Şah Operasyonu Tüm Dünyada Ders olarak Okutulmalı
Pınar Öğünç

“Davutoğlu Ne Diyor, Bir Şey Diyor mu?” altbaşlıklı Pan-İslâmcının Macera Kılavuzu isimli kitabına (İletişim Yay.) bir alıntıyla başlıyor Ümit Kıvanç. 1444 ve 1821 yılları arası dünyasında geçen “Europa Universalis IV” isimli strateji oyunun forum sayfasından alınmış bir yazışma bu.

Valynor kod adlı yüzbaşının bir derdi var. Japonya’da “medeniyet” kurma çalışmaları sırasında Kuzey Amerika’yı sömürgeleştiriyor, “Allah’ın belası” dediği Mançu süvarilerini yenip Kore’yi besliyor. Tüm Aztek bölgesini ele geçirmek için din birliği sağlamaya sıra geldiğinde, Kore’yi asimile etmeyi başarsa da elinde “makul sürede din değiştiremeyeceği kadar” geniş bir bölge var ve de sebepsiz yere Katolik olmaya başlayanların… bulunduğu 1530’lu yıllarda “Batılılaştırmayı geciktirmeye değmeyeceği” kanısında ama ne yapacağını da bilmiyor. Böyle hesaplar kitaplar…

Chipawah kod adlı bir asteğmen de forumda kendisine cevap veriyor. Kore’yi vasal yap, diyor. Batılılaştır, sonra ilhak et, diyor. Velhasıl bölgesinde hegomonik güç olabilmesi için muhtelif strateji öneriyor. Koca kitaptan bu alıntıyı uzun tuttum. Zira Kıvanç’ın Dışişleri Bakanlığı sonrası başbakanlığa uzanan bir yıldız akademisyenin, Ahmet Davutoğlu’nun söylemini, Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’ya yayılan hakimiyet iddiasını, bu kutsal misyonun kodlarını incelikle mercek altına alışı tam da bu mantığa denk düşüyor. Nasıl bir strateji oyunu var önümüzde? Ne, ne için yapılıyor?

O sandukada hakikaten ne var?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Süleyman Şah Türbesi ve ona eşlik eden Saygı Karakolu’nu 600 asker ve zırhlı birlikle taşıdığı Şah Fırat Operasyonu üzerine ziyadesiyle laf edildi. “Karar verdik ve yaptık”, “Nefes kesen dokuz saat”, “Bayrak inmeden bayrak dikildi”, “Dünya saygı duruşunda”, “İşte o tarihi an”, “Başkomutan olarak ilk zafer” başlıkları altından akan kahramanlık metinleri, istikbalin “Şah Fırat Efsanesi” için ilk harcı atıyordu. Diğer tarafta operasyonu kıyasıya eleştiren bir tür muhalefet ise yola çıktığı “vatan toprağı” esası üzerinden aslında aynı yerlerde dolanıyordu.

Bir de tabii bu askeri operasyonu reel siyaset verileri üzerinden değerlendiren analizler mümkündü. Türkiye’nin süregiden Suriye politikası çerçevesinde ne anlama geliyordu? Operasyon süresince ve sonrasında IŞİD’la nasıl bir münasebetten söz etmek mümkündü? Ve tabii bu Suriye Kürtleri’yle ilişkide yeni bir dönemi mi işaret ediyordu?

Bunların hepsinin cevabı vardır. Aklı başında analizler de yapılır, muhtelif kanalın tartışma programlarında günlerce bol keseden atmaya, laf dolandırmaya teçhizat da sağlar. Fakat bu operasyonun tüm dünya üniversitelerinde siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, uluslararası hukuk, cümle tarih ve hatta felsefe bölümlerinde bir vaka olarak yakından incelenmesi lüzumu başka sebepten. AKP’nin belki de bilmeden her şeyi baştan sorgulamaya davet edişi, üzerine bunun bir simülasyon, bir akademi fantazyası değil, bizatihi hakikat oluşu, tam da o malum başlıklarda dendiği gibi, tarihi!

Bir kere AKP bu operasyonla, bir “ulus-devletin sınırları dışındaki toprağı” mefhumunu tekrar önümüze getirerek eski ve yeni sömürgeciliğin bu yüzyıldaki halleri üzerinden başlayacak bir akıl yürütmeye olanak tanıyor. İmparatorluk sonrası ulus-devletlerin travmaları, böbürlenmedeki o hazin damar, geçmişin gelecek olarak yeniden inşası, dünyadan numunelerle birlikte tek tek puanlı makale mevzuları.

Keza sadece bu operasyon üzerinden ulusların kendi efsaneleriyle tarih imal süreçleri, labaratuvar hijyeninde incelenebilir. Sivil tarihçiler, orada Osman Gazi’nin büyükbabası Süleyman Şah’ın yattığına dair ileri düzeyde kuşku sahibi. Yani aslında o türbede kim yattığı bile belli değil. Hakikaten o taşınan sandukalarda ne var? Kimin demekten vazgeçtim.

Kutsalımı ancak ben patlatırım

Ama asıl şaşırtıcı, hatta bir açıdan devrimci denebilecek hareket, hükümetin hiç fark etmeden dini ve milli soslu kutsalları kavramsal olarak sorgulamaya çağırıyor oluşu. Neden? Osmanlı atasının mezarı olarak bilinen hem dini hem ultra-milli bir kutsalı, bir türbeyi kendi elleriyle PATLATARAK, “kutsal” üretme biçimlerimizi sorgulatıyor. Patlatır yenisini yaparız, diyor. Oradan alırız buraya koyarız, mühim değil, diyor. Onu da zaten ben koymuştum, diyor bir nevi. Bunu herkesin gözlerinin önünde yapıyor.

“Bayrağımı şuradan aldım, şimdi de şuraya dikiyorum”un tabii ki uluslararası hukuk kürsüsünde irdelenecek çok yanı var. 600 askerin yanı sıra fotoğraf çekimi için tanklara yüklenen kırmızı spotlar, sabaha karşı minicik bir tepeye taşlarla alelacele “önce vatan” yazma gayreti, bir tek kurşunun sıkılmadığı askeri operasyonda bir askerin aslında fotoğraf çekimi esnasında ölmesi, “şehit” olması böylelikle… “Kutsal emanetlerin” terörist dediği askeri birliğin kontrolündeki bir bölgeye, bir barakamsıya taşınması, buraya zaten daha evvel de başka bir yerden oraya taşınan patlamış türbeden bir avuç toprak nakledilmesi, hazır fotoblokların kapıya dikilişi… Bu, hakikaten tarihi bir olaydır. Hepsi Fırat Şah Operasyonu’nun literatüre katkısıdır. Kıvançtan başım dönüyor.