Beş Yılın Taksim Bilançosu: Hafıza ve Repertuvar
Evren Balta

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2012 yılında verdiği "toplantı ve gösteri yapma hakkının, toplantı ve gösterinin yapılacağı yeri seçebilmeyi de kapsadığını" vurgulayan kararına rağmen “vatandaşın güvenliği ve huzuru” gerekçesiyle  Taksim’de yapılması yasaklanan bir başka 1 Mayıs’ı daha olaylarla geride bıraktık. Yasaklama gerekçesini açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre “Taksim'de miting yapmak demek tüm İstanbul'u felç etmek demek” idi. Yasaklanan Taksim mitingi nedeniyle tıpkı son üç yılda olduğu gibi bu sene de İstanbul bir kez daha tamamen felç oldu.

Peki İstanbul’u felç eden Taksim’de miting yapmak mı yoksa Taksim’de miting yapmayı yasaklamak mı?

Taksim’de 1 Mayıs 33 yıl aradan sonra ilk kez 2010 yılında 140 bin kişinin katılımıyla marşlar ve halaylarla kutlanmıştı. Çıkan ufak tefek gerginliklerde 17 kişi gözaltına alındı. O dönemin Başbakanı Erdoğan “1 Mayıs’ı 1 Mayıs havasında kutladık. Dün Taksim 100 bin kişiyi ağırladı... Tam 33 yıl aradan sonra böyle bir zemini hazırlamanın mutluluğu içindeyiz” diyordu. Yasak sona ermişti.

2011 yılında da kutlamalar olaysız geçti. Hükümet ne görevlendirilen polis sayısını, ne sokaklara salınan TOMA sayısını açıkladı. Sadece ufak tefek olaylar çıktı.  Her iki senede de sadece Taksim ve civarı araç trafiğine kapatıldı.

2012 yılında Taksim hâlâ yasal 1 Mayıs meydanıydı. Ama buna rağmen hükümet yasaklamaya yönelik ilk işaretlerini veriyor ve 1 Mayıs o döneme göre rekor sayılabilecek polisiye tedbirlerle kutlanıyordu. Çevre illerden gelen 2 bin polisin de katılımıyla 16 bin polis 1 Mayıs gösterilerinde görev yaptı link). Toplu taşım araçlarının kimi hatları iptal edildi, kimileri o gün çalışmadı. Dönemin Valisi  Hüseyin Avni Mutlu  alınan bütün bu önlemlerin marjinal grupların huzuru bozmasını önlemeye yönelik olduğunu söyledi. “Ancak bu polisiye önlemlerle”, diyordu Vali Mutlu: “1 Mayıs, işçilerimizin, emekçilerimizin özel bir günü olarak gerçekten bir bayram coşkusu içinde keyifle kutlanacaktır.”

İşin aslının bu olmadığı, hükümetin Taksim’i Yeni Türkiye’nin Yeni Taksim’ine dönüştürmek niyetinde olduğu bir sene sonra anlaşılacaktı. Önceki iki yılda yüzbinlerce kişinin katılımıyla barışçı bir gösteri olan 1 Mayıs’ın kendisine karşı bir gövde gösterisine dönüşeceğinden ürken hükümet  2013 yılında 1 Mayıs’ın Taksim’de  kutlanmasını yasakladı. Gerekçe Taksim’i yayalaştırma projesi nedeniyle  açılan çukurlara düşülebileceğiydi. Hükümete göre inşaatın devam ettiği bir meydana miting izni verilirse güvenlik sağlanamazdı.

Gerçekte, 1 Mayıs 2013 Taksim yasağı ve yapımına başlanan insansız “Yeni Taksim” AKP’nin yönetme stratejisinde bir dönemin kapandığının ve yeni bir dönemin başladığının işaretiydi. 2013 1 Mayıs’ında bir sene önce kendilerine açılan bir alana girmek isteyenleri aynı alana sokmamak için 21 bin polis görev yaptı. Yaklaşık 2 bin polis çevre illerden geldi. 2013 yılında yasağa direnen göstericilere karşı yoğun gaz, tazyikli su ve hatta ateşli silahlar kullanıldı. O kadar ki, ulaşımı engellemek için Galata Köprüsü kaldırıldı. Unkapanı Köprüsü söküldü.

O gün Beşiktaş Barbaros Bulvarı'ndan gaz fişekleri ve tazyikli sularla püskürtülenler, 1 Mayıs’tan sadece bir ay sonra Gezi’nin kapısından Taksim’e gireceklerdi. Esasında 1 Mayıs 2013 olayları geniş bir kitlenin gaz ve TOMA ile ilk kez tanışmasıydı. Polisin bu yeni baskı repertuvarına karşı, direniş repertuvarı da gelişecekti. Gezi’ye girenlerin yüzünde gaz maskeleri, kafalarında baretler vardı. 1 Mayıs 2013 olayları olmasaydı, yine de Gezi olur muydu bilinmez, ama Gezi’nin aynı Gezi olmayacağını tahmin etmek hiç de zor değil.Gezi direnişi ile birlikte Taksim’in hükümet için artık başka bir anlam kazandığı aşikardı. Taksim hükümetin direnişçilere belirli bir süre de olsa terk etmek zorunda kaldığı bir meydandı artık. Hükümete yönelik öfkenin sembolleştiği bir mekan. Eski Türkiye için “Çanakkale geçilmez” neyse, Yeni Türkiye için de “Taksim Geçilmez” oydu. Taksim artık hükümete düşman vatandaşların geri püskürtüldüğü, iktidarın zorun gücüyle yeniden tesis edildiği yerin adıydı. Gezi olaylarından sonra bahane hiçbir zaman “güvenlik, çukur ya da ulaşım” olmadı, artık mesele Yeni Türkiye’nin gücünü o gücünü tanımayanlara ispat etmekti.

2015 yılında da yasak kararı yine “güvenlik” gerekçesi ile devam etti. THY’den kiralanan uçaklarla, otobüslerle başka kentlerden İstanbul’a polis getirildi. 21 bin polis 65 tane TOMA eşliğinde İstanbul sokaklarında arz-ı endam eyledi. İç Güvenlik Paketi’nin de verdiği güvenle 356 kişi gözaltına alındı. İstanbul bir kez daha gaz bulutu altında kaldı. İlan edilmemiş bir sokağa çıkma yasağı uygulandı. Sokağa çıkan herkes bir türlü akıllanamayan asi eylemcilerdi.Gezi’den bir yıl sonra 2014 yılında 1 Mayıs gösterileri için 39 bin polis görev yaptı. İstanbul’un trafik polisleri ve hatta makam şoförleri de dahil olmak üzere toplam polis sayısının 35 bin civarında olduğu düşünülürse bu durum neredeyse tüm polis teşkilatının ve ötesinin Taksim’i korumak için seferber olması anlamına geliyor. Önlemler kapsamında 50 TOMA İstanbul’a konuşlandırıldı. İnsanların Taksim’e ulaşmasının engellenmesi için bütün İstanbul’un ulaşımı kesildi.

Sadece rakamlara baktığınızda dahi İstanbul’u felç eden, büyük bir güvenlik sorunu yaratan uygulamanın Taksim yasağı olduğu çok açık. Hiçbir anlamlı gerekçeye dayanmayan, hiçbir meşruiyeti olmayan bu “yasaklama” kararının gerekçesi sadece “çünkü ben uygun görmedim”. Uygun görmeyenler size neden uygun görmediklerini bile anlatmak zorunda değiller. Uygun görmeyenlerin size anlattıkları gerekçe akla uygun olmak zorunda bile değil. Artık yasak!

Rakamlardan sonra son sözü de “muteber bir akademisyen olarak polis”e bırakmak istiyorum. Diyarbakır’da 2009-2012 yılları arasında olan 318 toplumsal olayı analiz eden ve Polis Bilimleri Dergisi’nde yayınlanan bir çalışma, bir eylemin çatışmacı geçmesini açıklayan temel faktörün “yasaklanma” olduğunu bulur. Çalışma “yasaklanma”nın dikkatli kullanılması gereken bir uygulama olduğuna vurgu yapar. Yazarlara göre yasaklama uygulaması muhakkak kamu vicdanını yaralamayacak, meşruluğu tartışılmayacak bir biçimde hayata geçirilmelidir. Böyle yapılmadığı takdirde yasaklamanın eylemin çatışmalı geçmesine neden olabileceği ve sonrasında kontrol edilmesi daha güç durumlar ortaya çıkarabileceği konusunda da yazarlar uyarı yapmış.

Hem rakamlar hem de hükümet açısından belki de en “muteber akademisyenler” gerekçesiz “yasaklamanın” en büyük güvensizlik olduğu konusunda hemfikir!

Ama zaten biz de hemfikiriz, mesele güvenlik değil!


Kaynak: Hançerli, Süleyman, Duru Hacı ve Nadir Gergin. "Toplumsal Olaylarda ve Kanunsuz Eylemlerde Katılım ve Saldırganlık”. Polis Bilimleri Dergisi (2013): 109.