Bir Aile Şirketi olarak Türkiye
Evren Balta

Ekranın karşısına geçtim, ne yazacağımı düşünüyorum. Bu ülkede mesele yazacak konu bulamamak olmuyor bir zamandır, mesele yazacak onlarca tuhaflık arasından seçim yapmak oluyor çoğu zaman.

Örneğin barış sürecinde tarihi bir adım atıldığı iddiasına sahip, üstelik en yakın çalışma arkadaşlarını Abdullah Öcalan’ın yol haritası okunurken eşlik etmesi için Dolmabahçe’ye göndermiş bir Cumhurbaşkanı ne oldu da birden “Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok” demeye karar verdi. Peki yoktu da, o zaman iki hafta önce Dolmabahçe’de okunmasına hükümetin eşlik ettiği metin neydi? Hükümetin çözmek istediği Abdullah Öcalan’ın kişisel sorunları mı? Yoksa hep söyledikleri gibi “terör” sorunu mu? Eğer öyle ise, “terör” sorunu “teröristlerle” Dolmabahçe’de açıklama yapılarak mı çözülür? Hayret doğrusu!

Artık hepimiz öğrendik gerçi. Mantık aramak ya da mantığa davet etmek gereksiz. Türkiye siyasetinin en kötü olduğu dönemlerde bile bir nevi içsel tutarlılık vardı. Kötülüğün de bir mantıksal tutarlılığı olabiliyor zira. En azından ana aktörlerin kimler olduğunu biliyor, hangi koşullarda nasıl tepkiler verebileceklerini tahmin edebiliyordunuz. Baskı, ikna, asimilasyon stratejilerinin bir sürekliliği, mevcut aktörlerin tutumları ile bir ilişkisi vardı. Yeni Türkiye’de her gün değişiyor.

Elbette tahmin ettiğiniz şeyler var. Örneğin iş cinayetlerinin sorumlularının yargılanmayacağını, bu cinayetlerin göz göre göre gelmesine, devam etmesine göz yuman siyasilerin istifa etmeyeceğini biliyoruz.

Ya da örneğin İstanbul Üniversitesinde sandıktan çıkmış (yani üniversite iradesinin mutlak temsilcisi olmuş) Prof. Dr. Raşit Tükel’in hemen her konuşmasında “sandıktan çıkanın mutlak iradesine” kendimizi teslim etmemiz gerektiğini söyleyen Cumhurbaşkanımız tarafından rektör olarak atanmayabileceğini tahmin edebiliyoruz. Nitekim Cumhurbaşkanı bugüne kadar yaptığı rektör atamalarında sandığın değil, YÖK’ün iradesini dikkate almış gözüküyor (link).

Önemli olan sandık dedikten sonra, o zaman neden sandıktan çıkanlar atanmıyor diye sorduğunuzda açıklama “anayasal yetki” oluyor. Hani daha geçen haftalarda İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın “ben bu anayasayı tanımıyorum, hiçbir anayasal kurum millet egemenliğini kullanma yetkisine sahip değildir” dediği anayasa.  

Kanun (iyisi ya da kötüsü) işine geldiği şekilde uygulandığında, sistemin öngörülebilirliği de yok oluyor. Öngörülebilirliği olmayan bir sistemde kanunun iyi ya da kötü olması fark etmiyor zaten. En iyisini de yapsanız nasıl olsa asıl hukuk “keyfiliğe” dayalı.  Tutarlılık keyfilikle özdeşleştiğinde öngörünüz “paşa gönüller bugün ne arzu eder acaba” düzeyine inmiş oluyor.

Bir siyaset bilimci için gerçekten şahane bir dünya! Bir kahve falı kalmıştı bakmadığımız, o da olur yakında. Ülkeme üç vakte kadar bir “azarlama” gözüküyor. Bu sefer Kürtlere, yok feministlere, aman o da olmadı yaşlı teyzelere. Bir de kahve falında “küreselleşmenin eskidiği” bilgisi çıktı. Yok ama onu şimdi buraya sıkıştırmayayım. Bir başka hafta Tarot açarsam anlatırım.

Neyse en azından Yeni Türkiye’nin keyfilik ilkesi ve klientalist karakteri hakkında hiçbir şüphemiz yok. Buna da şükür.

Cumhurbaşkanımız zaten kendisi açıkça söylemiş: “benim derdim ne biliyor musunuz” demiş. “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye böyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı yürü yürüyebilirsen.”

Bu durumda tabii ki Türkiye A.Ş.’nin müstakbel CEO’ları (pardon başkanları) keyfi nasıl isterse öyle davranır müşterilerine. İstediği kişiyi işe alabilir, ihaleyi istediğine verir, sağdan soldan akıl veren (yargıç, savcı kılığına falan girmiş) rakip firmalara pabuç bırakmaz. Sistemi istediği gibi değiştirir.

Aslında bugün size başkanlık sisteminin temelde bir kuvvetler ayrılığı sistemi olduğunu, güçlü bir fren ve denge mekanizması ile işlediğini, bu anlamda karar almanın parlamenter sistemlerden daha zor olduğunu yazmak istiyordum. Parlamenter sistemde mecliste çoğunluğa sahip bir başbakanın, başkanlık sistemindeki bir başkandan çok daha güçlü olabileceğini, çok daha kolay karar alabileceğini anlatmak istiyordum. Diyecektim ki parlamenter sistem de hükümet kurabilmek için yasama organının çoğunluğuna sahip olmanız zaten şart. Başkanlık sistemi ise yürütmenin (yani başkanın) yasa yapmasının çok daha güç olduğu bir sistem.

Ama zaten görünen o ki Yeni Türkiye ABD’den başkanlık sisteminin sadece isim haklarını almak istiyor. İçini de küçük bir aile şirketinin yönetim yapısı ile dolduracak. Türkiye A.Ş.’nin kapısına başkanlık yazar, içeriye bizim çocukları oturturuz. Orijinal, nefis, bize özgü bir medeniyet projesi.