum. "Asıl Gezi"yi yaratanların tepkisi zaten Erdoğan'ın bir süredir başlamış olan, ama tabii bugünkü boyutlarına varmayan buyurganlığına karşı bir tepkiydi: kaç çocuk olacak, "dindar nesil", içkiyle sorunu vb.

Ama Erdoğan kısa süre önce üçüncü genel seçimi de kazanmıştı. Yani gelecek güvenli görünüyordu. Erdoğan'ın olduğundan farklı görünmeye çalışmasını gerektirecek nedenler ortadan kalkmış gibiydi. Belki, muhtemelen, Erdoğan eleştiri dinleyebilme kapasitesinin de sonuna gelmişti. Boşaldı.

Böylece Tayyip Erdoğan "kendine döndü". Yani, neye dönmüş oldu?

Tayyip Erdoğan zeki ve yetenekli bir kişi; ancak, iyi eğitim görmemiş, bilgili değil. Zekâsıyla bu bilgi eksikliğini bir yere kadar kapatabiliyor. Şimdiki özgüvenle dünyaya bakmaya başlamazdan önce bilgisinin eksikliğinin farkında olduğu için iddialı sözler söylemekten kaçınıyordu. Kaçındığı gibi, bu yolda birilerinden bir uyarı geldiği zaman dilini tutuyordu. Şimdi bunlar söz konusu değil. Örneğin "Başkanlık Sistemi iyidir," diye ortalığa atılabiliyor. Ama bunun hakkında bildiği, düşündüğü, kendisine vereceği imkânlardan öte bir şey değil. Böyle bir konuyu tartışmaya çıktığı zaman ("tartışma" dediğim, bir mikrofon bulup kendi kendine bağırmasından ibaret) söyledikleri, bilgisinin azlığını hemen ortaya koyuyor. Ama Erdoğan zaten bilgiye dayanarak konuşan biri değil; ya, "bu böyledir" diye aslı esası olmayan bir şeyler dayatıyor ya da "sen kimsin ya?" diye kavga ediyor.

Amerika'yı Müslümanların keşfetmesi olayı bu açıklamaya çalıştığım kategorinin en net örneğiydi. Böyle olmasını istiyor. İstediği şeyin olduğunu söyleyen çıkarsa, önüne ardına bakmadan doğru olduğuna karar veriyor. "Bilim" nedir, "bilimsel kanıt" nasıl bir şeydir, bunlardan hiçbir haberi yok.

Ama sonuna kadar iddiacı. Bu çok tehlikeli bir durum ve bir kişilik.

Tayyip Erdoğan bir "İslâmcı". Bu da, İslâm düşünce tarihinin (ve dünya dinler tarihinin) inceliklerinden, derinliklerinden haberdar bir İslâmcılık değil. Göreneksel. Dar ve yasakçı. Buyurgan.

Her dini böyle kendine yakıştıracağı bir kostüm gibi anlayan "dindarlar" vardır. Erdoğan da böyle bir dindar. İslâm'ı da kendi siyasi eğilimlerine, otorite kültüne vb. olumlu cevap verecek yanlarıyla tanıyor, benimsiyor. Kendinden başkasının yorumuna da tahammülü yok.

Tayyip Erdoğan, bu şekilde "dindar" olduğu kadar "kindar" da. Kendisini eleştirenlerle (gazeteciler vb.) bireysel düzlemde uğraşmasından, önüne geleni mahkemeye vermesinden anlaşılıyor.

Şimdi, kendine aşırı güvenmekle ilgili bütün bu özelliklerin yanına, ciddi bir korkuyla davranan bir insanın davranışlarını da eklemek gerekiyor. Çünkü, özellikle 17 Aralık'la başlayan süreçte söyledikleri, yaptıklarıyla, ayrıca, "Suriye'ye giden kamyonlar" gibi olaylara gösterdiği tepkilerle, ciddi bir "tehditler ve tehlikeler, suikastlar ve tuzaklar" dünyasında yaşadığı da belli oluyor. Dünyada pek az kimseye güvenebildiği anlaşılıyor. Bütün bunların ölçüsü, gene kendisine dayanıyor. Örneğin Merkez Bankası'nın eski yöneticisi onun tutumuna aykırı bir şey söylerse, söylediği anda, "Biz onun ne olduğunu biliriz..." edebiyatına girişebiliyor.

Öfke potansiyelinin sonu yok. Kimlerin bu öfkenin hedefi olacağı konusunda da bir sınır yok.

Dış politika, iç politika, her şey, bu çerçeve içinde kaynıyor, dünya daralıyor, düşmanlar artıyor vb.

Bu durum, herhangi bir birey için ve tabii o bireyin çevresi için, bir hayli endişe verici. Söz konusu kişi bir Cumhurbaşkanı olunca, vehameti anlatacak kelime bulmak zor.